Uzun yıllardır Beşiktaş kulübesinin ‘hoca koltuğu’nda mümtaz şahsiyetler oturdu. Sonuçlara bağlı olarak bazı hocalarla taraftar arasında zaman zaman ‘düşük yoğunluklu’ gerilimler de yaşanmadı değil. Ancak Schuster’in kullandığı dil gibisini doğrusu ben hatırlamıyorum.
Fenerbahçe maçından sonraki basın toplantısında Mateo Ferrari’nin hatasının sağladığı rahatlıktan olsa gerek hayli edepliydi bir öncekine göre.
Kiev maçındaki protestoların ardından çeviri yapılmayan bölümde aralarında benim de olduğum taraftarlar için İspanyol argosunda bizim ‘Kasımpaşa’ya denk gelen bir benzetme yaptığını okuduk gazetelerden. Tuhaf, kimsenin gıkı çıkmadı! Çevrilen bölümde “Beğenmeyen gelmez” mealinden sözleri için de ‘tık’ yoktu. Oysa bu sözler bile ‘karşı’ ruhu için yeter de artardı.
Öte yandan ‘ahlak’ meselesini her fırsatta önümüze koymayı maharet bilen bir yönetimi vardır Beşiktaş’ın... Pascal Nouma ve son İbrahim Üzülmez örneklerini hatırlamak yeter.
Lakin ne yönetimin ne de taraftarın hocaya karşı ‘gözünün üzerinde kaşın var’ dememiş olmasını neye yormak gerek, bilemedim doğrusu.

Haberin Devamı

Bu dille ‘Dünya markası’!
Ben ve arkadaşlarım yıllardır o tribünlere gideriz. Schuster olsa da gideceğiz olmasa da... Takım iyi oynasa da gideceğiz, kötü oynasa da... Şampiyon olsa da gideceğiz, küme düşse de...
Ama hem takımı kötü oynatıp hem de bize üst perdeden konuşan ve sanıyorum yakın zamanda kötü hatıralarla ayrılacağımız Schuster’i ‘mümtaz bir şahsiyetti’ diye anmayacağız, bunu biliyorum. Onun bunu kendine keder etmeyeceğini biliyorum elbette. Zaten sözüm ona değil, “Dünya markası yaratıyoruz” diyenlere... Okusa da, okumasa da...
Böylesi bir dil kullanan hocanın başında olduğu takımın bırakın ‘dünya markası’, ‘yerli malı’ olmakta bile zorlanacağını söylemeye gerek var mı?

Kibir cahilleştirir!
Fenerbahçe maçının ardından “Ben hakkımda çıkanları okumuyorum” türünden bir şeyler de söyledi Bernd Schuster.
Her ülkede eleştirilecek çok şey bulunur elbette. Bizimkinde aramanıza bile gerek yoktur çoğu zaman. Ama bu toprakların hayatın her alanda hiç de yabana atılmayacak birikimi de vardır. Bu ülkede hatırı sayılır oranda akıllı insan da yazıyor, konuşuyor futbol üzerine. Bütün bunlara burun kıvırana bizim dilimizde en iyi tanımla ‘kibirli’ denir. Ve bilinir; ‘kibirli’ cahillik yolcusudur.
Bu ülkede neler olduğunu anlamanın bir yolu da ‘okumaktan’ geçer. Yoksa “Türkiye’de 1960’ların futbolu oynanıyor” diye sızlanarak mesele anlaşılamaz.
Beşiktaş yönetiminin “Gelecek yılın takımı” iddiası var ya, o baptan söylüyorum. Biri Schuster’e bir sonraki sezon bu ülkede aniden 2011-2012’nin futbolunun oynanmayacağını hatırlatmalı.
Eğer hoca bir kaç yetenekli oyuncunun cambazlığına kalmış bir anlayışın ötesinde daha izlenir bir takım için farklı bir yöntem biliyorsa rica edelim...
Yoksa bu ekşimtrak oyun için “Siz ne anlarsınız!” efelenmelerine hiç gerek yok.

Haberin Devamı

HAYAT BİLGİSİ!
Felsefi ya da felsefi olmayan söylemlerde değişik biçimlerde karşımıza çıkan ‘herkes layığını bulur’ ifadesi sadece aymazlığın değil mevcut ekonomik sistemin adalet anlayışını da yansıtır.
(Max Horkheimer - Alacakaranlık)

Haberin Devamı

Bundan sonra doğru Köln’e!
Yaşasın, Türkiye bir kez daha kazanıp bilim adamlarını ve bilimsel yöntemleri alt etmeyi başardı. Doping tartışmalarının ardından öyle bir toz kalktı ki, Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Uğur Erdener, “Gönlümüz razı değil ama buranın kapanması spor kamuoyunun gönlünü bir anlamda rahatlatacaksa, kurum olarak onu da gerçekleştiririz” deyiverdi. Demek zorunda bırakıldı.
Artık varsın kapatılsın bu merkez! Bundan böyle numunelerin hepsi Köln’e gitsin! Almanya’da ölçülsün bu ülkede doping yapılıp yapılmadığı!
Ancak sizce sorun bununla sınırlı kalır mı? Peki ya bundan sonra Hacettepe’de bir hasta ameliyat masasında kalırsa ne olur? Hasta yakınları doping konusunda ‘çuvalladığı’ için kapatılan bir merkezi bulunan üniversitenin ameliyatta ‘çuvallamayacağı’na nasıl ikna olur?
Bilimsel yöntemin ve bilim adamlarının vasat tartışmalara kurban edildiği bir ülkede sporda ya da hayatın herhangi bir alanında başarı beklemek... Uzmanlık gerektiren konuları bile ortalama meselelerle eşitlemek... Eleştirip, düzeltmek yerine imha ederek yok etmenin vahşi lezzetine varmak... Her defasında gidenin ardından su dökme çaresizliğine mahkûm olmak... Ve sıklıkla “Vurursa gol olur! Vuruyor aut”u yaşamak...