Skorer O BİR FARKLI ADAM

O BİR FARKLI ADAM

06.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

O BİR FARKLI ADAM

O BİR FARKLI ADAM

Bu dizi öncesi futbolcular hakkında bilgi toplarken, çoğu kişinin aynı noktada birleştiğini gördüm. "Futbolcularla pek öyle derinliğine sohbet edemezsin ama bazıları farklıdır. Mesela Aykut'la, Oğuz'la mutlaka konuş, onlar başkadır, çok akıllı ve birikimlidir. "Oğuz Milli maç için gitmiş, Aykut'la İstanbulspor Tesisleri'nde buluşuyoruz. Karşılaştığımız andan itibaren farkını farkediyorum. Düşünüyor, bunu tüm davranışlarına yansıtıyor, açık sözlü ama temkinli, onunla arkadaş olabilir, uzun uzun keyifli sohbetler yapabilirsiniz. Birden umutlanıyorum... Hem futbolcu, hem efendi, hem kültürlü, hem akıllı, hem yetenekli... Hem de duyarlı ve "insan"... Aykut şu meşhur FB_Trabzon maçında olanları anlatırken ve FB'den uzaklaştırılmasını konuşurken öylesine dolu, öylesine duyarlı ki hala. Bence futbol dünyasında Aykut'ları artırmak için birşeyler yapmak gerek.
Aykut'a ilk sorum, kendi kişiliği üzerine oluyor,
"siz neden farklısınız, bir eğitiminiz var mı?"
-Kaydadeğer bir şey yok, lise mezunuyum. Önce, sözlerinize çok şaşırdım, benim için sevindirici ama meslektaşlarım adına hoş bir imaj değil, maalesef kamuoyunda böyle. Ben kendimi eğittim, kitap okumayı severim. Babamın öğretmen olması, aileden iyi bir temel eğitim almam, eğer sizin dediğiniz gibi varsam en yardımcı budur. Aklımı kullanmasını biliyorum. En büyük unsur aklı kullanmasını öğrenmek.
"Acaba belirli bir tip insan mı futbolu seçiyor? Kamuoyundaki futbolcuyla ilgili o imaj yanlış mı?""
-Futbol, herkesin yapabileceği çok basit bir oyun. Basit kuralları, basit araçları var. Toplumun alt kesimlerindeki insanların çıkış yolu. Maddi manevi, şöhret olma açısından. Futbol kulüpleri bir efsane. Dolayısıyla eğitimsiz insanlar futbola daha çok sahip çıkıyorlar. 18-19 yaşında bir yere gelince de buna hazır olamıyorlar. Ama aslında ortalıkta görünen futbolcuların öyle olması, tamamının aynı olduğu yorumuna yol açmamalı. Bu programlarda görülen futbolcuların durumunu, meslektaşlarım adına şanssızlık olarak değerlendiriyorum..
"Yani futbolcu-manken magazininden pek hoşlanmıyorsunuz. "
-Futbolcular olarak son dönemlerde şunun kavgasını veriyoruz. Bizim gençliğimizin, yani şu anda 28-32 yaşları arasında olanların güzel bir iz bıraktığını düşünüyorum. Futbolu bir meslek olarak benimsemiş, bu mesleğin gereğini yerine getirmeye çalışan, bunun karşılığını maddi olarak alan ama verebileceklerini de vermeye çalışan güzel bir jenerasyondu bizimki. Şimdi futbolcular, şöhret için, gündemde kalmak için kendilerinden çok şey vermeye başladılar. Zor bir mesleğimiz olduğunu, futbolcuların da saygın insanlar olduğunun kavgasını vermeye çalışıyoruz. Bize hakaret düzeyinde eleştiriler gelmemeli. Taraftar bize çok fazla baskıda bulunmamalı çünkü en az onlar kadar kazanmak istiyoruz. Futbolcuya saygı duyun istiyoruz. Ama öbür taraftan basının, taraftarın her türlü hakarette bulunması için bazı davranışlarda bulunuyoruz. O nedenle sıkıntı duyuyorum.
"Futbolcular kendilerinden daha fazla para alan arkadaşlarını kıskanırlar mı, yoksa aaa tabii ki hak ediyor mu derler?"
-Çok fazla, aaa hak ediyor dendiğini sanmıyorum. Çünkü bizim işimiz yetenek işi. Kıskançlıkların büyük boyutlara ulaştığı bir spor. Kim ne derse desin kesinlikle büyük paralara mal olan futbolcular, diğerleri tarafından kıskanılıyor. Zaman zaman gıpta ediliyor. Ama genellikle kıskanılıyor çünkü nedenler çoğunlukla aynı. Yetersiz eğitim, öğretim. Ben de yeteneklerimi geliştirirsem o şekilde olabilirim düşüncesinden ziyade, ben niye olamıyorum düşüncesi daha hakim.
"Sizin geçen yıl Fenerbahçe_Trabzonspor maçı sonrasında söylediğiniz ünlü bir söz var. FB'den bu nedenle ayrılmışsınız. Ne demiştiniz?"
-Bu FB'den ayrılmam için kullanılan bahanelerden bir tanesi. Afedersiniz, 'taraftar yerse' diye kullanıldı. FB formasını taşıyordum, 32. maçımızı oynuyorduk, üç maçımız daha vardı. Ve 32. maçı oynayacağımız takım, ligin en çok puan toplayan takımı. Maç Pazar günü Trabzon'da, Cuma gününden itibaren müthiş bir tepki gördük, insanlar camları kırdılar, domates, yumurta attılar. Trabzon'a gelirken 60-70 km. boyunca dizilmişler, size abartılı gelecek ama böyleydi. Taş atıyor, sopa atıyor... Sanki düşman gibi davranıyorlar. Maçta da çok kötü tezahürat var.
"O sırada Ali Şen Mesut Yılmaz'a telefon ediyor, can güvenliğimiz yok diye..."
-Onlar başkalarının davranışları, ben kendi duygularımı söylemek istiyorum. Maçı daha iyi oynayan Trabzon kazanamadı, daha kötü oynayan, daha çok savunma yapan FB kazandı. İnanılmaz birşeydi, şampiyonluğa çok yaklaşmıştık. Oniki yıldır şampiyon olamamış Trabzon'u düşünün, Avni Aker'de gelip gelmek... Bu müthiş bir duygu karmaşası yaratıyor. Şimdi anlatmamda mahzur yok, bütün arkadaşlara tembih ettik, kimse Trabzonspor'lu futbolcuya, taraftara, kötü bir davranışta bulunmasın. Sonra röportaj için beni çağırdılar, golü anlatmamı istediler, benim de aklıma bunlar geldi ve dedim ki, 'bizler futbolcuyuz ve en az taraftar kadar başarılı olmak istiyoruz. Bugün biz değil Trabzon kazanabilirdi, o zaman 32. maçı oynamış ve buralara kadar gelmiş bir takımın futbolcusu olarak vatan haini ilan edilecektik. Trabzonspor'lu futbolcular öbür tarafta vatan haini görülecekler şimdi, bizler el üstünde dolaşacağız. Benim içimden geçenler bunlardı... Çok büyük bir acıydı, inanılmayacak kadar büyük.
"Bunu hala yaşıyorlar."
-32. haftaya kadar dört puan önde olup, en sevmediğiniz rakibinize, onlar Fener'i hiç sevmezler, şampiyonluğu kaybetmek çok büyük bir yıkımdı. Söylemek istediğim bunlardı. Ama sonra kurt kuzuyu yemek için suyu bulandıracak ya...
"Bundan sonra Ali Şen ne yaptı?"
-Ben cümleme başlarken, çok sevindim, bir futbolcu olarak çok onurluyum, gururluyum diyorum. Ama şu duyguları yaşadığımdan pek de sevindirmiyor bu beni. Ali Şen bu düşünceleri çekti aldı, bir Fenerbahçeli futbolcu nasıl sevinmez diye...
"Çıkartılma nasıl oluyor? Futbolcu atılıyor mu, bir şirketten kovar gibi tazminat mı veriliyor?"
-Uzaklaştırılıyorsun kulüpten. Bunları çok fazla konuşmak istemiyorum. Kovmaktan ve kovulmaktan hoşlanmadığım için bu kelimeyi kullanmak istemiyorum. Bazı insanlar, 'kovdum' diyerek olaylara başka bir boyut kazandırmak istiyorlar. Ben kalmak istediğim yerde gönderilmek istenme duygusunu ilk defa yaşadım. Sonuçta bizim bonservis bedeli kesildi. İstanbulspor devreye girdi, daha çok maddi konularda anlaşarak transferimiz gerçekleşti. Tazminat verilmiyor. Fenerbahçe tarihinde belki bir futbolcusundan kazanmadığı bonservis parasını aldı benim transferim için. Bu da başka bir boyut."
"İlginç bir şekilde sizi atıyorlar."
-Atmıyorlar, işinize son veriyorlar.

Hakem konusu önemli...Onlar taraf tutar mı? Ünlü Beşiktaş'lı Neco'ya göre, "Türkiye'deki herkes üç büyük takımdan birini tutar. O yüzden, hakem bile olsa, birine sempatisi vardır. Bu zaman zaman sahadaki neticeye bile yansır. Kendi kendilerine kaldıkları zaman, bunu teyid ediyorlardır." Vefa Küçük'e göre, "hakemler büyük takımların altında ezlmiyorlar, tam tersi, esas şikayetçi büyük takmlar, küçük takımlar yaygara çıkararak hakemleri baskı altında tutmaya çalışıyorlar." Otto Bariç'de şöyle söylüyor, "Kısa süredir Türkiye'deyim. Burada şaşkınlık içindeyim, Özellikle bazı penaltı pozisyonlarında İtalyan'lar, İngiliz'ler, Alman'lar çok daha sıkılar. Türkiye'nin gelişmesiyle orantılı olarak hakemlerin de gelişmesini istiyorum. Onların gerçekten dürüst birşekilde maç yönetmelerini diliyorum." Fatih Terim'in hakemlerle ilgili görüşü de şu; "bir insanın bir takımı tutması demek o takımın lehine hareket etmesi demek değildir. Çok namuslu insanlar da var. Yani kurumların hepsi doğru da hakem kurumu mu yanlış. Mağlubiyetin her faturası hakemlere çıkartılmaz. İnandırıcı olmaz. Hepimiz gibi onların da hataları var. Art niyet var mı yok mu, buna bakmak lazım. Öyle bir an geliyor ki, iki taraf da bozuluyor hakeme."
Ben de Ahmet Çakar'a soruyorum,
"hakemler taraf tutar mı?"
-Türkiye öyle bir ülke ki, yolsuzluk dedikodusu diz boyu. Bakanlar bile irdeleniyor. Futbol gibi, sadece yoruma dayalı, iki gözün gördüğü kararla milyonlarca insan etkileniyor. Futbolla ilgilenen insan hakem olur. Takımlardan birine sempati de duyabilir, doğaldır. Ama sahaya çıkınca sadece kendi kariyerini düşünür. Yoksa can pahasına neden gitsin hakem olsun?
"kaç lira alıyor hakemler?"
-Lig maçlarında kırk milyon lira, hakemlik bir meslek değildir, hepsinin ayrı bir mesleği vardır, bu bir hobidir.
"Can pahasına hobi yapılır mı?"
-Can korkusu yoktur, sıkı korunuruz. Bizim kadar fanatik bir ülkede bile ciddi bir saldırı olmamıştır. Ekonomik boyutu sıfıra yakındır. Bilinç altı bir tatmin olabilir bu. Popülerlik adına da olabilir.
"Kararın temyizi yoktur diyorsunuz, yanlış karar verdiğinizde..."
-Hata yapılabilir, yanlış mutlaka olmuştur. Çok üzülürüz, vicdan azabı duyarız. Kariyer kaygısı olur.
"Neden yıllardır hep ibne hakem diye bağırıyorlar?"
-Böyle bir arabesk toplumda, bir erkek için en onur kırıcı şey ibnelik. İsveç'de bu bir yaşam biçimi, onun için böyle bağırmıyorlar. Orada herhalde gerizekalı hakem filan diyorlar. Ama şimdi gençlerde cinsel kökenli küfürler azalmış, onlar cinsel açlık çekmiyorlar herhalde, şimdi hakaretler şahsiyete yönelik olmuş.
"İlle de küfür edeceklerse ne demelerini tercih ederdiniz?"
-Üç kıtada maç yönettim, hakeme reaksiyon her yerde aynı. Tek farkı hiçbir yerde ibne hakem demiyorlar. Anlık olarak bir ıslık, bir bağırış oluyor ya da birşey atılıyor.
"böyle bağrıldığında duyuyor musunuz?"
-Biyolojik olarak duyuyoruz ama spontane bir duyuş. Etkilenmiyoruz. Hele verdiğiniz karardan eminseniz, yüzbin kişi de bağırsa maçı güvenle yönetirim ama hata ettiğinizden kuşkulanırsanız beşyüz kişi de bağırsa bocalarsınız. Mesela bir derbi maçı, 40 bin kişi var, karardan yüzde yüz emin değilsiniz. Bazen ne beyaz, ne siyahtır, gridir. Kasıt var mı yok mu anlayamazsınız. 'Hata yaptınız beyfendi' diye de bağırsalar etkilenirsiniz.
"Türk'lerden pek hoşlanmayan, Avrupa'lı bir hakem, Avrupa'lı takımı tutmaz mı?"
-Asla etkilenmez. Şampiyon kulüpler lig maçları dünya futbolunun vitrinidir. En iyi hakemler seçilir. Hiçbir hakem tutup da kendi kariyerini yok edecek bir karar vermez. Kasten hata nedeni menfaattir. Ahlaksızsa menfaat karşılığı kasten hata yapar.
"Neden hakem oluyor insanlar?"
-Resim, ahçılık, satranç ku

Aykut'u okurken göreceksiniz, bir türlü "kovulma" sözünü çıkaramadı ağzından. Atılmayı bile kabul etmedi. "Gönderilmek istenmek" gibi garip bir sözcük buldu, kovulmanın yerine. Fenerbahçe Kulübünün, onun satışından çok iyi bir bonservis ücreti aldığını, bunun da işin başka boyutu olduğunu söylerken de, "satış" sözcüğünü kullanmadı, "transfer" dedi. Oysa bu durum tam bir satıştı. Aykut bir köle gibi, kendi isteği dışında başka bir kulübe satılmıştı. Üstelik satış parasını kendisi değil, kulüp alıyordu. Tıpkı Sergen'de ve diğerlerinde olduğu gibi. Trabzonspor'lu Hami'de yıllarca başka bir kulübe gönderilmemiş, az bir ücretle eski kulübünde kalması sağlanmıştı. Hami'yi isteyenler vardı ama gönderilmemişti, tıpkı bir köle gibi.
Şimdi belki "futbolbilirler", "bu ne saçma bir konu, futbolun kuralıdır bütün bunlar ve asla değişemez" diyecektir ama ben böyle düşünmüyorum, önümüze konan her şeyi yiyecek değiliz ya, "düşünmeyen varlıklar" gibi.
Bence futbolcular, futbolcu avukatları, basın bu konu ile ciddi şekilde uğraşmalı, kulüp istiyor diye ve kulüpün çıkarları doğrultusunda, futbolcunun istemediği şeyleri yaşamasına, onun istekleri dışında hareket edilmesine bir son verilmeli. Bu denli uygarlık dışı bir duruma nasıl izin verilmiş bugüne dek, hayretler içindeyim.
Futbolcular da tüm çalışanlar gibi iş hayatlarında özgür olmalı, çalıştığı kurumun mal'ı olarak görülmemeli. Oysa bugün bir futbolcu imzayı atar atmaz, o kulübün mal'ı oluyor. Kulüpler de onların hareket özgürlüğünü engelliyor. Yani eğer yöneticiler izin vermezse, futbolcu gitmek istese de transfer olamıyor ya da futbolcu gitmek istemediği halde kulübü onu zorla yüklü bir paraya satıyor. İnanılır gibi değil, köle ticareti resmen.
Amsterdam'da Arena Stadı'nda Kopenhag temsilcimiz İrfan Kurtulmuş bana şu meşhur Bosmann öyküsünü anlatıyor.
Belçika'lı futbolcu Bosmann başka bir kulübe gitmek istiyor. Ücreti örneğin, bir milyon dolarsa, kulüp bonservis olarak fahiş bir şey, beş milyon dolar istiyor. Böylece Bosmann'ın transferi engellenmiş oluyor. O da, "ben köle değilim "diyerek, Avrupa Birliği nezdinde mahkemeye başvuruyor. Mahkeme beş yıl sürüyor. Sonunda , "kişinin hareket özgürlüğünün engellenemeyeceği" kararını veriyor. Ama bu arada Bosmann'ın da futbol hayatı bitiyor.
Şimdi Avrupa Birliği ülkesi futbolcuları sözleşmeleri biterbitmez istedikleri yere gidebiliyorlar. Örneğin Göteborg'un çoğu futbolcusunun sözleşmeleri bitti ve yenilenmedi, şimdi futbolcular kendilerine yer arıyorlar, bonservisi de kendileri alacaklar. Ancak uyanık kulüpler buna da çare bulmuşlar, artık sözleşmeleri altı yıl süre için yapıyorlar. Bu süre içinde de futbolcuları satabiliyorlar. Son zamanlarda UEFA'da bu tartışılıyor. "Dünyada kölelik mi kaldı" diye birbirlerine girmişler. Bu sayede, Avrupa Birliği içinde bir takımda 18 yabancı futbolcu da olabiliyor ve hepsi maçlarda oynayabiliyor.
işte ilkeli olmak buna derler, doğrusunu isterseniz Bosmann'a hayran oldum. Meslekdaşları onu heykelini dikmeli. Bizde de korkmadan tepkilerini gösterebilecek insanlar vardır elbette, kimden korkacaklar ki hem?!..