Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Seksenli yılların ortalarıydı. Mesleğe yeni başlamış tıfıl bir gazeteci iken, mahkeme koridorlarında futbolun çivisini çıkaran hakim kararlarını takip edip, düşen takımların bir günde nasıl lige alındığının haberlerini yapardık.
Yürütmeyi durdurmalar, tedbir kararları, iptal başvuruları...
Belki pek çok insanın yüzünü güldürüyordu mahkemeler.
Lakin Türk futbolunun nasıl siyasallaştığını anlamak ve görmek zor değildi.
Çok sancılı bir süreçti.
Tıpkı özerkliği anlayıp, sindirmek ve uygulamak gibi.
Şenes Erzik o günleri çok iyi bilir. Siyasetin gölgesini futbolun üzerinden kaldırmak, Türk futbolunu Avrupa normlarına kavuşturmak kolay olmamıştı.
Çok mücadele edilmiş, üçüncü dünya ülkesi statüsünden kurtulma vizesini rahmetli Turgut Özal vermişti.
Aradan çeyrek asıra yakın zaman geçti.
Anayasa Mahkemesi’nin önceki gün verdiği karar ve sonrasında yaşanacak olası girişimler, yıllar öncesine götürdü beni.
Küme düşmelerin kaldırıldığı, saha kapatmaların iptal edildiği, kırmızı kart cezalarına hakim nezdinde itiraz edildiği dönemlere...
Peki, Anayasa Mahkemesi gerçekten o günlerin yolunu açacak bir karara mı imza attı?
Kararı yorumlayan hukukçulara göre tablo hiç de medyaya yansıdığı gibi karanlık değil.
Bu alandaki deneyimi ve uzmanlığı ile tanınan Kemal Kapulluoğlu, Anayasa Mahkemesi’nin kararını şöyle yorumluyor;

Kaos fırsata dönüşebilir
“Gerekçeli karar açıklandıktan sonra çok daha net konuşabiliriz. Ancak Yüce Mahkeme, Tahkim Kurulu kararlarının kesinliği ile ilgili bir iptal öngörmedi. Sadece kesin olan bu kararların ileride doğuracağı zararlara tazmin yolunu açtı. Zaten Ankaraspor’un açtığı davanın konusu da bu. Tazminat talebi. Anayasa Mahkemesi daha önce de Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu ile ilgili bir karar almış ve yeni düzenleme için 1 yıl süre tanımıştı. Neden? Çünkü GSGM’nin idareye bağlı bir kuruluş olduğu ve alınan kararların yargı denetimine tabii olduğuna hükmetmişti. Bu olayda ise tam tersi Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu kararlarının kesin ve nihai olduğunu kabul etmiş, onaylamıştır. Çünkü Futbol Federasyonu yasayla öngörüldüğü gibi özerk bir kuruluştur.”
Kapulluoğlu’nun değerlendirmesi böyle.
Anayasa Mahkemesi kararından sonra kılıcını çeken Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in beklentileri ise farklı.
Gökçek, başkent ekibinin lige dönmesi, federasyonun istifa etmesi ve tazminat ödemesi gerektiğini savunuyor.
Bu mümkün mü?
En azından biri imkansız değil.
Örneğin tazminat ödenmesi. Bu tamamen Ankara 4. Asliye Hukuk mahkemesinin kararına bağlı. Uzak bir olasılık da değil.
Ya aksi olsaydı?
Yarın hakkının yendiğini iddia eden bir başka takım, futbolcu, teknik adam, hatta kulüp yöneticisi beğenmediği Tahkim Kurulu kararından sonra yargıya gidebilirdi.
Milyonlarca dosyanın sıra beklediği, zaman aşımı nedeniyle katillerin salıverildiği, çete elebaşlarının özgürlüğüne kavuştuğu yargı düzeninde yüzlerce, hatta binlerce futbol davası sıraya girebilirdi.
Sonra ayıkla pirincin taşını.
Şimdi yapılacak bir şey var:
Futbol Federasyonu iğneyi kendisine batırır ve bugünkü tartışmaların temeline inebilirse, pek çok sıkıntının önüne geçilebilir.
Hemen her dönemde yaşadık gördük. Kimse üzerine alınmasın, ancak futbolda yargı kurullarının maniple edilmesinin önüne geçilmesi şart. Kurulların tam anlamıyla bağımsız ve özerk çalışma koşullarına kavuşması da tabii.
Tahkim’in yeniden yapılanması ve CAS benzeri bir oluşum bunu sağlayabilir.
Nasıl olacak bu?..
Tabii ki yasal düzenleme ile. Siyasi iktidarın onayı ile.
Federasyon, yasa koyuculara 5894 sayılı kanunun Tahkim Kurulu’nun görev ve yetkileriyle ilgili maddesinin değiştirilmesi zorunluluğunu anlatabilirse sorun yok.
Tahkim kararlarının hangi kıstaslarda yargıya taşınabileceğinin altı çizilir, bu yönde bir düzenleme yapılırsa, kaos fırsata dönüştürülebilir.
Böylece her zaman futbolu dinamitleme çabası içine girenlerin de yolu kesilir!

Haberin Devamı

Biz de senden yanayız Sadri Başkan!

Hafta içinde Antalya’da yapılan TSYD seminerinin en renkli konuğu kuşkusuz Trabzonspor Başkanı Sadri Şener idi.
Kendine has esprileri, üslubu, açık sözlülüğü ile yine ilgi odağı oldu başkan.
Sadri Şener’i tanıyan bilir.
Lafını esirgemez. Kimseyi kırmak, üzmek adına konuşmaz.
Mesajlarının ucunu açık bırakır, isteyen üzerine alınır.
Faik Gürses’in yönettiği oturumda Sadri Başkan çok önemli bir konuya değindi.
Meslektaşlarımıza hitaben “Ben sizden yanayım. Medya ile köşe kapmaca oynamaya gerek yok. Birlikte kamp yapmalı, antrenman izlemeli ve yakınlaşmalıyız. Buna belki bazı kulüp başkanları karşı çıkabilir. Ancak belli sınırları aşmamak koşuluyla herşeyimizi paylaşabiliriz.”
Bizden birine sorsanız “Yönetici-medya ilişkisi nasıl olmalı?” diye, ancak böyle izah edilirdi emin olun.
Peki neyi eksik Sadri Şener’in diğer büyük kulüp başkanlarından?
Hiçbir şeyi. Biliyoruz ki fazlası var.
En azından insan ilişkileri konusunda çok daha medeni, çok daha usta.
Bizim onu, onun bizleri kendisine yakın görmesi, sevmesi ve zorlanmadan diyalog kurması da bundan.
Burnundan kıl aldırmayan bazı büyük kulüp başkanlarına göre işin raconunu bozan bir kişilik Sadri Şener!
Kalıpların dışına çıkan, aykırı bir insan.
Sempatikliği bile rahatsız ediyordur bir karış suratla dolaşmayı ayrıcalık sananları.
Onlara göre şampiyonluğu kovalayan lider bir takımın başkanı oturaklı davranmalı, “ağır abi“ olmalı.
Aradınız mı telefona çıkmamalı, karşısında gazetecileri görünce azarlamalı, takımı ile ilgili bir haber yapıldığında patronlarını arayıp şikayet etmeli. “Ekmeğinizi bizden kazanıyorsunuz” diye küstahlaşmalı. Hatta, gücü yettiğini işten kovdurmalı.
Buna kısaca “medya fobisi“ diyoruz. Henüz tedavisi yok. Tanrı hepsine acil şifalar versin!
Sözümüz Sadri Şener’e;
Biz de senden yanayız Sadri Başkan. Ağzına, yüreğine sağlık!