Mehmet Demirkol

Mehmet Demirkol

mdemirkol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Adnan Öztürk Liseli olmasaydı 2200 oy alır mıydı?” Kime rastlasam bunu soruyor.
Akla yatkın mantıklı bir soru. Tabii bir yere kadar.
Çünkü hemen ardından şunu da sormak gerekiyor: Adnan Polat yönetiminden memnun olmayan 2200 kişi olması anormal mi?
Sportif açıdan son 5 yılın en kötü sezonu Adnan Polat’ın başkanlığındaki ilk tam sezonunda, geçen yıl geldi.
Polat Avrupa’da başkan olarak Şampiyonlar Ligi’ni görmüş değil.
Birinci hedef olarak seçilen Europa Lig’deki kilit Atletico maçına, eldeki tek santrforu göndererek çıkıldı.
Biliyorum, bir dolu ‘ama’yla Polat’ın yaptıkları iyi işler anlatılabilir. Yine de sonuç değişmeyecektir. Polat başkan olduğundan bu yana sadece TFF Süper Kupa kazanıldı. Sportif olarak elde koskocaman bir başarısızlıktan başka bir şey yok.
Peki bugünü feda etmek pahasına ileriye dönük köklü bir sportif adım atıldı mı?
Bakalım:
2008 Mart’ında Polat başkan olduktan sonra gelen şampiyonluk daha önce futbol şubesini yöneten Adnan Sezgin-Adnan Polat ikilisinin birlikte getirdiği Kalli’nin gönderilmesiyle kazanıldı. Cevat Güler’le...
Ertesi sezonun başında Adnan Sezgin bu kez Skibbe’yi göreve getirdi.
Bir süre sonra Adnan Polat da, Kalli’yi danışman yaptı.
Az sonra Polat, Bülent Korkmaz’ı takımın başına getirip Skibbe’yi yolladı. Kalli görevine devam etti.
Çok az sonra Bülent Korkmaz gitti. Ardından da Kalli ve Cevat Güler...
Bütün bunlar toplam 2 sezonda oldu. Şimdi Haldun Üstünel’in getirdiği Rijkaard’ın ipi yavaş yavaş bizzat yönetim tarafından çekiliyor. Demedi demeyin! Bunun izlerini basında görebilirsiniz.

Haberin Devamı

Garip durum
Alt yapıdaki Ali Yavaş’tan Tugay Kerimoğlu’na kadar uzanan karmaşık hikâyeyiyse hiç saymıyorum. Çünkü orda daha garip bir durum var.
Şimdi bu teknik adam öğütme makinesinden memnun olmayanların var olması anormal mi?
Futbolcu alışverişinden de bahsetmiyorum. 2003’te Terim-Canaydın dönemindeki korkunç sirkülasyondan çok da farklı bir durum yok önümüzde.
2010-11 sezonunda takımda var olması kesin olan 5 oyuncu sayamazsınız. Kiralıklar, piyasası olup gitmek isteyenler, bonservisle gelmiş olan, ama gönderilmek istenenler.
Tüm bu sportif durumdan siz memnun olabilirsiniz. Ya da daha doğrusu Polat yönetimine inancınızı devam ettiriyor olabilirsiniz. Anlayabilirim. Ama memnun olmayanların varlığı da sizi rahatsız etmemeli.
Memnun olmayanlara hemen liseci yaftası yapıştırmak da az ırkçılık, faşistlik değildir, bunu bilin!
Bütün bunlardan sonra şunu da söylemeliyim:
Ben kongre üyesi bir Galatasaraylı olsam Adnan Öztürk’e oy vermezdim. Beni tatmin etmedi. Zaten çevremdeki hiçbir liseli de Öztürk’e oy vermedi. Ama ben onlar gibi Polat’a da oy vermezdim, çünkü bu yukarıdaki hikaye, hikaye değil, gerçek bir plansızlık portresidir.
Çünkü vaatleri beni tatmin etmese de Öztürk’ün temel olarak söylediği tek şey, sorunun altını çizmektedir:
“Burada para israfı var. Gelirlerin % 92’si oyuncu gideri. Kullanmadığımız oyunculara çok para harcıyoruz. Bunu uluslararası standart olan % 60’a çekmemiz lazım”
Adnan Polat çok tecrübeli bir yöneticidir ve hiç kuşku yok ki, kendisini kulüp işlerine vakfetmiştir. İyi niyetinden, dürüstlüğünden de kimsenin hiçbir şüphesi yoktur. Zaten bu durum bizzat kongre tarafından, özellikle de ilk 5 sandığın sonuçlarından (faşistler) açıkça görülmektedir.
Ama tablo da ne derseniz deyin ortadadır. Polat’ın yöneticilikteki üstün başarılarıyla oluşan imajı başkanlık döneminde tuzla buz olmuştur.
Yani aslında başta sorulan soru şöyle sorulmalıdır:
“Eğer lisenin kültürü, istikrara olan inancı olmasa Polat bu başarısızlıkla 2900 oy alabilir miydi?”

Haberin Devamı

Liseli/liseci
Bir kulübü, bir takımı neden seversin?
Eğer bir kulübü bir takımı doğal evriminin dışında değiştirmeye çalışıyorsan neden seversin?
Ben seni seviyorum, ama ismini değiştir dese birisi, yine de onu sever misin? Ya da dinini, dilini. Bunları söylüyorsa sevdiği sen olur musun gerçekten?
Ben size söyleyeyim. Galatasaray Lisesi’nden mezun olup, liseci olan yoktur. Ya da tam tersi, liseci olmayan yoktur.
Galatasaray Lisesi mezunu olup Galatasaraylı olan herkes bu kulübe karşı sorumluluk hisseder. Hayatlarının en önemli yerine kulüplerini koyar. Babaları, dayıları, mahalledeki en sevdikleri abiye özendikleri için değil, bir aile değeri olarak. 6 yaşında ya da 11 yaşında katıldıkları yeni ailelerinin temel bir değeri olarak.
Onlar bu kadar önemsediği, böylesine sorumluluk hissettikleri için Galatasaray bu kadar büyümüştür. Onlara okuldan olmayan gerçek Galatasaraylılar da böyle katılmıştır. Adnan Polat gibi.
Böylece bir okuldan, bir dünya devi çıkmıştır. Onlar önce bunu düşündükleri için, bunun sorumluluğunu aldıkları için.
Bu büyüme sorumluluğu nedeniyle Lise’nin kapıları açılmıştır. Doğru kolay değil, sancılı bir süreçtir bu.
Önce Liseli olmayanlar da top oynamıştır. Sonra liseli olmayanlar da taraftar olmuştur. Sonra liseli olmayanlar da kongre üyesi olabilmiştir. Sonra da başkan... Doğal bir evrimle ama bizzat lisenin iradesiyle... Büyüme ve daha başarılı olma iradesi böyle bir dönüşüme meydan vermiştir. Bu yol kuşku yok ki daha da ilerleyecektir.
Ama bu evrimi bozmaya çalışmak işe yaramaz.
Sevdiğinizi kendi iradesi dışında değiştirmeye çalışıyorsanız, gerçek bir aşktan bahsedebilir misiniz?
Bir günde herşeyi değiştirmeye darbe denir. Ne kültür bırakır, ne hayat görüşü.
Hayat görüşü olmayan bir Galatasaray’ı neden sevesin ki?
Size anlatılan martavala kanmayın.
Ve şunu bilin: Tüm liseliler, hepsi lisecidir.
Ve bu kulübü sizin ve Senegal’deki çocuğun sevgilisi yapan da liseciliktir.

Haberin Devamı

Hâlâ Bursa
Cuma akşamki yenilginin ardından işte Bursa bitti, panik başladı kuşkusu benim açımdan pazar akşamı ortadan kalktı.
Çünkü seyrettiğim 3 zirve maçından sonra yine en iyi takımın Bursa olduğunu gördüm. Beşiktaş’ın olağanüstü, heyecan verici geri dönüşü eğer kalan tüm maçlara yayılacak bir performanssa zaten tartışmaya gerek yok, zirve siyah-beyazdır. Ancak ligin genel seyrine baktığımızda bunu söylemek kolay değil.
Beşiktaş’ın olağanüstü oyununda, farklı kazanmaya kilitlenmiş Rıza Çalımbay’ın erken zafer sarhoşluğunun rolü büyük. İBB’nin 2-0’dan sonraki defansif performansının yanından bile geçemediler. Dağıldılar. İBB ise bunu herkese yapabiliyor. Aralarında taktik disiplin açısından dağlar var.
Galatasaray’ın defans, Fenerbahçe’nin ofans yetersizliğini de buna ekleyince Bursa hâlâ ligin en tam takımı. Sadece bu gerçek bile psikolojik sorunlarını atlatmak için yeterli bir veri.
Bursa hâlâ en iyi...