Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bir “tüketici” olarak çok sevdiğiniz gofreti üreten markanın imalatta kullandığı sütü kooperatif yerine direk üreticiden almaya kalkması veya mandıra kurmayı düşünmesi sizi ilgilendirir mi?..
Hayır değil mi?
Siz gofretin lezzetine ve fiyatına bakarsınız. Biri azalır, öteki artarsa bırakırsınız; o kadar.
“Yayın Haklarını Kulüplerin yönetme fikri” de aynı şey!
Normalde zerre kadar ilgilendirmez “taraftar” denilen nihai tüketiciyi.
Lakin kazın ayağı öyle değil. Birincisi, her ne kadar taraftara tüketici gömleği giydirilmeye çalışılsa da olayın arz-talep meselesini, kalite-teveccüh dengesini aşan boyutları var.
Kısaca arada aşk var.
Dolayısıyla endişeleniyor taraftar.
Haksız mı?
Şu güzide kulüplerimiz vergi indirimi dışında- aralarında hangi konuda anlaşıp şahane bir sonuç yarattılar ki, yayın ihale gelirinin paylaşılması gibi “akçalı ve netameli” bir konuda hemfikir olacaklar?
Ayrıca kulüplerin mali açıdan nasıl yönetildiği apaçık meydanda... Her biri kendi kulübünü ödeyemeyeceği borçlara mahkum etmiş insanların eline, futbolun en büyük kaynağını denetimsiz ve disiplinsiz teslim etmek delilik değil mi?
Bir korner, bir sarı kart için birbirlerine girenler, bir futbolcusunun ayağı incinse Milli Takım’dan bile nefret edenler, “batık durumda para paylaşırken” iş nereye varır diye endişeleniyor o kulüplerin “müşterileri”!
Haksız mıdırlar?
Herkes biliyor ki, batık kulüplerin gözü yayın haklarından Futbol Federasyonu’na kalan, Milli Takım’dan tüm alt yapı ve organizasyonlara kadar pek çok kalemde kullanılan hissededir.
Ve herkes biliyor ki, Nil timsahı gibi her şeyi yutan borçların diş kovuğuna bile yetmeyecektir o kaynak...
Çarçur olup gidecektir.
Bu memleket daha çok gofret yiyemeyeceğine, malum lezzete fahiş fiyat ödeyemeyeceğine, kimse yüzde on fazla gelirle bütçesini düzeltemeyeceğine göre kurulu düzen mi iyidir, sonu meçhul yeni düzen mi...
Endişe budur.

Haberin Devamı

G.Saray cephesinde yeni bir şey yok!

3 Şubat 2015 tarihinde sayın Hamza Hamzaoğlu’nun “sorununu” yazmıştım... Bugüne kadar bir değişiklik olmadığı ve halen geçerliliğini koruduğu için aynen alıntılıyorum:

Haberin Devamı

HAMZAOĞLU “USTA” DEĞİL

Çağdaş dehalardan Apple’ın kurucusu Steven Jobs, ölmeden önce verdiği son -belki de ilk- röportajda başarıya giden yolu şu cümleyle özetlemişti:
“Büyük hedeflerle büyük sonuçlar arasında mutlaka büyük bir ustalık gereklidir”.
Evet... Hedefi sonuca bağlayan unsur “ustalıktır”.
Hele hedef büyükse...
İşte Galatasaray’ın ve Hamza Hamzaoğlu’nun gelip tosladığı yer burasıdır:
“Ustalık”!..
Henüz üstat olamadı Hamzaoğlu...
Hor görmek için söylemiyorum; yetenek/bilgi olsa da zaman ve deneyim meselesi...
“Mış gibi” yaparak da usta olunmuyor.
Hatta süreç tersine çalışıyor, kaçınılmaz olarak “özürler”, “itiraflar” ard arda geliyor.
...Bakınız. Bilinçli veya bilinçsiz olarak Fatih Terim’e öykünmektir bu usta olamadan fantastik olmaya çalışmak durumu...
Hatayı süper fikirlerle telafi etmek, ilginç eylemlerle maçı çevirmeye çalışmak ve bir de zafer gelirse adını takımın önüne yazarak “usta” sınıfına atlamak hevesidir.

Haberin Devamı

Tamam... Başakşehir maçında hiçbir işe yaramayan Bruma dururken Yasin’i dışarı alan Hamzaoğlu dördüncü özrünü dileyerek rekor kırdı ama Galatasaraylı futbolcuların hiç mi suçu yok skorun 2-0’dan 2-2’ye gelmesinde?
Unutmayın... Bir futbolcunun değişmesi bile takımın gücünü etkileyebilir lakin Galatasaray gibi bir takım ancak elbirliği ile çökebilir.
“Az verme hırsız edersin, çok verme arsız edersin” özdeyişine benzetirsek, suçu üzerine alıp özür dileye dileye futbolcuları sorumsuz hale getiriyor belki de Hamzaoğlu.

Tezkan yazmış...

Konyaspor, Kasımpaşa maçında Kasımpaşalı Babel sakatlanınca ev sahibi Konyasporlular durdu, Kasımpaşalı Dong durmadı ve gol attı!..
Centilmenliğin cezalandırıldığı andı o...
“Çıkar” adaleti de insanlığı da yenmişti.
Ama sadece bir an.
Kasımpaşa teknik direktörü Şota Arveladze izin vermedi centilmenliğin, adaletin, insanlığın yerlerde sürünmesine... Olaya el koydu, santradan itibaren futbolcularının hareketsiz kalmasını sağladı, Konyasporlu Hasan Kabze topla birlikte yürüye yürüye haksız golü telafi etti.
Artık centilmenlik beraat etmişti.
Adalet ve insanlık, çıkarın sırtını yere sermişti.
Kahramanı ise 2-1 kaybettiği maçın ardından istifasını veren Şota Alveradze idi...
Tam Şota’ya yazacaklarımı düşünüyordum ki...
Futbolu ve ağız tadını en az siyaset kadar iyi bilen Milliyet yazarı sayın Mehmet Tezkan’ın, sahalarımızda ender rastlanan bu ibret hakkında tüm hislerimi şahane özetleyen yazısını okudum; daha iyisini yazamam.
O nedenler hoşgörüsüne sığınarak aynen alıyorum.

HELAL OLSUN ŞOTA

Avantacılığın, kapkaççılığın, ucuz başarının, emek harcamadan kazanmanın, kendinden olmayanı ezip geçmenin prim yaptığı..
Alkış aldığı dünyada...
Takımının attığı yasal ama haksız golü içine sindiremeyen.. Durumu eşitlemek için, haksızlığı ortadan kaldırmak için yenilgi pahasına oyuncularına gol yeme direktifi veren..
Avanta galibiyet peşinde koşmayan..
Şota’ya helal olsun..
Futbolun ötesinde insanlık dersi verdi..

Var mı altına imza atmayan?..
Elinize sağlık sayın Tezkan.

İsmail Kartal art niyetli!

Başlığa bakıp ekrandaki spor programları formatına girdiğimi sanmayın... İsmail Kartal’a ben demiyorum “art niyetli” diye; kendisi kendisini kategorize etti.
Gençlerbirliği mağlubiyeti ardından açıklamasını okudunuz:
“Bahanesi yok bunun” dedi.
Yani net, açık, somut bir özeleştiri. Peki geçen hafta Galatasaray’ı yendiklerinde ne demişti?
“Fenerbahçe’yi eleştirenler art niyetlidir”!..
Bugün Fenerbahçe’yi eleştirenlerden biri de İsmail Kartal olduğuna göre... Mantık meselesi!