Sürüden ayrılacak yok mu?

Ama gelin görün ki, bugün spor kamuoyunun büyük bölümünün gözünde pek de bir farkları kalmadı bu kıymetli hocalarımızın... Zira son 10 yılda bu 11 teknik adamın 8'i Ankaragücü'nde çalışmış... Antepli, Denizlili ve Rizeli 6'sını görmüş görevde. Diyarbakır'dan neredeyse yarısı, 5 tanesi geçmiş mesela... Gençlerbirliği ve Samsun'a da 4'ü uğramışlar son dönemde... Yalnızca 10 yılda, yalnızca 7 kulüpte, yalnızca 11 teknik adam toplamda 39 kez göreve gelmişler (ve 38 kez de gitmişler)... Artık taraftar alıştı ve pek de rahatsız gözükmüyor birinin gidip bir diğerinin gelmesinden... Yönetici de alışmış zaten, birinin görevine son verip, iki saat sonra öbürünü aramaya... Medya dünden razı, küçük kutu haberlerle sayfalarını doldurmaya ve programlarında tüketecek yeni yorumcular bulmaya... Ama benim anlamadığım, teknik adamlar da alıştı mı bu garip döngüye? Onlar rahatsız olmaz mı işin bu kadar ucuzlamasından, basitleşmesinden, ayağa düşmesinden? Birisi dur demeyecek mi bu fütursuz, saygısız "kapı kapı dolaşma" haline? Bu antrenörlerin bir derneği yok mu, ortak bir akılla düşünüp, ortak menfaatlerini koruyacak? Bu dernek, bütün antrenörleri ile bir fikir birliğine varıp, kontratlarının en az 2 yıllık olmasını, aksi halde her iki tarafın ciddi tazminatlar ödemesi koşulunu koymayı teklif edemez mi kulüplere? Yılmaz Vural, Sakıp Özberk, Ümit Kayıhan, Erdoğan Arıca, Giray Bulak, Ersun Yanal, Güvenç Kurtar, Hüseyin Kalpar, Samet Aybaba, Rıza Çalımbay, Hikmet Karaman... Herhangi bir kriter gözetilmeden, tamamen karışık olarak dizilmiş 11 kıymetli teknik adamımız... Hepsinin birbirinden farklı, her birinin birbirinden üstün özellikleri, ihtisas alanları, huyları, alışkanlıkları, futbol anlayışları, dünya görüşleri var. Biri Almanya'da doğmuş, bir başkası Alanya'da... Biri lise mezunu, öteki akademi... Birinin ak dediğine, beriki kara der belki... Türkiye'de sivil toplum kuruluşlarının fonksiyonel olmamasına alıştık artık da, bir tek babayiğit çıkıp, en azından "Benim koşullarım bu! Bu kadar yıllık kontrat, şu kadar tazminat istiyorum, aksi halde hiçbir kulüpte çalışmayacağım" şeklinde meydan okuyamaz mı? "Kontratım süresince İstanbul'dan teklif alsam da kayıtsız şartsız burada kalacağım", "Takımı küme düşürsem bile görevden ayrılmayacağım", "Nasıl spor yazarlarından teknik adamlık mesleğine saygı duymalarını bekliyorsam, ben de onların işine saygı duyacağım ve sadece kendi bildiğim ve eğitimini aldığım işi yapacağım. Bir yıl önce kovulduğum takımın yeni hocasına, televizyonda tahta başında akıl öğretmeyeceğim" diyemez mi? Çünkü bilmez mi, 6 ay sonra o geçecek bir tahtanın, sen de bir takımın başına? Çıkmaz mı sürüden ayrılacak bir adam? Bence çıkar. Pek âlâ çıkacaktır. Sorun, sadece 15-20 hocanın değil, bütün bir futbol ailesinin sorunudur. Süper Lig'de Ağustos 2006'da yeni sezona başlayan 18 teknik adamın 16'sının Ekim 2007'de görevde olmamasını sadece yönetici basiretsizliğine bağlayamayız... Öyle yaparsak, kendi işimize de ihanet eder, son 10 yılda Türkiye'de çalışmak haricinde yaptıkları tek iş "Türkiye'den telefon beklemek" olan yabancı teknik adamların da söz konusu döngüye girmesine de engel olamayız... Üstelik sizin de telefon bekleyecek başka bir ülkeniz maalesef yokken... Çıkmaz mı biri ? NTV'de arkadaşlarımız araştırmışlar, biz de geçtiğimiz hafta konuştuk Olimpiyat Stadı trajedisini... Bu statta olimpiyat müsabakaları yapılsa bile, bölgedeki etkili rüzgâr nedeniyle hiçbir derecenin geçerli sayılmayacağını söylüyor uzmanlar... Kasımpaşalı Cihat'ın deyimiyle "Kışın değil top, adamı da uçurabilecek" bu rüzgârı kesmek için paneller yaptırdı oraya Galatasaray Kulübü. Ama UEFA Şampiyonu bir kulübün yönetimi, Fransızların elektronik aksamlı paneller için çıkarttığı 3 milyon dolarlık faturayı fazla bulup, bir buçuk milyon dolara imitasyon yerli üretim panelleri tercih ettiği için çöpe gitmiş her şey... Etkili rüzgârlarda sistem devrilmiş, şimdi orada çöp yığını olarak duran bir buçuk milyon dolar maliyetli panel kalıntılarını bir buçuk lira verip hurdacılar bile almıyormuş!.. Rüzgâr panelsiz Olimpiyat Stadı'na, Kasımpaşa-Trabzon maçına gittim ben de Cuma akşamı... Metro çalışması nedeniyle stada Başakşehir yönünden girilememesini geçtim, maç başlayalı 1-2 dakika geçmiş olmasına rağmen dışarıda bin-bin beş yüz taraftarın polis direnci ile içeriye sokulmaması ne anlama geliyordu, orasını anlayamadım. Üstelik içeride de en az 60 bin kişilik yer olmasına rağmen...Stada gelişte maruz kaldığımız trafik işkencesini de hem Cuma gününe, hem de maçın iftardan bir saat sonra başlamasına bağladık. Ama dönüşteki eziyete bir kez daha anlam veremedik. Sadece on-on beş bin kişinin geldiği bir maçta yaşanan bu hengâmenin, olası bir olimpiyat gününde ne boyuta ulaşacağını düşünemiyoruz tabii ki... Galiba kabul etmemiz gereken çıplak gerçek şu; "Sırf beton ve demirle, olimpiyat yapılmıyor"... Olimpiyat Stadı 1988 doğumlu... Geçen sezonun ortalarında Hikmet Karaman'ın göreve gelmesinin ardından PAF takımdan A takıma yükseldi, Ankaragücü'nün ligde kalmasında orta sahanın ortasında ürettiği enerji büyük rol oynadı. Bu yıl Briegel onu orta sahanın solunda kullanıyor ve orada da çok akıllı işler yapıyor. Fizik kalitesinin yanına teknik kapasitesini de ekledi. Eğer enerjisini müsabakanın bütününe yayabilir, 5-6 maç üst üste sahada 90'ar dakika kalabilirse bir adım daha ilerleyecek. Gözümüz onun üstünde. umeleke@milliyet.com.tr Murat Duruer