Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İnsanların siyasi görüşlerini öğrenmek için anket yapabilirsiniz. Zevkleri, beslenme alışkanlıkları, eğitimleri, hatta tuttukları takımlar hakkında da sorular sorabilirsiniz. Ama konu yargıya intikal etmiş ve mahkeme aşamasına gelmişse, hiç kimseyi peşinen suçlu veya suçsuz ilan etme hakkını kendinizde göremezsiniz. Hele bir de bunu kamuoyu araştırması gibi sunup, zihinleri karıştıramazsınız.
Nereden mi geldik bu noktaya?
Halkın nabzını tuttuğu ileri sürülen bir araştırma şirketinin hafta başında futboldaki şike ve teşvik soruşturmasıyla ilgili açıkladığı anket sonuçlarından.
1500 kişiye sormuşlar; “Şike soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın suçlu mu yoksa suçsuz mu olduğuna inanıyorsunuz?”
Yıldırım’ın suçlu olduğunu düşünenlerin sayısını da açıklamışlar; yüzde 65.9.
Asıl suç bu işte!

Yıldırım’ı suçlu ilan etmek
Aziz Yıldırım veya halen cezaevinde bulunan tutuklu diğer spor adamlarının hiçbiri babamızın oğlu değil.
Hukukun temel ilkesidir; hakim karşısına çıkıp, işledikleri ileri sürülen suçla ilgili hüküm giymedikleri sürece herkes masumdur.
Unutmayalım, bu ülkede 75 milyon insan yaşıyor. Emin olun, şike soruşturması denen şey, yarısından fazlasını ilgilendirmiyor.
Milletin derdi ekmek kavgası, yaşam çabası farklı. Bana ne diyor şikeden, teşvikten. “Akşam sofrada aş var mı?” diye soruyor çoğu.
Gelelim bardağın dolu tarafına.
Anket sonuçları “suçsuz” deseydi Yıldırım aklanmış mı sayılacaktı?
Elbette hayır. Her ikisi de yanlış.
“Efendim düşünce özgürlüğüdür. İnsanlara fikirlerini sorduk. Ne var bunda?” savunmasıyla sıyrılamayız işin içinden.
Amacı ve sonuçları ne olursa olsun, ortada yargıyı etkilemeye yönelik bir girişim varsa, kimse egolarını tatmin etmek için bu tarz medyatik bir şova alkış tutamaz, tutmamalı.

Haberin Devamı

Sancılı geçecek bir süreç
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Ak Parti ve hükümetin en etkili isimlerinden biridir.
Ağzından çıkan sözler her ne kadar kendi görüşlerini ifade etse de, yakın geçmişe baktığımızda tamamına yakını uygulama aşamasında Arınç’ın düşündüğü ve söylediği gibi olmuştur.
Sayın Arınç şiddet yasasının değiştirilmesi ile ilgili soruyu yanıtlarken çok net konuştu:
“Biz bu kanunu uygulansın diye yaptık. Kanunun altından kalkamayız düşüncesi kulüp yöneticilerin acizliğini gösteriyor”.
Önceki gün de Başbakan sert ifadeler kullandı.
Peki, zirvedeki iki önemli isim bu kadar kararlı konuşurken, Kulüpler Birliği neye ve kime güvenerek harekete geçti?
Şike soruşturmasının seyrini değiştirebilecek bu girişimin hükümetten yeşil ışık alınmadan yapılabilmesi mümkün mü?
Ya da hükümete rağmen böyle bir taleple ortaya çıkmak olası mı?
Hiç sanmam.
Gelinen noktada tablo şu;
Muhalefet partileri yasa değişikliğine olumlu bakıyor.
Lakin mecliste grubu bulunan üç muhalefet partisi bir araya gelse bile, iktidar “evet” demedikçe bu yasanın değişme şansı yok.
O halde?
Edindiğimiz bilgiler, Ak Parti önce kamuoyunun nabzını ölçecek, tepkileri alacak, ardından da Vakfın hazırladığı önerinin ne kadarının kabul edilebilir olduğunu değerlendirecek.
Sonrası mı?
Yasa yapmak sanıldığı kadar kolay değil. İktidar partisinin görüşü değişir, uzlaşma sağlanırsa, sürecin tamamlanması en iyi olasılıkla yıl sonunu bulacak.
Neden mi?
Konunun teknik yanı bir hayli karışık.
Öneri, yasa teklifi haline getirilip ilgili bakanlık tarafından Bakanlar Kurulu’na sunulacak.
Bakanlar Kurulu üzerinde mutabakat sağlayıp mecliste ilgili komisyona sevk edecek.
Masasında onlarca tasarısı bulunan komisyon teklifi sıraya koyacak, uzmanlar bir daha değiştirilmeyecek şekle gelmesi için çalışacak.
Komisyondan çıkan tasarı, TBMM Genel Kurulu’na gönderilecek.
Öncelik tanınmazsa yasanın genel kurulda görüşülüp kabul edilmesi aylar alacak.
Anımsayın, 1.5 yıllık yoğun çalışmadan sonra Şiddet Yasası’nın yürürlüğe girmesi için o günlerde bizzat Başbakan’ın gayreti vardı.
Bugün siyasi atmosfer ve ülke gündemi çok farklı.
Tabii senaryonun aktörleri de!

Haberin Devamı

Unutulmasınlar
Futbol Federasyonu ligden sonra milli maçlara da bayan ve çocuk seyircilerin ücretsiz alınmasını sağlayarak bir hamle yaptı. Ancak
bir şey unutuldu.
Şu an A Milli Takımı çalıştırmış ve hayatta olan toplasanız 10 kişi var.
Federasyon bir jest yapıp bu değerli insanları Almanya maçına davet
edemez miydi? Eminim yoğun tempoda unutuldu. Bizden anımsatması. Belki Azerbaycan maçına kısmet!

Haberin Devamı

Özür ve zorunlu yanıt!
Sonradan İstanbullu olma futbol yorumcusu kardeşimiz, yine kulaktan dolma bilgilerle insanları suçlayıp, gazetecilik dersi vermeye çalışmış.
Hangisini sıralayalım ki...
Bir; konu Türkiye Spor Yazarları Derneği hakkında yürütülen vergi incelemesi ve öngörülen para cezasıdır. Yani kardeşimizin iddia ettiği gibi sahte fatura davası değildir.
İki; cezaya karşı Danıştay ve Yargıtay yolu açıktır. Nitekim TSYD Genel merkezi 7 dosya ile ilgili olarak önceki gün Danıştay’a başvurusunu yapmıştır. Merak ediyorsa dosya no 2011/ 1093-99’dur.
Üç; belli ki, kuşu yine yanlış şeyler fısıldamış. Araştırmacı arkadaşımızın dernek lokalinde okey oynamakla itham ettiği ben, iki yıldır sözünü ettiği binanın önünden bile geçmemişimdir. Pardon, seçim için gidip oy kullandığım iki saatlik süre hariç. (Bazılarının kuyruk acısı, herhalde son dört seçim sonucuyla ilgilidir).
Dört; söz ettiği “pislik” sözcüğünün patenti kendisine aittir ve 30 Haziran 2010 tarihli yazısında, dernek yöneticileri için kullanmıştır.
Beş; uçak bileti alıp, iki kez Ankara’ya neden gelmiştir bilemem ama, vergi daireleri ve mahkemeler kapıyı her çalana belge ve bilgi vermezler. Verdilerse suç işlemişlerdir.
Altı; kardeşimiz söylediğimi ileri sürdüğü “Bazı gazeteciler mahkeme bittiğinde utanacaklar” cümlesini rüyasında görmüş olmalıdır. Zahmet edip atıfta bulunduğu 3 Temmuz 2010 tarihli yazımı internetten bulup okursa, bu cümlenin bana ait olmadığını anlayacaktır. Sanırım gayreti, kendisini “gazeteci” olarak görme arzusundandır. Ama nafile...
Uzatmayalım. Arkadaş yazısının sonunda özür bekliyorum demiş. Yukarıda sıraladığım sebeplerden sonra kimin kime özür borcu olabilir, varın siz karar verin!