Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Galatasaray taraftarı arasında bir anket yapılsa ve “Leo Franco mu, yoksa Nonda mı gitsin?” diye sorulsa, yanıtı büyük olasılıkla Nonda olmazdı.
Jo, Neill ve Dos Santos’un transferinden sonra yabancı kontenjanını boşaltmak için Nonda’yı gözden çıkaran sarı-kırmızılı yönetimin stratejik bir hata yaptığı ortada.
Bu kararı verenler, Jo’nun sakatlanmasından sonra hatalarını anlamış mıdır bilmem ama, görünen o ki Galatasaray takımı gol bölgelerinde birkaç hafta ciddi sıkıntılar yaşayacak.
Ne demek bu?
Sarı-kırmızılı ekip, şubat ayı içinde 5 önemli karşılaşma oynayacak.
Sırasıyla Kayserispor, Antalyaspor, Atletico Madrid, Beşiktaş ve UEFA Avrupa Ligi rövanş maçları var.
Ziraat Türkiye Kupası’nda Antalyaspor ve Avrupa Ligi’nde Atletico Madrid müsabakaları telafisi olmayan sınavlar.
Risk maksimum.
Baros ve Kewell sakat, Jo en az üç hafta yok.
Peki kim üstlenecek takımın skor yükünü?
Nonda, Kewell ve Baros’un ligdeki toplam gol sayısı 21.
Arda’nın 5, Mustafa Sarp’ın 3, Elano’nun 2 golü var.
Elde kalan malzeme belli.
Ya oyunu Arda’ya göre kurgulayıp sistemi değiştirecek ya da Dos Santos - Keita karışımı bir kokteyl hazırlayacaksın.
Elbette Jo’nun sakatlığını öngöremezsiniz. Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi.
Ancak bugün anlıyoruz ki Dos Santos zorunlu bir transfer değilmiş. Galatasaray’ın o pozisyonda oynayacak pek çok alternatifi bulunuyordu. Dolayısıyla Nonda’nın gönderilmesi tartışılacak tercihti.
O zaman?
Franco’nun çok üst düzey bir kaleci olduğu söylenemez. Performansı ortada.
Amaç kontenjanı boşaltmaksa, ligde oynadığı 19 maçta kalesinde aynı sayıda gol gören Leo Franco ilk düşünülen isim olmalıydı.
Öte yanda lig, kupa ve Avrupa’daki istatistiklerine bakın. Görev aldığı süre ve attığı gol sayısını oranlarsanız, Nonda Galatasaray’ın en yararlı oyuncularından biriydi.
Gönderiliş şekli bir yana, Nonda’nın takımda kalması bugün Rijkaard’ın kara kara düşünmesini engelleyebilirdi.
Gerçi Nonda konusunda Hollandalı teknik adamın da etkisi vardır ama, sakatlıkların Galatasaray’ı sezon başı hedeflerinden uzaklaştıracak kadar can sıkıcı boyuta ulaşabileceği, büyük hedefleri olan bir kulüp tarafından hesap edilebilmeliydi.
Sarı-kırmızılı takım şubat ayını kazasız belasız atlatırsa ufku açık.
Baros ve Kewell’ın dönüşüne kadar onca sakatlığa karşın Rijkaard’ın üreteceği alternatiflerle bunu başarmak mümkün.
Özellikle iki kupada oynayacağı maçlar ve alacağı sonuçlar çok önemli.
Aksi takdirde bu virajda araba yoldan çıkarsa, en büyük zararı transfer politikalarını belirleyenler ve Rijkaard görür.
Ne dersiniz sadece Süper Lig Galatasaray’ı keser mi?
Bence kesmez, kesmemeli!

Haberin Devamı

Ferrari ve Mustafa Denizli
Ferrari’nin Sabah gazetesine verdiği röportajın bana göre en çarpıcı yanı Mustafa Denizli ile ilgili söyledikleri.
Ne diyor Beşiktaş’ın başarılı savunma oyuncusu?
“Diğer takım arkadaşlarımı bilemem ama ben Mustafa hocanın rahatsızlığını biliyordum. Bu bizim içimizde olan bir şey. Dışarıya yansıması doğru olmazdı. Bir an önce aramıza dönmesini bekliyoruz.”
Sadece Ferrari değil, belki diğer öğrencileri de biliyordu Denizli’nin rahatsızlığı olduğunu.
Takımdaşlık, profesyonellik, mahremiyet.
Adına ne derseniz deyin.
Beşiktaşlı futbolcuların Denizli ile en önemli kazanımı bu olsa gerek.
Aile içi sorunları ve sevinçleri orada yaşamak.
Yaşadıklarını dışarıya yansıtmamak.
Tıpkı Nihat’ın Mustafa hocaya “Beni oynatma tepkiyi sen alıyorsun” demeyi düşünmesi gibi.
Saygı, sevgi, otorite, tekmili bir arada.
Eee kolay değil Mustafa Denizli olmak. Ve hep öyle kalmak.
Tebrikler hocam, bir kez daha geçmiş olsun.
Biz de bir an önce geri dönmeni bekliyoruz.

Haberin Devamı

Herkes yıpranıyor
A Milli Takım teknik direktörlüğü konusunun en çok Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener ve kurmaylarını rahatsız ettiğini biliyoruz.
Ancak olay, ulusal medyanın sınırlarını aşmış görünüyor.
Örneğin, İngiltere’nin en saygın gazetelerinden Guardian, önceki gün Guus Hiddink’in Türkiye yolunda olduğunu yazdı.
Rusya Federasyon Başkanı ile görüşmek üzere Moskova’ya giden Hiddink’in bu haberi doğrular nitelikteki açıklamaları da ajanslara düştü.
Bununla birlikte ortada bazı sorunlar var.
İlki, Hiddink’in Haziran ayına kadar Rusya Milli Takımı’nın başında kalma olasılığı. Bu durumda Futbol Federasyonu’nu eleştirilere açık bir süreç bekliyor.
İkincisini Metin Tükenmez önceki gün Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde gündeme getirdi.
Hiddink’in 1990 yılında Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra ülkesindeki bir gazeteye yaptığı açıklamaları anımsattı.
Haberin detaylarına burada girmeyeceğim.
Sadece Hiddink’in başının ağrıyabileceğini söyleyebilirim.
Bir de şu var;
“Türkiye’den ayrılan hangi teknik adam ve futbolcu gittikten sonra konuşmadı ki?” diye sorulabilir.
Örneğin Roberto Carlos. Yarın teknik adam olarak geri döner ise çalışma izni vermeyecek miyiz?
Anlaşılan teknik direktörün adı konmadığı sürece bu tarz tartışmalar uzayıp gidecek.
Daha önce de söylemiştik, federasyon zorunlu olarak izlediği bu politikayı değiştirip, yaşanan gelişmeleri ilk ve yetkili ağızdan spor kamuoyu ile paylaşmayı tercih etmeli.
Aksi takdirde Trapattoni, Hiddink, Löw derken, yıpranan federasyon ve Türk futbolu olacak.

Haberin Devamı

Moritz bizden biri
Kasımpaşasporlu Andre Moritz’i dinlediniz mi hiç?
Dün televizyon kanallarını dolaşırken Ülke TV’de katıldığı bir programa denk geldim.
2.5 yıldır ülkemizde bulunan Moritz bizden biri kadar Türkçe konuşuyor, her soruya düzgün ve mantıklı yanıtlar veriyordu.
Doğrusu ağzım açık dinledim anlattıklarını.
Hele “Hristiyanım ama müslümanlığı da öğrenmeye çalışıyorum” ifadeleri dehşete düşürdü beni.
Ve gözümün önüne Brezilyalı futbolcunun 5 sezonu aşkın bir süredir Türkiye’de forma giyen vatandaşları geldi.
Röportajlarında hâlâ tercüman kullanan, öğrendikleri birkaç sözcüğü bile telaffuz etmekten kaçınan lejyonerler!
Tabii ki kendi tercihleri.
Fakat para kazandıkları ülkenin insanlarını ile diyalog kurmak ve o kültürü anlayabilmek için buldukları fırsatı değerlendirememeleri, garip geliyor bana.