Skorer Milenyum umutları

Milenyum umutları

01.01.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Milenyum umutları

Milenyum umutları


Bir Türk gencini dünya kürsülerinde cimnastik şampiyonu olarak alkışlamak. Wimbledon'da finalist görmek. Olimpiyat'ta 100 metre ipini göğüslerken izlemek. Yeni bin yılın başlarında umudumuz, hedefimiz, olmak zorunda


       Evet bugün için eksiklerimiz, yetersizliklerimiz, beceriksizliklerimiz var. Ama yarın için... Millenyum'un ilk yıllarında. Bir Türk gencini Wimbledon'da final oynarken görmek... Olimpiyat'ta 100 metre finalinde ipi göğüslerken alkışlamak... NBA'de sayı krallığına giderken izlemek... Dünya Cimnastik şampiyonu madalyasıyla seyretmek. Çok mu uzak, çok mu olanaksız, çok mu iddialı bir hedef ?
       Hanımları sporun içerisine çekmek... Nüfusun hiç olmazsa yüzde 10'unu sahalara yönlendirmek... Avrupa futbol şampiyonluğuna ev sahipliği yapmak.. Olimpiyat sevdasının ateşiyle kıtaların birleştiği yerde meşale tutuşturmak... Futbolda Avrupa şampiyonluklarıyla tanışmak... Hayır hiç de olanaksız değil. Yeter ki isteyelim... Yeter ki inanalım... Yeter ki çalışalım. Ve elele verip, Millenyum'da umutlarımızla buluşalım.

       Başaracağız, başka yolu yok!
       Futbol neredeyse milli sporumuz. Sohbetlerimizde, tartışmalarımızda... Günlük yaşamımızda ve kavgalarımızda, ülkeyi ayağa kaldıran mutluluk tablolarımızda, hep futbol var. Fakat futbolda hala hedeflerin uzağında, bırakın şampiyonlukları, finallerin ırağındayız. Galatasaray’ı, Fenerbahçe’yi, Beşiktaş’ı... Ya da Gaziantep’i, Denizli’yi, Samsun’u ve tabii Milli Takım’ı... Üç, beş veya 10 yıl sonra... Avrupa’nın zirvesinde görmek, bize yakışmaz mı ?

       Bu heyecana yürek dayanmaz
       Bir 100 metre yarışının verdiği heyecanı, keyfi, kısacık bir zaman dilimine sığdırdığı stresi hangi spor olayında yaşayabilirsiniz. Hep spor denilince akla atletizmin geldiğinden söz ederiz de... Bir türlü atletizmi şu ülkede geliştirip, sevdiremeyiz. Milenyumun başlarında, söz gelimi 2008 olimpiyatında bir Türk atletini ipi göğüslerken görmek için neler vermezsiniz ?

       Kortta bir şampiyon
       Wimbledon... Tenis denilince akla gelen mabet. Kimler geldi, kimler geçti kortlarından. Nastase’den Becker’e... Sabatini’den Capriati’ye, Graf’a. Özlemle izlediğimiz o büyük şampiyonların arasında, mesela 2009’da ve final oynarken center kortta bir sporcumuzu alkışlamak, ulaşılması çok mu güç bir hedef ?

       Küfür hiç yakışıyor mu ?
       Lafa gelince “Spor, sevgi, dostluk, kardeşlik" diyoruz. Ama hala ve acımasızca birbirimizi yiyoruz. Saha içinde... Saha dışında. O küfür, o kavga, o saldırı, yol kesme, yaralama, öldürme hiç yakışık alıyor mu ? Hiç insanlıkla, çağdaşlıkla, sporla bağdaşıyor mu ? Artık bu çirkinlikleri de geride kalan asırla birlikte tarihe gömmenin, rekabeti düşmanlık sanmayıp, başarıya giden yolda en önemli motivasyon olarak görmenin zamanı gelmedi mi ?

       Utançtan kurtulalım
       Türkiye sporu çok seviyor... Ancak Türkiye’nin sporu seven insanları hala spor yapamıyor. Batı standartlarında yüzde 20’leri aşan nüfusa göre spor yapanların oranı, bizde maalesef binde 9’a zor ulaşıyor. Spor ayıbı da değil, artık insanlık ayıbı sayılacak bu ilkellikten uzaklaşmak ve 30 milyon genç nüfusu olan bu ülkede, en azından yüzde 10’lara varan bir oranı yakalamak artık gerekli değil mi ?

       Haydi hanımlar spora
       70 milyona yaklaşan ülkede 30 bin bayan sporcu. Vallahi de ayıp, billahi de
       ayıp. Neredeyse on bin bayandan biri spor sahalarındaysa, sadece sistemde değil, bayanların yaklaşımında da bir sıkıntı var demektir. Öyleyse, şu çağdışılığı da ortadan kaldırmak ve yalnızca spor sahalarında çiçek açtırmak değil, uluslararası arenada da Türk kadınını başarıdan başarıya koşturmak fena düşünce mi ?

       Bitsin artık şu tekel
       Futbol neden hala büyüklerin tekelinde. Niçin lig tarihi beşinci, altıncı, yedinci şampiyonları yazmıyor ? Niye yurdun dört bir yanından bu mücadelenin içinde olan, bu yarışta önde koşan takımlar çıkmıyor ? Ağrı’dan, Sivas’tan, Muğla’dan ya da Van’dan şampiyon çıksa alkışlamaz mısınız ?

       Anlaşmaya
       az kaldı
       2008 artık sadece yıl olarak uzaktı. Türkiye ve Yunanistan deprem felaketlerinden sonra oluşan yakınlaşmanın ardından prensip kararı aldı. Anlaşma önümüzdeki ayda. Komşu ile elele, Avrupa Futbol Şampiyonası’nda ev sahipliği yapacağımız günlere. Yürek açıp koşmaz mısınız ?

       Kar bizim hayatımız
       Bu dağlar, bu doğa, bir günde dört mevsimin yaşandığı canım Türkiyem gibi ülke nerede var ? Karın ne olduğunu bilmeyen Avustralya’dan, beyaz deyince pamuğu tarif eden G.Afrika’dan kayakçı çıkıyor da, hele kar içine doğan evlatları olan bu ülkenin insanını Alberto Tomba’dan neyi eksik ?

       Olimpiyat’ta buluşalım
       İki kez başvurduk... Önce 2000, sonra 2004’e. Ne yazık ki başaramadık. Bu büyük organizasyonu alamadık. Fakat yılmadık. Devam kararı aldık. 2008 ya da 2012... Bu olimpiyatı almalıyız, alacağız ve kıtaların birleştiği yerde en iyi şekilde yapacağız. Yoksa istemiyor ve inanmıyor musunuz ?

       Direksiyon bizde olsun
       Hepimiz biliyoruz, 21. asır hız, teknoloji ve insan beyninin sınırlarını zorlayacağı bir süreç olacak... Ve hız deyince, aklımıza artık dünyada futbola duyulan ilgiyi bile tehdit eden Formula gelmiyor mu ? Arjantin’den Japonya’ya, Macaristan’dan Endonezya’ya taşınan, milyarların sevgilisi olan bu sporda, direksiyonun başına geçmiş bir gencimizi görmek gururumuzu okşamaz mı ?

       Ah.. NBA ah...
       Dünya’nın nefesini tutarak gözlediği, çoğumuzun sabaha karşı uykulu gözlerle izlediği NBA’i bir hayal edin. Basketbolun keyfini doyasıya çıkardığımız bu mücadelenin, karşı konulmaz gücünü düşünün... Avrupa kapılarını çoktan açmış, ligiyle gencinin yaşlısının ilgisini çekmiş Türk basketbolunun bir, iki, hatta bir çok temsilcisini, mesela Lakers formasıyla oynarken görmek, keyif verici olmaz mı?

       Türk gibi güçlü olalım
       Muhammed Ali hala dillerde, Frazier hala gönüllerde... Lennox Lewis’in yumruk gücünü hesaplayan aletler her gün yenileniyor... Ringlere trilyonlar akıyor, dolarlar boksörlerin ceplerinden taşıyor... Profesyonel boks, dünyayı adeta sallıyor... Ne yani, “Türk gibi güçlü" sözünü yerküreye ezberleten atalarımız değil miydi ? Madison Square Garden’ı büyüleyen, “Kelebek gibi uçup, arı gibi sokan" yumruğumuz ayakta alkışlanamaz mı ?

       Havuzlara ipotek koyalım
       Suları yara yara, fırtına gibi giden bir yüzücüyü izlemenin keyfi hayatın neresinde var ? Start yerindeki gergin ve herkülü andıran vücutlarıyla saliseleri, saniyeleri, dakikaları eriten o yüzücülere, içimizi çekerek gıpta etmez miyiz? Niye, şirketlerin sponsor olmak için birbirlerini iterek sıraya girdikleri Rus Popov’dan daha yetenekli bir gencimiz, “En büyük benim" demesin ?

       Bize zerafet yakışır
       Nadia Comaneci’nin, Olga Korbut’un hafızalarınızda kalan görüntülerini zorlayın... Estetiği, güç ile birleştiren cimnatistiğin doyumsuz keyfini gözünüzde canlandırın... Zorlu bir etabı bitiren sporcunun tribünlere el sallayışındaki zerafeti anımsayın... Bir kez daha düşünün; göğsündeki ay yıldızını gururla şişiren, dünya madalyasıyla kameralara poz veren bir Türk genci ile onur duymaz mısınız ?

       Olmuyor... Olmuyor
       Devlet ve spor birlikte gitmiyor. Dünya çoktan bu gerçeğin farkına vardı, yolları ayırdı. Peki biz. 76 yıllık birliktelikte geldiğimiz nokta ortada. Güreşi, halteri, tekvandoyu, boksu, okçuluğu çıkın ve bakın; Dünya sporunun neresindeyiz ? Devletle hem geniş kesime ulaşamıyoruz. Hem de performansımızı daha yukarılara taşıyamıyoruz. Özerk yapıyı, kendi kendini yöneten, çağdaş ufuklara yelken açan bir yapılanmayı istemez misiniz ?