Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Terim ne derse “o” olur


“Fatih Terim, Milli Takım’daki görevine devam etmeli.”
“Afrika’ya gitme şansımız binde bir de olsa, bu olasılığı son dakikaya kadar kovalamalı.”
“2012 Avrupa Şampiyonası grup elemeleri öncesi yardımcıları dahil maaşı artırılmalı, teknik heyete olan güven tazelenmeli.”
Bu düşüncelere sahip bir futbolseverseniz ve dost sohbetlerinde bunları yüksek sesle dile getirebiliyorsanız, en iyi olasılıkla ya deli derler size, ya da Fatih Terim fanatiği.
Bugün bir anket yaparak sorsanız, acaba nasıl bir sonuç çıkardı ortaya?
En azından şundan eminim; 2008 Avrupa Şampiyonası sonrası “Terim kalmalı” diyenlerin yarısı bu fikrinden vazgeçmiştir.
Avrupa üçüncülüğünden sonra Fatih hoca bir soruya şu yanıtı vermişti:
“Başarısız olsaydık gereğini yapardım.”
Peki, Türkiye’de özellikle Terim gibi otoriter, karizmatik, futbolcular kadar futbolu yönetenler üzerinde de ağırlığı olan bir teknik adama, başarısız olduğunda “Hizmetlerinden ötürü minnettarız. Buraya kadarmış” diyebilecek bir federasyon yöneticisi var mı?
Hiç sanmıyorum.
Örneğin, Dünya Kupası şansımız neredeyse sıfırlanmış iken, Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener kendisine “teşekkür edip” yeni bir yapılanmanın düğmesine basabilir mi?
Çok düşük bir olasılık.
Her fırsatta 2012 yılına kadar Terim ile birlikte olacaklarını tekrarlayan Özgener’in, böyle bir hamle yapması neredeyse imkansız.
Öyleyse?
Kamuoyu tepkisi ve medya baskısı etkili olamayacağına göre, “Tamam mı, devam mı?” kararını verecek tek kişi kalıyor geriye;
Fatih Terim.
Bu süreçte acımasız eleştiriler, kişilik haklarına saldırılar, ders alıp ders vermeye kalkanların sayısı artıkça, Terim’in bozulan kimyası mantık dışı davranışlara yol açabilir.
Ben, Terim’in başladığı işi yarım bırakarak gitmesi taraftarı değilim.
Kendisinin de farklı düşündüğünü sanmıyorum.
Bir mucizeyi gerçekleştirebileceği için değil.
Mesleğine ve birlikte yola çıktığı öğrencilerine saygı adına, Ermenistan maçının doksanıncı dakikasına kadar Terim milli takımın başında kalmalıdır. (Ceza alıp kulübeye inmeme olasılığı bulunsa bile)
Her anı stresle geçen 2010 serüveninde, hırpalanan bedenler ve zihinlerin taze başlangıçlar için yenilenmesi gerekir.
Terim’in ne kadar yıprandığını Bosna maçının 27. dakikasında tüm Türkiye gördü.
Deneyimli hocanın tribüne çıkması, aslında sonun başlangıcıdır.
Tarzını onaylarsınız veya eleştirirsiniz. Ancak yaptığı hizmetler ve futbolumuza kazandırdığı değer ortada iken, ülkenin Başbakanı dahil kimse ona “git” diyemez.
Terim “başarılıdır” ifadesini kullanabilmemiz için, A Milli Takım en azından bugün Bosna’nın bulunduğu yerde olmalıydı.
Ne demişti Terim, “Başarısız olsaydık gereğini yapardım.”
Fatih hoca ve öğrencileri bu kez başaramadı.
13 Ekim akşamı, Bursa Atatürk Stadı.
Bosnalılar kendi ayağına kurşun sıkmaz ise, Terim’in sözünü yerine getireceği tarih ve yerdir!

Kaş yapayım derken!
Süper Lig’de hakemlik oldukça cazip bir hale geldi.
Yıllardır Avrupa’dan geri kaldıkları yolunda şikayetlerini dinlediğimiz hakemlere artık ülke standartları için küçümsenmeyecek maç tazminatları ödeniyor.
Örneğin, Süper Lig’de bir karşılaşma yöneten hakem, 2 bin 145 lira alıyor.
İyi bir performans gösterip ayda iki maç alan hakemin cebine, antrenman ücretleriyle birlikte 5 bin liraya yakın para giriyor.
İşin bonusu da var.
Sezon içinde toplamda en az 15 maçta görev yapanlar, yönettikleri müsabaka başına federasyon tarafından ortaya konan 100 bin lirayı paylaşıyor.
Yüzde 30’luk zam bir anlamda yarı profesyonelliğe geçişin ilk adımı.
Buraya kadar her şey güzel, olması gerektiği gibi.
Ancak sorun, Merkez Hakem Kurulu’nun maç dağıtımında ne kadar adaletli ve eşit davranacağında.
İşin içine akçeli konular girince kimse babasını tanımaz.
Camia MHK sayesinde ayrışma yolunda önemli bir mesafe almışken(!) bir de maç kapma kavgası başlarsa, ayıklayın pirincin taşını.
İşte o zaman kaş yapayım derken göz çıkarırsınız ki, hakemlik adına en büyük tehlike budur.

Onursal Başkan olmak
Tutturmuşuz bir onursal başkanlık gidiyoruz.
Nedir bu meşhur onursal başkanlık?
Türk Dil Kurumuna göre, “Bir kuruluşa onur vermek için, sorumluluğu veya yetkisi olmadan, başkan seçilen kimse.”
Onursal başkan deyince aklıma gelen ilk isim Şenes Erzik.
Özerk futbolun temelini atan ve tam 8 yıl Futbol Federasyonu Başkanlığı yapan Erzik, bu defteri kapatınca dönemin yönetimi tarafından “Onursal Başkanlık” unvanı ile taçlandırıldı.
FIFA ve UEFA’daki önemli misyonu da etkili oldu kararda.
İz bıraktı, hizmet verdi, uluslararası arenada etkili ve yetkili kişi oldu.
Bugünlerde gündemin tartışılan konularından biri Ankaragücü- Ankaraspor işbirliği.
Ahmet Gökçek’in Ankaragücü Kulübü başkanlığına seçilmesiyle başlayan süreç, iki kulüp arasında organik bağ bulunduğu gerekçesiyle Ankaraspor’u küme düşme aşamasına getirdi.
Bakıyoruz ekranlara, gazete sayfalarına, başrolde iki isim var.
Ankaraspor Onursal Başkanı Melih Gökçek.
Ankaragücü Onursal Başkanı Cemal Aydın.
Açıklamalar, itirazlar, savunmalar, yol göstermeler, hatta tehditler iki onursal başkandan geliyor.
Peki, olayın içindekiler ne yapıyor?
Ruhi Kurnaz ve Ahmet Gökçek niçin susuyor?
Kurnaz “Bu operasyon siyasidir” gibi garip bir laf edip köşesine çekiliyor, Ahmet Gökçek “Ankaraspor ile hiçbir bağım yoktur” kestirmeciliği ile topu babasına atıyor.
Sazı da onursal başkanlar çalıyor.
Adeta dedikodular doğrulanıyor.
Onursal başkanların işi midir federasyonla kavga etmek, hukuk aramak?
Yoksa o iki kulübün başkanları bu kadar yetersiz, bilgisiz, ilgisiz midir hak aramak için?
Demek ki “seçilmişler” değil, “onurlandırılmışlar” yönetiyor iki kulübü de.
Bu hırs ve ihtiras ile yakında Türk futbolunu da idare etmeye talip olurlarsa, şaşırmasın kimse!