Gündem Sizin saatiniz bizim zamanımız var

Sizin saatiniz bizim zamanımız var

07.10.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Yetimhanedeki ilk günümde bebeklerin hepsi beni görür görmez koro halinde ağlamaya başlıyor. Ancak birkaç gün sonra bana alışıyorlar ve bu kez kucağımdan indirince gözleri yaşlarla doluyor....

Sizin saatiniz bizim  zamanımız var

Yaklaşık 2.5 ayımı geçireceğim Tintilou’ya vardığımızda ilk olarak yetimhane binasını görüyorum. Ufak tefek bağışlar ve köylünün gönüllülük esasına dayanan işbirliğiyle çimentodan inşa edilmiş yegâne yapı o çünkü. Bu ufak, tek katlı binanın çevresindeki evler ise kerpiç ve sazlardan yapılmış tek göz odalardan ibaret.
Ben de geceleri kerpiç evlerde geçirmeyi önceden kabul ettiğim için Thierry’ye nerede kalacağımı soruyorum. Bana kerpiçten küçük bir odayı gösteriyor. Gülümsüyorum. Elektrik, temiz su, -pirinç, fıstık ve keçi eti dışında- yiyecek bir şey olmadan geçecek günlerimi art arda dizmeden önceki ilk gülümseyişim bu.
50 yetimin bakımını üstlenen yetimhane çocuklarından 20’si bebek. Mado ve Martine adlı iki bakıcı kadın geceleri bebeklerle kalıyor. Bebeklerin hastalık kapma riski insanların otokontrol mekanizmalarını harekete geçirmiş. Bu nedenle gerekmedikçe bakıcılar dışında kimse içeri girmiyor.
İlk gün bakıcıların önerisiyle bebekleri görmek için içeri giriyorum. Uykudan henüz kalkmış, altlarının değişmesini bekleyen bebeklerin hepsi beni görür görmez ağlamaya başlıyor. Bir anda yirmi bebek ortalığı inletince yanlarından ayrılıyorum. Beni sürekli görecekleri bir haftanın ardından kucağımdan inmeyeceklerini söylüyor Mado düzgün sayılabilecek Fransızcasıyla. Gerçekten de birkaç gün sonra koşa koşa gelip kucağıma atlamaya başlıyor bebekler.

Her evde üç yetim
Gündüzleri yetimhane bahçesindeki ağacın gölgesinde oluşturulan açık hava sınıfında eğitim gören okul çağındaki 30 yetimi ise geceleri çevrede oturanlar misafir ediyor. Komşu evlerde ortalama üç yetim kalıyor ve bunlar büyüdükçe tarlada çalışarak koruyucu ailelerine yardım ediyor.
Ülkedeki yetimhanelerin kapıları, ailesinin yoksulluk nedeniyle bakamadığı bebeklere de açık. Böylece bu bebekler en azından süt tozuyla beslenme olanağı buluyor. Bu ufak ayrıntı onlar için hayati. Her gün yüzlerce bebek ölürken basit bir dokunuşun onları hayatta tutmaya yettiğini görmek insanın içini acıtıyor.

Haberin Devamı

Rahatlama sözcüğü ‘Yelkabe’
Şefi selamlamak ve yanımda getirdiğim güneş enerjisiyle çalışan lambalardan birini hediye etmek için köy meydanına yürüyoruz. Top oynayan çocuklar bizi fark edince oynamayı kesiyor. Yaşça büyük olanlar merakla izlerken daha küçükler ağlayarak uzaklaşıyor. Nassara olduğumun her an farkındayım aslında. Meydanda kalabalıkla bekleşirken şef geliyor. Yaşlı, güleç ve konuşkan bir adam. Tokalaşırken Mooré dilinde nasıl olduğumu soruyor. Thierry çeviri yaptıktan sonra ortam bir anda ısınıyor. Orada yaşadığım süre boyunca belki de yüzlerce kez girdiğim, Mossilerin kültürel bir parçası olan selamlaşma ritüeline ilk kez tanık oluyorum.
“Nisabre, kibare?” (İyi günler, nasılsın?)
“Lafi, kiamame?” (İyiyim, sen nasılsın?)
“Lafi bala. Zakaramba?” (Çok iyiyim. Ailen nasıl?)
“Yelkabe. Barka.” (Sorun yok. Teşekkürler.)
Bu diyaloğun değiştiğini çok ender duydum. Birbirini tanımayan iki insan bile bu iletişim çemberini tamamlamaya özen gösteriyor. Thierry’nin yardımıyla ben de ilk deneyimimi tökezlemeden atlatıyorum. Hep birlikte oturmak üzere bir ağacın gölgesine geçiyoruz ve deleau adı verilen buğdaydan yapılma yerel bir içki içip konuşuyoruz. Çokça duyduğum bir kelime dikkatimi çekiyor: Yelkabe.
Yelkabe basitçe “Sorun yok” demek. Yokluk içinde hayat mücadelesi veren insanların sarıldığı bir rahatlama sözcüğü bu. Ne kadar ağır bir durumla karşılaşılırsa karşılaşılsın kendini yiyip bitirmenin hiçbir anlamı olmadığını gösteriyor özünde. Sinirlenmenin, nefretin ve üzüntünün problemlerle baş etmede yeri yok diyor kısaca. “Yelkabe” deyince sorunlara göğüs gererken daha bir huzurlu oluyor insan. İçinden çıkılamaz gibi görünen en karanlık anlarda bile gülümseyebiliyor.
Hediye olarak verdiğim lamba şefin hoşuna gidiyor.

Haberin Devamı

Öğünümü hak etmeliyim
Birkaç gün kaldıktan sonra anlıyorum ki cebimdeki para köyde pek işime yaramayacak. Zira kızarmış bir tür şekerli hamur ve kahve satan seyyar tezgâhlar dışında yakınlarda alışveriş yapmak mümkün değil. Bu mekânlar da bulunduğumuz yere yedi kilometre uzaklıkta. Böylelikle hafta içi öğleden önce yetimhaneye gelen çocuklarla ilgilenip ihtiyaçlarını raporlarken öğleden sonra tarlada çalışıp günlük öğünümü hak etmem gerektiğini anlıyorum. Şehre döndüğüm ilk hafta sonu kendime bir çapa satın alıp ayrılana kadar onu yanımdan ayırmıyorum. Burada hiçbir insan elinde çapa veya bir başka kullanışlı basit alet olmadan hareket etmiyor. İlla uğraşacak bir iş buluyorlar kendilerine.

Haberin Devamı

Kendi dinini kendin seç
Şehirdeki ofisten tüm organizasyonun sorumlusu Constantin de Tintilou’ya geliyor. Hemen her cümlesinde dini referanslar olan bir Katolik Constantin. Fakat o denli saygılı ve toleranslı ki bu tarzından ötürü konuşmasına kendini kaptırıyorsun. Ülke genelinde de onun sahip olduğu bu hoşgörü yoğun bir şekilde mevcut. Nüfus ağırlıklı Müslüman olmak üzere, Katolik ve Protestan Hıristiyan ve de bölgesel dine mensup Animalistlerden oluşuyor. Başka hiçbir yerde görmediğim bir birliktelikle yaşamlarını sürdürüyorlar. Ramazan ayında orada bulunduğum için Türkiye’den geldiğimi duyan bir aile beni iftara çağırmıştı. O akşam adamın Müslüman, kadının Hıristiyan olduğunu öğrendim. Kadın keyifle iftar sofrasını hazırlarken aslında aynı Tanrı’ya kocasının farklı kendisinin farklı tarzda ibadet ettiğinden bahsetti. O anda da kocasının ibadetine yardımcı olduğu için ruhen huzur bulduğunu ekledi. Tek oğullarının büyüyünce kendi dinini seçeceğini, bu konuda kesinlikle onu etkilemeyeceklerini söyledi.
Animalizmse artık şehirden iyice uzak köylerde, misyonerlerin erişemediği bölgelerde hayatta kalmaya çalışan Şamanizm kökenli bir inanış. Her maddenin ve canlının kaderini belirleyen bir ruh olduğuna inanılan bu av toplumu inanışında, öldürülen hayvandan özür dilenir ve av kemiklerine kadar değerlendirilerek ruhu saygıyla anılmış olur. Bu kemikler takıdan fal bakmaya kadar geniş bir yelpazede kullanılır.

Haberin Devamı

Yetersiz beslenme sorun
Bir başkasında çiğ yer fıstığıyla mango satılıyor. Yanı başında kömürde közlenmiş mısırlar ve tropikal yağmurlar başladıktan sonra eklenen avokado ve muz var. Tarımda makineleşme olmadığı için maalesef ürün çeşitliliği ve üretim miktarı düşük. Bu nedenle ülkenin açlık sorunu giderilemiyor. Temiz su kaynağı olmaması ve yetersiz beslenme ortalama ömrün azalmasına sebep oluyor.

Haberin Devamı

Sanırım bu seviyede yokluk çekmeleri ve bir yandan da hastalıklarla uğraşmaları yaşadıkları her anı hissetmeye değer kılmış onlar için. Şehirlerde de, köylerde de durum böyle. Tüm günün yorgunluğu yüzüne yansımış biriyle göz göze geldiğinizde bir anda sımsıcak bir gülümseyişle karşılaşıyorsunuz. Yolunuz bir gün Burkina Faso’ya düşerse deleau içmeden ve yelkabe kelimesini duymadan dönmeyin derim. Güzel bir atasözü: Sizin saatiniz, bizim zamanımız var.

Bebek Sam’e hüzünlü veda

Bebeklerden Sam üç yaşına basmak üzere olduğundan doğum gününün ardından ailesinin yanına dönecek diyor Mado. Ta Kokologou’ya gideceğini, bu yolun da bir buçuk günlük mesafede olduğunu ekliyor. Birkaç hafta sonra ayrılık günü gelip çatıyor. Artık kucağımdan inince ağlayacak kadar bana alışmış olan Sam’e köyüne kadar eşlik ediyorum.
Köyün girişinde bizi doksan kadar insan karşılıyor. Arabadan kucağımda Sam’le iniyorum. Babası koşarak gelip çocuğuna özlemle sarılıyor. Anne yok, doğumda ölmüş. Köylülerle tek tek tokalaşıyorum, çocuklar da tokalaşmaya geliyor ve sıraya giriyorlar. Kimisi tokalaştıktan sonra tekrar sıraya giriyor. Büyük bir ağacın altına oturuyoruz. Hiç Fransızca bilmeyen bu topluluk Mooré konuşurken gülümseyerek oturuyorum. Ateş yakılıyor, şarkılar eşliğinde dans ediliyor. Sonra bir keçi getiriyorlar. Fransızca bilen şoför, bebeği babasına teslim eden kişi olduğum için keçiyi benim kurban etmem gerektiğini söylüyor. Hiç beklenmedik bir anda, kurban kesimi dahi izlememiş olan ben, elime tutuşturulan bıçakla üç adamın tuttuğu keçiyi doksan çift gözün keskin bakışları altında kurban ediyorum. Sonra dakikalar içinde hazırlanan keçi yakılan ateşte pişirilmeye başlıyor. Akşama doğru Sam’e veda ediyoruz. Bir buçuk günlük dönüş yolculuğunun ardından tekrar Tintilou’dayız.

Sigara içenler ayıplanıyor

Hafta sonunu geçirmek için şehre gitmeye karar veriyorum. Ouagadougou ülkenin politik başkenti. Güneybatıdaki Bobo ise ekonomik anlamda daha ileride. Bu duruma Fildişi Sahili’nin başkenti Abidjan’la arasındaki demiryolunun ticaret faaliyetlerini artırmasının bir sonucu. Ouaga’nın caddelerinde gezinirken nem ve sıcağın etkisiyle nefes almak güçleşiyor. Bundan ötürü sigara içen insan sayısı epey az ve içenler kısmen ayıplanıyor.
Şehrin ilginç özelliklerinden biri yol kenarına kurulmuş yüzlerce tezgâh. Herhangi bir dükkâna ihtiyaç duymadan birçok insan kömürlü ızgarasında keçi ve tavuk pişirip satıyor.

Sizin saatiniz bizim  zamanımız var

Şehrin ilginç özelliklerinden biri yol kenarına kurulmuş yüzlerce tezgâh. Herhangi bir dükkâna ihtiyaç duymadan birçok insan kömürlü ızgarasında keçi ve tavuk pişirip satıyor.

Yıldızları seyretmekten başka çarem kalmıyor

Elektrik bulunmadığı için güneş olmadığında ve ay da yeterince parlak değilse ışıksız kalmak haliyle sorun. Bu sebeple geceleri erkenden uykuya yollanıp sabah ilk ışıklarla uyanıyor insanlar. Bu düzene ister istemez ayak uyduruyorsun. Gece yapabileceğin iki şey var çünkü. İlki lambanı açıp bir şeyler okumak, ikincisi yıldızları seyretmek. Eğer gerçekten azimliysen kitabını on dakika kadar okuyabiliyorsun. Işığa üşüşen böceklerin sayısı o denli fazla ki bir müddet sonra lambanın üstü kaplanmış oluyor. Her ne kadar cibinlik kullanıyor olsam da yüzlerce böcekle çevrili olmak hoş bir duygu olmadığından okuma aktivitesini gün içi etkinliği olarak görmeye karar veriyorum. Geceleri yıldızları seyretmek dışında yapacak bir işim kalmıyor. Afrika’nın çoğu yerinde doğanın kudreti hâlâ insanın omuzlarında. Her şey bir yana, sadece geceleri gökyüzüne bakmak bile bu gücü hissetmeye yetiyor. Işık kirliliği olmadığı için Andromeda dahi kendini belli ediyor. Görsel bir şölen bu.

(BİTTİ)