Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Çarşı, Ata, Erol amca ve Carlos



On saatlik bir otomobil yolculuğunun ardından soluğu Karaburun Yeni Liman’da aldık bayramda. Yeni Liman nefis bir doğa cenneti.
Cennet olarak kalabilmesinin nedeni belli. Urla’dan sonraki yaklaşık 70 kilometrelik virajlı yollar, insan istilasını önlemiş buralarda.
Uçağa atlayıp bir saat sonra “Hadi gece alemine dalalım” diye düşünenleri cezbedecek bir tatil beldesi değil yani.
İyi ki de değil. Zaten öyle olsa ne farkı kalırdı Bozdoğan’ın, Karaburun’un ve Ata’nın mekan tuttuğu o güzelim sahil kasabasının yağmalanan kıyılardan?..
Akvaryum tadındaki sayısız koyu ardımızda bırakıp bu coğrafyanın Ege denizindeki en uç noktasına vardığımızda yol bitiverdi aniden.
Arabamızı sazlıkların arasına park edip beklemeye başladık. Ata, 75 model jipiyle gelip bizi karşıladığında kalan mesafeyi ancak bu arazi aracıyla gidebileceğimizi anladık.
Dalga sesleri ve kuş cıvıltıları arasında eski Rum evinden bozma pansiyonumuza yerleştiğimizde içimizi kaplayan tek bir his vardı; Huzur! Bir de şöminede çıtırdayan odunun ve dışarıda masmavi denizin ciğerleri dolduran iyot kokusu.
Ata, büyük kentin gürültüsünden, vıcık vıcık insan ilişkilerinden kaçıp yıllar önce Yeni Liman’a yerleşmiş bir doğa sevdalısı.
Kader arkadaşı Erol amca ise 74 yaşında, kendi deyimiyle “hayatı dibine kadar yaşamış”, koyu Fenerbahçeli emektar bir balıkçı.
Gündüzleri nergiz tarlaları ile balıkçı kahvesinde, akşamları ise envai çeşit ottan yapılmış meze, balık, rakıdan kurulu masanın etrafındaki doyumsuz sohbetlerlerle geçiverdi sayılı günlerimiz.
Son akşamımız muhteşemdi. Doktor İsmail’in gitarı ve Ata’nın darbukasından yükselen nağmelere eşlik ederken, kaçınılmazmış gibi söz dönüp dolaşıp futbola geldi.
Erol amca tam bir futbol tutkunuymuş. Fenerbahçeliymiş, ama Galatasaray’ın Avrupa kupası maçlarını da kaçırmazmış. 94 senesinde ağlarını denizde bırakıp küçük teknesiyle saatler süren yolculuktan sonra Sığacık’a kadar dalgalarla boğuşup, birahanede Cim-Bom’un Monaco maçını izlemiş.
Ata ise koyu bir Altaylıymış. Bir zamanlar genç takımda top oynamış. Yıllar önce oğlu ile gittiği Altay-Galatasaray maçında tanık olduğu dehşet anlarına “lanet olsun” demiş ve statta maç seyretmeye tövbe etmiş.
Futbolsuz muhabbet olur mu? Sorular peşi sıra geliyor tabii;
“ Sen bilirsin, hakemler maçların sonucunu etkiliyor mu?”
“...”
“Büyük kulüpler transfere harcadıkları bu paraları nereden buluyor?”
“...”
“Futbolcular ve kulüpler şike yapıyor mu?”
“...”
“Aziz Yıldırım sezon sonunda Fenerbahçe’yi bıracak mı?”
“...”
“Şu İzmir’den ne zaman bir takım çıkacak lige?”
“...”
“Bu sene kim şampiyon olur?”
“...”
Finali Erol amca yapıyor:
“Evlat, bana bir Fenerbahçe forması yollar mısın?”
Derin bir ohh çekiyorum.
“Yollarım Erol amca yollarım. Hem de Roberto Carlos imzalı...”
“Bizim buralarda kargo filan yok. PTT’ye ver. Üzerine Ata’nın yeri, Yeni Liman yaz gelir.”
“Söz Erol amca, dönünce ilk iş.”
Uzun gecenin sabahında çantalarımızı Ata’nın jipine yükleyip arabamıza doğru giderken kıyıya vurmuş küçük bir tekne görüyoruz.
Durup iniyoruz. Ata anlatmaya başlıyor;
“Geçen kış bir gece yarısı geldi bu. İçinde aç susuz onlarca Afganlı ve Pakistanlı mülteci vardı. Karşıya, Midilli’ye kaçıyorlarmış, fırtınaya yakalanmışlar. Jandarmaya haber verdik, kurtardılar hepsini. Enkaz burada kaldı. Ne zaman, kim kaldırır bilinmez.”
Yan yatmış paslı teknenin üzerindeki bir yazı dikkatimizi çekiyor:
“Karaburunlu Çarşı, trole karşı.”
“Ya bu ne?” diye soruyoruz.
“Bizim gençlerin işi . Son yıllarda trol ile balıkçılık yapılıyor buralarda. Denizi bitiriyorlar. Beşiktaşlı çocuklar bilinçsiz avlanmayı protesto etmek için yazmış...”
Gülümsüyor, enkazın önünde bir de hatıra fotoğrafı çektirip jipe dönüyoruz.
Kasabanın meydanına geliyoruz. Ata “Bekleyin biraz. Veli dayıya uğrayacağım” diyor.
İki dakika sonra tarladan yeni toplanmış kucak dolu mis kokulu nergiz çiçekleriyle dönüyor.
“Bunlar sizin. Ankara’ya varınca saplarını azıcık kesin. On gün dayanır...”
Sarılıp vedalaşıyoruz. Ayaklarımız geri gidiyor ama aklımız oracıkta kalıyor.
Bir yandan da soruyoruz;
“Futbol her yerde var. Ya huzur, bakir kalmış doğa, dostluk, Ata ve Erol amca?..”


Futbolcu mal mı?
Çarşı, Ata, Erol amca ve Carlos
Bu tarz haberleri okuyunca diken diken oluyor tüylerim.
Efendim, falanca kulübün başkanı falanca futbolcusunu falanca kulübe verecekmiş!
Neden?
Çünkü başkan koyu bir falanca takım taraftarıymış.
Geçen gün benzer bir “alım-satım” haberi vardı medyada.
Ankaraspor’un Onursal Başkanı Melih Gökçek, genç yıldız Özer Hurmacı’yı devre arasında Fenerbahçe’ye gönderecekmiş.
Özer’i pek çok kulüp istiyormuş ama Gökçek’in kararı kesinmiş.
Futbolcu kurban pazarındaki mal ya!
Kimse fikrini sormaz.
Gönlünde bir başka takım var mı? Ankaraspor’da mutlu mu? Gitmek istiyor mu?
Yanıtların değeri yoktur onu egolarına tatmin malzemesi yapanlar için.
Üstelik kulübün çıkarları da hiçe sayılır atılır bu durumlarda.
Tıpkı sezon başında Gençlerbirliği’nden cımbızla çekip alınan Mehmet Çakır’ın, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan istedi diye devre arasında Eskişehirspor’a gönderilme planı gibi!
Tıpkı Koray’ın Beşiktaş’tan koparılıp Vestel Manisaspor’a takas olarak kullanılması gibi!
Özer yetenekli bir futbolcu. Fenerbahçe’ye giderse başarılı olabilir.
Ama yarını kestirmek mümkün değil.
Bu çocuk birkaç sene sonra olur ya, Fenerbahçe’den Galatasaray’a transfer yapar ve “İşte gönlümdeki aslan bu takım” derse?..
Kim olacak taraftar gruplarının önüne atılıp yem yapılmaya çalışılmasının sorumlusu?
Özer mi? Yoksa futbolcuyu köle gibi gören zihniyet mi?

Aman Avcı!
Bayram tatilini memleketi Pazar’da hem ziyaret hem de ticaret yaparak değerlendiren MHK’nin 4x4 üyesi Osman Avcı bu aralar bir hayli dertliymiş.
Avcı hemşehrililerine, “Hasan Doğan döneminde yakaladığım uyumu arıyorum. Rahmetli hep arkamda dururdu. Bu federasyonla anlaşamıyoruz” diyormuş.
Hakkında yazılıp çizilenlere ise “Bunlar reklamım olur” buyuruyormuş.
Aman Avcı sen sen ol “Reklamın kötüsü olmaz” deme.
İyi malı Fizan’dan gelip bulurlar, kötüsü “tezgahta” kalır dikkat et!