Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Elbette erken yargıya varmış olabilirim... Ama yine de gerçeği bir ucundan tutup gördüğümü söyleyeyim : Londra 2012, spor tarihine “kırık hayaller olimpiyatı” olarak geçebilir.
İşte bu kanıya varmamı sağlayan nedenler :

Ev sahibi Britanya: Evde yoklar!
Londra 2012’nin en büyük gerçeği bu... Evet, yanlış okumadınız. Ev sahibi Britanya evinde yok... Londra sokakları boş, meydanlar sessiz... İşyerleri, özellikle cafeler, restoranlar, barlar, gece kulüpleri, tiyatrolar, müzikholler inanılmaz biçimde boş ve sessiz...Turistler, en azından olimpiyatın kapanış gününe kadar Londra’dan uzak duruyorlar. İngilizler, evlerinden pek çıkmadan TV’ye takılıyorlar. Cimnastik, tenis, futbol, voleybol ve basketbol salonlarında bileti satıldığı halde boş kalan koltuklar herkesin canını sıkıyor. Organizasyon Komitesi Başkanı Lord Coe, mahcup... Orduyu, öğrencileri ve öğretmenleri tribünlere çağırıyor. Bazı önlemler alınıyor. Satılan biletlerin sahipleri müsabakadan yarım saat öncesine kadar beklenecek. Gelmezlerse, internetten kayıt yaptırarak bekleyenlere kapılar açılacak. Bu işin pratiği nasıl olacak, bilinmiyor.
Ev sahibinin yokluğu seyirci ile de sınırlı değil... Bu satırların yazıldığı ana kadar Britanya tek altın madalya kazanamadı. Yine de bundan dolayı paniklememeleri, durumu sabır ve sükunetle karşılamaları takdire değer.

Haberin Devamı

Havuzdaki fırtına: Devler karaya vurdu
Yüzmede Amerikalılar yine havuzun egemeni. Ne var ki Michael Phelps ve Ryan Lochte, burada ilk günden itibaren peşpeşe darbeler yemeye başladılar. Artık kolayca, gözü kapalı kazanamıyorlar. Serilerde bile final biletini ilk sıradan değil, kontenjandan alabiliyorlar. Devlerin tek istisnası Michael Phelps’in toplam 19. madalyaya ulaşarak Larissa Latynina’nın rekorunu kırması oldu. Bunların 15’i altın. Ama yine de pisinler yeni şampiyonlarını alkışlıyor. Çinli, Fransız, Litvanyalı!

Rusya cimnastikte dağıldı
Sovyetler Birliği geçmiş olimpiyatlarda adeta altın soygununa çıkar,kadınlı erkekli şampiyonlarıyla hayranlık yaratırdı. Ama o büyük imparatorluk (!) dağıldıktan sonra, en büyük mirasçı olan Rusya, eski egemenliğini gösteremiyor... Artistik Jimnastik takım finallerinde Çin, efendiliğini ilan etti. Japonya, İngiltere gümüş ve bronz madalyayı aldılar. Ukrayna, itirazlar sonucu üçüncülüğü kaybetti, Rusya da hiç sesini çıkarmadan beşinciliğe razı oldu. Dün de kadınlarda Amerika altın madalyayı alırken, onlar kenarda ağlıyordu. Bireyselde durumu kurtarabilirler mi ? Çok zor, çünkü bir çok ülkeden şampiyon adayları sırada bekliyor.

100 metrede beyaz umut tükendi
Christophe Lemaitre, dünyanın en hızlı beyaz atleti. 2011’de 100 metreyi 9.92’de koşarak pistelerde yepyeni bir heyecan yarattı. Onlarca yıldır Trinidadlı, Amerikalı, İngiliz ve Jamaikalı şampiyonlarla adeta siyahi atletlerin egemenliğine terk edilen sprint dünyasında rekabete yepyeni bir derinlik kazandırması beklendi. Ne var ki bu beklenti ve hayalleri korumak o kadar kolay değildi. Öncelikle Lemaitre 9.92’yi tekrarlayan bir 2012 performansı gösteremedi. Dahası, kısa bir süre önce açıklama yaparak Londra’da 100 metre yarışına katılmasının mümkün olmadığını duyurdu... Buna karşılık Fransız bayrak takımında koşacak. Cesareti mi kırıldı, kendini daha farklı bir zamana mı saklıyor, bilemiyoruz. Şimdilik en azından benim sportif rekabet adına beklentilerim duvara toslamış durumda!

Neredesin 1948 ruhu?
Ve kendi halimize dönüp aynaya bakarsak...
Peşpeşe iki yenilgiyle görünüşte en büyük hayal kırıklığını kadın voleybolcularımız yarattı... Oysa son olimpiyatın şampiyonu Brezilya karşısında inanılmaz bir mücadele örneği verip maçı tie break’e taşıyanlar onlardı. Tie break’i de Eda ‘nın kaçırdığı servisle 15 12 kaybettiler. Hadi buna talihsizlik diyelim... Çin’e de 3-1 yenildiler ki, Ünal (Karabıyık) Başkan’ın söylediğine göre yapacak bir şey yoktu... Ama voleybolcularımız bizi peşpeşe yenilgilere değil, galibiyetlere alıştırmıştı. Olmadı. Benim uzaktan gözlediğim, takımda yorgunluk, huzursuzluk ve formsuzluk var. Özellikle Neslihan Darnel’i bayrak taşıdığı açılış gecesinde de çok gergin ve durgun gördüm. Brezilya maçında servis kaçırdı, dışarı giden smaçlarıyla şaşkınlık yarattı. Ama yine de onlara inanıyoruz. İşin ilginç yanı şu : Voleybolcularımız, 1937’de çikolata ve şekerleme sergisi olarak açılan Earls Court salonunda oynuyor maçlarını... Yani 1948’de Yaşar Doğu’ların, Gazanfer Bilge’lerin, Celal Atik ve Nasuh Akar’ların şampiyonluk güreşleri attığı salonda. Kimbilir, o ölümsüz şampiyonlar, belki de o karanlık ve loş salonun eski duvarlarında bir yerden kızlarımızı izliyorlardır... Bakarsınız, 1948 ruhu, muhteşem bir smaçla geri gelmiş! Ben inanıyorum, ya siz?

Haberin Devamı

Bu kadar ilgi ters mi tepti?
Eğri oturup doğru konuşalım...
Hükümet, sporcularımızın başarısı için elinden gelen her şeyi yaptı...
İlgi, destek, sevgi, şefkat... Hepsi!
Bakın Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç açılış gününden beri Londra’da adeta seferi durumda. TMOK yöneticileri, federasyon başkanları, antrenörle, sporcularla her an beraber. Onların başarısı için -baklava dahil- her türlü katkıyı anında sağlıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan deseniz, ailece Londra’ya geldi. Sadece açılışla yetinmedi. Kızların basketboldaki Angola maçını da izledi. Tribünde devletin varlığını gösterdi. Doğrusu bu sıcak ilgiyi ve sahiplenme duygusunu heyecanla karşıladım. Sayın Başbakan’ın spora olan ilgisini zaman zaman gereğinden fazla bulsam da, olimpiyattaki varlığı önemliydi.
Ne var ki Sayın Başbakan bununla da yetinmiyor. Özellikle voleybolda alınan yenilgilerden sonra Bakan Kılıç’ı arayıp, sporcularla tek tek konuşulmasını, ilgilenilmesini istiyor. Hatta bazı sporcuları bizzat arayıp moral verdiği bildiriliyor.
Bütün bunlar samimi, içten gelen gayretler. Saygıyla karşılıyorum da...
Bu kadar ilgi, acaba bir baskı oluşturup geri mi tepti?
Olabilir... Rastlanmamış durum değildir.
O yüzden işte... Siyasi iradeye saygıyla teşekkür etsek... Sporcularımızı biraz kendi hallerine bıraksak... diyorum...
Ne dersiniz?