Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Öyle bir değer kalmadı da, dilimize dolamışız bir kere. Türk futbolunun “marka” değerinden söz ediyoruz.
Milyon dolarlık yıldız oyuncuları, konforlu statları, iğne atsan yere düşmeyecek tribünleri, halı gibi zeminleri, sportif mücadelenin tavan yaptığı ligleri, milli takımlar düzeyindeki başarıları, kurumsallaşmış kulüp yönetimleri, patlamaya hazır altyapısı, geleceğin gençlerine hizmet veren muhteşem tesisleri...
Ne ararsanız var bu marka değerinin içinde!
Dönemin Başbakanı rahmetli Turgut Özal 80’li yılların ortalarında bir spor söyleşisinde şöyle demiş idi:
“Futbol sahalarımızı çamurdan kurtaracağız. Gençlerimizi yemyeşil sahalada yetiştireceğiz. Sporda devrim yapacağız.”
Üzerinden 30 yıla yakın zaman geçti.
Kabak lastikle patinaj yapan arabalar gibi yine Özal’ın şikayet ettiği günleri yaşıyoruz.
Bu kez para var, teknoloji var, her zorluğun altından kalkacak iş gücü ve potansiyel var. Ancak yayın gelirlerine endekslenmiş futbolumuzun marka değerinde değişen bir şey yok.
Trilyonluk statlarımızın zeminleri içler acısı. Sorumlu yöneticiler birbirini suçluyor.
Milli takımlar düzeyinde tarihin en kötü süreci yaşanıyor. Başarısızlığı sahiplenen yok.
Kulüpler deseniz hakeza. Adeta diktatör zihniyeti ile yönetiliyor. Borç gırtlağa dayanmış nefes aldırmıyor. 5 takımla başlayan Avrupa macerasında kategori düşmemiz an meselesi.
Şike, teşvik davaları derken, insanlar yaşanan çirkinliklerden bıkmış statlardan kaçıyor.
Futbol yönetimlerinde istikrar değil, günü kurtarma telaşı ön plana çıkıyor.
Ve biz bunca olumsuzluğa karşın, neresinden tutsanız elimizde kalacak Türk futbolunun marka değerinden söz ediyoruz. Kimi kandırmaya çalışıyorsak!
Örnek yönetici profili
Hafta içinde oynanan Galatasaray-Cluj maçını milyonlarca insan izledi. İki takım da havuza dönüşen zeminde boğulmamak için çaba harcadı. Sonrası malum. Galatasaray ile Gençlik ve Spor Bakanı arasında yaşanan diyaloglar ve suçlamalar gırla gitti.
Aynı günlerde ajanslara Polonya ile ilgili bir haber düştü. Ülkenin spor bakanı Joanne Mucha, Polonya’nın İngiltere ile oynadığı Dünya Kupası grup eleme maçı şiddetli yağmur nedeniyle bir gün ertelendi diye “sorumluluğu” üstlenerek Başbakan Tusk’a istifasını sundu.
İstifası kabul edilir mi? Edilsin edilmesin, son modern teknoloji ile inşaa edilmiş statta yağmur nedeniyle maçın ertelenmesini içine sindiremeyen devlet yöneticisi profili sergilemek, bizim alışık olmadığımız bir tarz.
Dolayısıyla Türkiye’de birilerinin bu davranış şeklini örnek alınmasını beklemek de, en iyi yaklaşımla saflık!
Ya diğer branşlar?
Ülkelerin gelişmişlikleri bir yana, demokrasi gelenekleri ve kriz anında takındıkları tavır çok önemli.
Futboldan vazgeçtik. 2004’ten bu yana, dünyanın en önemli spor organizasyonu olarak sayılan olimpiyatlardaki başarı grafiğimize bakın.
Basketbol ve kadın voleybolundaki kurumsal gelişme, atletizmdeki sıçrama ne kadar sevindirici ise, diğer branşlardaki hüsran o kadar düşündürücü. Hele bir de olimpiyat düzenlemeye talipseniz.
Lakin yıllardır federasyon başkanlığı koltuğunda oturmuş, ancak arpa boyu yol alamamış bir Allah’ın kulunun çıkıp da “Başarısız olduk. Beceremedik. İstifa ediyorum” dediğini duydunuz mu?
Ya da sayısız olimpiyata gidip boynuna tek madalya geçiremeyen sporcunun pes ettiğine tanık oldunuz mu?
Bırakın sporcunun gelişimine katkı sağlamayı, kendini geliştirmekten aciz teknik adamların “yeter artık” denmeden görevi bıraktığını gördünüz mü?
Planlanmış spor politikaları bulunmayan, sporu siyaset basamaklarında yükselmek için aracı olarak kullanan seçim sandığına endeksli zihniyet var olduğu sürece, sözü edilen erdemli davranışların hiçbirini görme şansımız yok.
Öyleyse, yaşasın Türk sporu!

Haberin Devamı

Bu ne yaman çelişki?
Coca-Cola Elit Akademi liginde nihayet normal fikstüre dönüldü. Gelecek yıl Türkiye’nin ev sahipliğini yapacağı uluslararası turnuva gerekçe gösterilerek Akademi liginde hafta içi maç oynanması, pekçok kulübün tepkisine neden olmuştu.
Binlerce kilometre yolu otobüsle ve birer kumanya ile gitmek cabası, onca gencin eğitimlerinin aksaması bu organizasyonun ruhu ile bağdaşmayan bir çelişkiye yol açmıştı.
Futbol Federasyonu sonunda konuya el attı. Müsabaka takvimini yeniden belirledi ve artık hiçbir kategoride hafta içinde maç oynanmayacağını açıkladı.
Gecikmiş de olsa doğru bir karar.
Haftalarca okullarından mahrum kalan yüzlerce öğrencinin yaşadığı bu sıkıntıda sadece federasyon ve sezon planlamasını yapanların değil, ailelerin de büyük sorumluluğu var.
Çocuklarının bilinçli bir eğitim görmek yerine, futbol oynamasını tercih etmeleri kabul edilebilir bir seçim değil.
Onları geleceğin yıldız adayı olarak hayal etmeye çalışırken, asıl gerekli olan besinden mahrum kalmalarına göz yummak, “Bu ülkede eğitim ve spor bir arada yapılamaz mı?” sorusunu gündeme getiriyor ister istemez.
Sadece futbolda değil, sporun pekçok branşında önemsenmeyen bu çarpıklık, beden ve zihin sağlığının uyum içinde gelişmesini engelleyen en ciddi sıkıntı.
Belki o çocuklar sırf kolay para kazanmak için eğitimlerinden eksik bırakılmasa, ülke için çok daha yararlı ve üretken bireyler olarak yetişecek.
Çok yazık! Sayıları yüzü geçmeyen elit bir sporcu grubuna dahil olmak için neleri yitirdiğimizin farkında bile değiliz!