Milli Takım "Engelli bir takım var ama!"

"Engelli bir takım var ama!"

11.10.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

Avrupa şampiyonluğuna uzanan hikaye bize çok şey anlattı. Ama en çok şunu anlattı: Başarı için yüreğin yoksa, elinin, kolunun olması çok da önemli değil... Ortada bir engelli takımı var ama o engelli takımı asla “Ampute Milli Takımı” değil...

Engelli bir takım var ama

ŞANSAL BÜYÜKA ile DOBRA DOBRA

Haberin Devamı

Yılmaz Özdil günler önceden yazmasa, bu ayıbı yüzümüze vurmasa, “Ampute” milli takımının farkında bile olmayacaktık. Yılmaz Özdil çok hak edilmiş bir başarıyı, bu aslan yürekli kardeşleri yazdı da Türkiye şimdi ayıbını temizlemeye çalışıyor. Avrupa şampiyonluğuna uzanan hikaye bize çok şey anlattı. Ama en çok şunu anlattı: Başarı için yüreğin yoksa, elinin, kolunun olması çok da önemli değil...
Ortada bir engelli takımı var ama o engelli takımı asla “Ampute Milli Takımı” değil...

Gazetelerin spor sayfalarını açtık baktım, önce Ampute Milli Takımı manşet, altında ya da yan sayfalarda A Milli Takımın Finlandiya maçı...
Doğrusu budur. Bravo sayfa yöneticisi arkadaşlara... Hak eden, hak ettiği yerde olmalı... Biz hak etmeyenlere sevgimizi, manşetlerimizi yıllarca verdik , onlar bu millete karşılığını hiç vermediler, veremediler. Sevgimiz de, manşetlerimiz de artık hak edenlerin olsun. Sanal kahramanlara değil, Ampute Milli Takımı’nın oyuncuları gibi yüreklere ihtiyacımız var.

Haberin Devamı

Lucescu önce yabancı oyuncu sayısının fazlalığından şikayet etti. Sonra, “Bir takımdan üç oyuncu bile alamıyorum” diye dertlenmeye başladı. Lucescu’nun bahane üretmeye ve dertlenmeye hiç hakkı yok. Teklifi kabul ederken, imzayı atarken, parayı alırken bunların hepsini biliyordu. Atmasaydı imzayı o zaman...
Milli takımın radikal biçimde gençleşeceğinin işaretlerini alıyoruz. Doğru bir karar... Ancak takım gençleşirken, hocayı da gençleştirmek yararlı olmaz mı? Hiç olmazsa arada kuşak çatışması çıkmaz, birbirlerinin dilinden anlayan bir ekip olurlar. Bana göre bu da tartışılmalı...

Milli takımda radikal değişiklikler bekleniyor ama geçmiş yıllar çok çabuk unutuyoruz. Ersun Yanal takımın başındaydı. Hakan Şükür’ü milli takıma almadı, üç maçta hocayı yedik. Abdullah Avcı, milli takım hocasıyken gençlerden kurulu umut vaadeden bir takım yapmıştı. Hoca bu takımda Selçuk İnan’a ihtiyaç duymadı, kıyamet koptu. Abdullah Avcı’yı üç-dört maçta kapıya koyduk. Son dönemde Lucescu, elbette hatalı bir kararla Oğuzhan’ı kadroya çağırmadı, bir baskı yedi. “Pardon” deyip ertesi günü çağırdı.
Tamam, hocalar milli takım için radikal adımlar atsınlar da, biz kendilerine bu rahatı, bu hareket ve düşünce özgürlüğünü vermiyoruz ki...

Haberin Devamı

Kulüplerle bu kadar

Altyapıdan oyuncu çıkarmak istiyorsak bunu zorla, dayatarak yapmak durumundayız. Kulüplerin insafına, kulüp yöneticilerin vicdanına kalan bir altyapıdan oyuncu çıkmaz.

Şimdi öyle mi bilmiyorum. Ersun Yanal, Futbol Federasyonu’nda altyapı görevlisiyken, kulüplerde altyapılarda çalışan hocaların maaşı federasyondan giderdi. Bu hocalardan biri Ersun Yanal’ı arıyor, “Hocam” diyor, “Gönderdiğiniz 2000 liranın 1000 lirasını kulüp istiyor, vermezsem beni göndereceklerini söylüyorlar.”

Belki abartılı bir örnek ama maalesef doğru... O istenen 1000 lira da kulübün kasasına mı gidiyor, isteyenin cebine mi o da belli değil... Genellikle böyle bir anlayışın egemen olduğu yerde gerçek anlamda altyapı olmaz. O altyapıdan futbolcu çıkmaz. Biz altyapıdan oyuncu çıkarmak istiyorsak bunu zorla, dayatarak yapmak durumundayız. Kulüplerin insafına, kulüp yöneticilerin vicdanına kalan bir altyapı ancak bu kadar olur. Yani oyuncu çıkmaz.

Haberin Devamı

Kulüplerin altyapılarını kimler çalıştırıyorlar? Kariyerleri nedir, eğitimcilikleri nedir, beslenme konusunda, genç bir vücudu geliştirmek konusunda bilgileri nedir? Altyapılarda bu özellikleri taşıyan hoca var mı? Yoksa bizi virüs gibi saran eş-dost-eski futbolcu üçgeninde dönen atamalar mı yapılıyor? Hiç kuşkunuz olmasın, çoğu yetersiz, bilgisiz ama güçlü torpili olanlar işbaşındalar...

Futbol Federasyonu, kulüplerden gelecek tepkilere gözlerini, kulaklarını kapayarak, bu altyapı atamalarını kendi yapmalı... Ya da kulüplerin teklif edeceği altyapı hocaları için bizzat federasyon tarafından yapılacak “onay” şartı koymalı...

Sonuçta bu işin sıkı kriterleri olmalı, maaşlar ona göre ödenmeli... Federasyon, kulüplerin altyapılara harcayacağı paraları karşılamalı, bu harcamayı kulübün yayın gelirinden kesmeli... Başka türlü olmaz. Eğer bu iş kulübün insafına, vicdanına, cüzdanına kalırsa bugüne kadar yürümediği gibi, bundan sonra da yürümez.

Haberin Devamı

84 milyon euro ödediler

Avrupa kulüpleri geride bıraktığımız transfer ayında Hakan Çalhanoğlu, Emre Mor, Cengiz Ünder, Enes Ünal, Ömer Toprak ve Yunus Mallı’yı renklerine katabilmek için toplamda tam 84 milyon euro harcadılar. Avrupalı bizim gibi değil, parası kıymetli... Bir euro harcarken kılı kırk yarar. Bunu rağmen Türk oyuncular için ödenen tam 84 milyon euro... Üstelik Cenk Tosun’a, Yusuf Yazıcı’ya yüksek bonservis ücretleriyle çok önemli teklifler var. Bu oyuncuların tamamı bizim milli takımımızda... Türk Milli Takımı’nda... Avrupalının milyonlarca euro ödeyerek kapıştığı bu Türk oyunculardan biz nasıl oluyor da yeteri kadar yararlanamıyoruz? Bu işte bir yanlışlık, bir sakatlık var. Sakatlığın kimde olduğunu bulmak lazım...

Kendimize mi benzetiyoruz?

Ömer Toprak ile Hakan Çalhanoğlu, Alman futbolunun yetiştirdiği çok değerli iki oyuncu... Ömer Toprak bugün Dortmund gibi iddialı bir takımın vazgeçilmez oyuncusu... Hakan Çalhanoğlu, Alman liginde gösterdiği göz kamaştırıcı performans ile çok yüksek bonservis ücretiyle Milan’a gitti. Bu kadar beğenilen, vazgeçilemeyen iki oyuncuya bakıyorum, bizim milli takımda iş yapamıyorlar. Alman disiplini ile yetişen bu iki oyuncuyu bize gelince acaba kendimize mi benzetiyoruz?

Arda’ya çağrı

Düşenin dostu olmazmış. Arda’ya bir vuran şimdi bin vuruyor. Arda bu düşüşten sonra ayağa kalkmak, yeniden başlamak için hayatının ve yaşamının merkezine sadece futbolu koymalı... Özel yaşamından zararlı ve gereksiz kalabalıkları çıkarmalı... Sosyal medyadan sürekli sağa-sola “ayar” çekerken, ciddi anlamda tepki topladığının farkına varmalı... Barcelona ya da bir başka takımda sürekli oynayana, maç alışkanlığını yeniden kazanana kadar, çağırılsa bile milli takıma gelmemeli... Linç kültürünün bu kadar acımasız olduğu bir ortama malzeme vermemeli... Bu kadar yetenek varsa, “ikinci bahar” da vardır, bunu unutmamalı...

Köfteciden al haberi!

Eskişehir’de oynanan İzlanda maçına giden bir dostum anlattı. Maç günü Eskişehir’e gitmişlerdi. Saat 16.00-16.30 sıralarında o meşhur köfteciye gitmişler, siparişlerini vermişler. Yani maça 4-5 saat kala... Dükkanın patronu yanlarına gelmiş, “Kusura bakmayın milli takıma köfte gönderiyorum, sizin servisinizi 10 dakika geciktireceğiz” demiş.
Umarım bu köfteler oyunculara değil, yöneticilere ya da başka görevlilere gitmiştir. Benim bildiğim maç yemeğinin çok ciddi özelliği vardır ve dikkat edilir. Köfte iyi hoş da içinde bolca yağı var, sarımsak var, bilumum baharat var. İnsanın ağzından -burnundan fabrika bacası gibi çıkar. Bu köfteleri futbolcular yedi mi yemedi mi bilmiyorum ama hepimizin bildiği, maç bizim için maç olmaktan çıktı, hepimizin ağzından-burnundan geldi.

Gücümüz var niyetimiz yok

Yıllar önce Riva’daki futbol lisesini gezmiş umutlanmıştık. Riva’daki liseyi Anadolu’da yeni liselerin takip edeceğini duyunca sevinmiştik. Hepsi, çoğu şey gibi sözde kaldı, yalan oldu. Oysa bu ülkede futbol tarlaları var. Kocaeli-Sakarya- Bursa-İnegöl... Örneğin bu tarlaları kapsayacak Yalova merkezli bir futbol lisesi kurulamaz mı? Özenle seçilmiş yaklaşık yatılı 100 öğrenci-futbolcu adayı bu okullarda hem eğitim yapıp, hem futbolcu olma, yıldız olma yolunda geliştirilemez mi?
Aşağıda İzmir... Güneyde Adana... Karadeniz’de Trabzon... Çevre illerden “geleceğin yıldızı olacak” denilen öğrencileri toplayamaz mı? Hem yıldız, hem eğitimli birey olma konusunda bu evlatlar yetiştirilemez mi?
Bu işi mütevazı bütçesiyle Altınordu yapıyor, bu kadar büyük bütçesi ile Futbol Federasyonu, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı yapamaz mı? Aslında gücümüz var da, niyetimiz yok. Zaten sorun burada...

Delege yapısı değişmeli

Gelmiş geçmiş Futbol Federasyonlarını hep eleştiriyoruz da, bu genel kurul yapısıyla iş yapma şansları, kulüplerin istemediği bir şeyi uygulama ihtimalleri hiç yok. Genel Kurul yapısının yüzde yüze yakını kulüp delegelerinden oluşuyor. Kulüpler “Önce ben” dedikleri için, Türk futbolunu geliştirecek çarpıcı adıma izin vermiyor. Bu delegasyon yapısı değişmeden Türk futbolunu kurtaracak devrim gibi kararları almanız mümkün değil... Sorun milli takımın ilk 11’inde kimin oynadığı değil, sorun burada... Var mı bunu tartışan, talep eden, gündemde tutup oluşturan... Bir iki cılız sesin dışında duymadım.

İşinin ehli bir menajer zorunlu

Milli futbol takımı koca bir yılda puana dayalı sadece 6 maç oynuyor. Senede 3-4 defa ya toplanıyor, ya toplanmıyor. Ama bakıyoruz, özellikle son iki yılda milli takımda çıkan olaylar, her gün bir arada olan ve senede neredeyse 60 maça yakın oynayan kulüp takımlarımızda çıkmıyor. Sanki kamplarda bir boşluk var gibi...
2002’de milli takım, dünya üçüncüsü olurken menajer Can Çobanoğlu’nu hatırlıyorum. Kalınacak otellere önceden gidip futbolculara uyar mı diye yatak boylarını bile ölçerdi. Çobanoğlu tipi bir menajere kaçınılmaz biçimde ihtiyaç var gibi... Ama bu menajer de çoğu atamada olduğu gibi hatır-gönüle, torpile, siyasete, ağaya-babaya göre gelecekse hiç gelmesin... Görüyoruz, torpilli gelenler hemen patlıyor.

Tek eksiği torpil

Kırk yıllık gazeteciliğimde Yılmaz Vural için “tek satır” yazmadım. “Hemşehrisidir, koruyor, kolluyor” demesinler diye... Oysa Yılmaz Vural’ın korunmaya da ihtiyacı yok. Bugün ülkemizde teknik direktör olarak, en yüksek, en kariyerli, en prestijli diplomaya sahip... Ülkede seviliyor, sayılıyor. Düşünüyorum, tek eksiği, torpili yok herhalde...