Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Önce bir rüzgar esti... NTV Spor’da genç meslektaşım Erbatur Ergenekon, İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nın kamuoyunda çok tartışılan durumunu bir belgesel kıvamında yeniden gündeme getirdi. En başta Hıncal Uluç, futbolun günah keçilerinden biri olarak gördüğü Atatürk Olimpiyat Stadı’nın zaman geçirilmeden “derhal” yıkılmasını önerdi. Doğrusu Hıncal Abi’nin “keskin kılıç” yorum ve önerilerine alışıktım ama bu kadar vandalizmle elimize ne geçeceğini de merak etmedim, dersem yanlış olur. Daha da ilginç olanı, Hıncal Abi’nin bu tavrına dostum Mehmet Aslan’ın da katılmasıydı. Neyse ki O, daha sonra görüşünü bir anlamda revize etti. Stat da yıkılmaktan son anda kurtuldu! :-)

Haberin Devamı

Esen rüzgarın ardından ortalık sakinleşince anladık ki kamuoyunu hazırlayan başka bir “fikir” gündemde imiş. Kimi gazeteler bunu “Fatih Terim’in çılgın projesi” olarak sundu. Milliyet ve bazı gazeteler de Milli Takım için bir “Wembley” örneğini başlıklara taşıdı.

Fatih Hoca’nın gönlünde yatan aslan, anladık ki Atatürk Olimpiyat Stadı’nın zemininde 90 derecelik bir çevirmeye dayanıyor. Böylece şimdiki protokol tribünü ve kapalı numaralı tribün, otomatik olarak kale arkası tribüne dönüşüyor. Bugünkü kale arkası tribünler de taç çizgisine bakar hale geliyor.

Atletizm pisti mi? Kimin umurunda! Önemli olan kale arkasından esen rüzgarı yandan alıp futbol için bir ölçüde daha uygun bir ortam yaratmak!

Doğrusu, çok şaşırdığımı söylemeliyim. Bugüne kadar Türk futbolu için hizmetlerini ve vizyonunu hayranlıkla takdir ettiğimiz Fatih Terim, adeta lego oynayan çocuklar gibi kafasındaki fikri hiç tartmadan, araştırmadan medyadaki dostlarımızla paylaşmış. Onlar da haberin heyecanına kapılıp yan yorumlarla besleyerek bu hayali manşetlere taşımış.

Böylesine önemli değişiklikleri mimaride kolay kolay yapamazsınız. Öncelikle bugünkü stadın planlarını ve projesini çizen iki mimarın, Michel Zachary ve Aymeric Zublena’nın iznini almanız gerekiyor. Çünkü onlar “müellif” mimarlar. Projenin telif hakkı onlara ait. Sanata ve bilime (elbette yasalara) saygısı olan her bireyin bu noktayı gözden uzak tutmaması gerekir.

Haberin Devamı

O stadın - beğensek de beğenmesek de - önemli bir adı var: Atatürk Olimpiyat Stadı. Bu isimlerden Atatürk’ü değiştirmek de kolay değil, olimpiyat kavramını silmek de. Derdiniz futbol oynamaksa, buyrun: Mimar Bahadır Kul, 2012’de tüm stadın üstünü kapatacak, rüzgarı önleyecek bir proje çizdi. Suat Kılıç döneminin bence en yararlı en akıllı projesiydi bu. Ne var ki 2013’de olimpiyat adaylığını kaybetmemiz, o projenin de hayata geçmesini engelledi. Tekrar anımsatmalıyım ki Zachary/Zublena’dan izin alınarak bu proje hayata geçebilir. Bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek isteyenlere, saygıyla küçük bir katkı...

Doğan Hasol’a kulak verin

Doğan Hasol, bu ülkenin en saygın mimarlarından biri. Aynı zamanda gerçek bir spor adamı. O’nu Galatasaray asbaşkanlığından tanıyoruz. Çinlilerin bir sözünü hatırlatarak başladı sohbetimiz: “Bina biter, mimar unutulur!” Ne yazık ki ülkemizde temel atmada da, inşaat sürecinde de, sonrasında da mimar zaten hiç hatırlanmıyor.

Haberin Devamı

Hasol’a Fatih Hoca’nın “çevirme” fikrini sordum. İşte yanıtı: “Bu fikir, projeye aykırı. Ayrıca FİFA ve UEFA’nın futbol statları için gözettiği temel ilkelere de uymuyor. Çünkü köşegen hesaplarına da dayanarak çizeceğiniz projede kaleleri doğu - batı eksenine koyamazsınız. Hem seyirci ve oyuncular için sorun yaratırsınız. Güneş ışığı anormal rahatsızlık verir.”

Peki Türk Milli Takımı’nın İstanbul’da bir Wembley’e ihtiyacı var mı? Hasol’a kulak verelim:

“İstanbul’un şuandaki nüfusu 18 milyon civarında. Bu ülkede yaşayanların yüzde yirmisi İstanbul’da oturuyor. Bu kentin trafiği resmen bir çileye dönüştü. Hal böyle iken sanki hayatın her alanında “Her şey İstanbul için!” diye özetlenebilecek bir eğilim oluştu. Bu haksızlıktır. Bu ülkede nimeti de külfeti de tüm kentlere ve bölgelere olabildiğince eşit paylaştırmak gerekir. Milli Takım, bu ülkenin takımıdır. O takımı sadece belli bir stada hapsetmek doğru değil. İstanbul’un sırtına yeni bir yük getirmekten başka işe yaramaz!”

Sırası gelmişken, Wembley’de en az 10 maç izledim. Yenilenmiş statta 11 Ağustos 2012’de Brezilya’yı 2-1 yendiği Olimpiyat futbol finaline tanık oldum. Kasvetli, kasıntı bir yönetimin elinde daha da sevimsizleşen bir yapıdır benim için. İngiliz Milli Takımı, geleneksel olarak tüm maçlarını orada oynar. İngilizler de hemen her Dünya Kupası’na ve Avrupa Şampiyonası’na katılan takımlarını orada seyrederler. Bu onlara has bir kültürdür. Şunu da unutmamalı ki orada sadece futbol değil, yüksek sınıf binicilik müsabakaları da yapılır. Wembley bizim için doğru örnek değildir.

Çocuklar eğleniyor

Futbol, çocukların da sevdiği, en iyi arkadaşlıkları kurduğu, sosyalleştiği bir oyundur. Ama sadece çocuk eğlencesi değildir. Galatasaray’da öyle iki örnek var ki, takımın adeta “çocuklaştığını” görüyorsunuz. Birincisi, biliyorsunuz, sakatlıktan çıkan Burak Yılmaz’ın Çaykur Rizespor maçında ille de oynamak ısrarıyla yaşandı. Hamza Hoca da bu çocukça isteğe onay verdi. Sonuç üç dakika sonra acı ve ıstırapla geldi, Burak oyunu terketti. Dün de okuduk ki Felipe Melo, Bursaspor maçında kazanılan penaltıyı, 100. maçını oynayan Emre Çolak’a (hediyeten) ikram etmiş. Emre golü attı, takımını yenilmekten kurtarmış oldu.

Peki ya kaçırsaydı?

Hamza Hoca’nın ve taraftarın tepkisi herhalde o kadar çocukça ve masum olmazdı, değil mi?