Fenerbahçe, ligin kader maçlarından biri için İnönü’ye gidecekti ve takımın önemli parçalarından Deivid cezalı idi. Brezilyalı futbolcu, yükselen grafiği ile takımın kilit oyuncularından biri haline gelmişti ve herkes, Zico’nun onun boşluğunu nasıl dolduracağı üzerine fikir yürütüyordu.
Kamuoyunun bir kısmı, ofansif becerilere sahip Gökhan’ın orta sahada, Önder’in bekte oynaması gerektiğini söylüyor; başka bir bölüm de Aurelio’nun sağda, Selçuk-Maldonado’nun göbekte görev yapmasını salık veriyordu. Zico’nun sezon başından beri Alex’in veya sol açığın alternatifi olarak düşündüğü Ali Bilgin’in sağda oynaması gerektiğini iddia edenler de vardı hatta.
Zico’nun bu kritik maçtaki bu kritik tercihi ise pek kimselerin ilk on bire yakıştıramadığı Kazım oldu. Belki Önder’i, Marco’yu veya A.Bilgin’i önerenler haklıydı, belki gerçekten de riskliydi Kazım tercihi... Zira şampiyonluk yolundaki rakibinizin sahasına gidiyordunuz ve defansif özellikleri eksik olan bir oyuncuyla maçı kaybedebilirdiniz. Ama Zico, Kazım’ı kaybetmektense, maçı kaybetmeyi yeğledi belki de. Çünkü Kazım’ı şu anda bu oyuna, ve belki de hayata bağlayan şey, Deivid’in eksik olduğu gün oynayacağı umudu idi. O mevkiinin yedeği oydu.Ve Deivid cezalı olduğunda da ilk 11’e giremeyecekse, hiçbir zaman giremeyeceğini düşünecekti belki de... Ve esasında Kazım’ın, Chelsea’ye attığı gol, Aurelio’nun harika ara pasında değil, İnönü’de, Zico ona formayı verdiği anda başladı.
 * * *
Bu maçtan bir hafta önce, bu kez Olimpiyat Stadı’nda, bir başka önemli müsabakaya çıktı Beşiktaş... Rakip, formda Belediyespor’du ve Beşiktaş’ta orta sahanın ortasında oynayan birinci adam; Cisse sakattı. Esasında Cisse 3 haftadır yoktu, ama Ertuğrul Sağlam, o mevkiinin (Cisse veya Delgado’nun) alternatifi olan Ricardinho yerine İbrahim Toraman’ı tercih etmişti. Olimpiyat Stadı’ndaki Belediye maçı öncesi ise durum vahimleşmişti, Cisse halen sakattı ve Toraman da kırmızı kart cezalısı olduğu için oynayamayacaktı.
Muhtemelen Rico, bir önceki hafta Toraman’ın kırmızı kart gördüğü andan itibaren umutlanmıştı ilk on bir için... Ama yanıldı yine... Sağlam, bu sefer de esas yeri sağ kanat olan Serdar Özkan’ı çekti o bölgeye... Anlaşılan Ricardinho’nun bir maça ilk on birde başlayabilmesi için sadece kendi mevkiindeki esas adamların değil, devşirme ihtimali olan oyuncuların da eksik olması gerekiyordu. Kaç oyuncunun o bölge için devşirilebileceği de muammaydı tabii...
 * * *
Dünyanın en başarılı milli takımının, 2 Dünya Kupası kadrosuna, 2 ayrı hoca tarafından dahil edilmiş bir “seçilmiş yıldız”dan bahsettiğimizi unutun. O güne kadar dünya beyefendisi olduğunu düşündüğümüz bir vatandaşından, sebebinin ne olduğunu anlamadığımız bir şekilde yediği yumruğu da...  Almadığı bir parayı aldığını beyan eden bir kağıda imza zorlamasını da katmayın hatta hesaba...
Sadece şunu düşünün: “Acaba bir yedek oyuncuyu takımına, futbola ve hatta hayata bağlayan şey nedir?”.       
O gün orta sahanın ortasında S.Özkan oynadığı andan itibaren, Rico o mevkiinin 23’üncü adamı durumuna düştüğünü hissetti. Formasını kaybetmesi değildi mesele. Umudunu kaybetmişti genç adam...
Çarşamba gününden beri Kazım’ı dünya futbol arenasında “Kazım Kazım”  yapan nasıl bir küçük tercih ise, Ricardinho’yu “Ricardinho Ricardinho”  olmaktan çıkaran da öyle bir tercihtir işte.

Haberin Devamı

Walter Zenga

Haberin Devamı

İngiltere 1. Ligi’nde çalışan ilk yabancı teknik adam unvanıyla Türkiye’ye gelen Jozef Venglos ... Şu anda onunla birlikte UEFA Teknik Çalışma Grubu’nda görev yapan Holger Osieck... Galler’in hocası John Toshack... Almanya’nın patronu Löw... Real Madrid efsanesi Del Bosque... Jean Tigana... Eric Gerets... Mircea Lucescu... Şimdi de Walter Zenga... Gazetelerde küçük bir haber: “Gaziantep’ten ayrıldıktan sonra takımı iyi çalıştırmadığı suçlamasına maruz kalan Zenga, İtalya Serie A takımlarından Catania’nın başında”.
Ve o küçük haberin yanında iri puntolarla bir demeç: 7 yıllık antrenörlük kariyerinde 11’inci kez görevine son verilen Ahmet Yüzükızarmaz ateş püskürdü: “Yerli teknik adamlara güvenilmiyor”

Haberin Devamı

Sahaya çıkan çocuklar

Küçüklü büyüklü, binlerce çocuk, binlerce genç oynuyor spor kulüplerinin alt yapılarında. Hepsinin umudu bir gün Sami Yen’de, Saracoğlu’nda, İnönü’de top koşturmak, ağabeyleri gibi çalım atıp, ağabeyleri gibi kafa vurmak o dev kalelere...
Pek azının rüyaları gerçek oluyor tabii... Gerçi o başaramayanların da ellerinde bir teselli ikramiyesi kalabiliyor bazen: O sahalara, büyük futbolcuların ellerinden tutarak da olsa çıkmış oluyorlar çocukken... Sky Sports’ta sıkça dönüyor, Rooney’nin Everton alt yapısında oynarken Gascoigne’in veya Hughes’un elinden tutup gururla sahaya yürüdüğü görüntüleri... Belki de Rooney’nin bugün bu denli özgüvene sahip olmasında da etkisi vardır, daha o günlerde sahaya çıkmasının...
Fenerbahçe-Chelsea maçında sahaya yürüyen ufaklıklar için de böyle güzel hisler geçirmiştim içimden. Yanılmışım. Zira onlar Fenerbahçe alt yapısında oynayan küçük futbolcular değil, birtakım seçkinin çocukları imiş! Büyük bölümünün de futbolla ilgisi filan yok tabii!
Umalım ki bugün babaları zengin olmadığı için, birtakım yöneticileri tanımadığı için o sahaya yürüyememiş alt yapı oyuncusu çocuklar, 6-7 sene sonra A takım formasıyla o zemine gururla ayak bastıklarında, ellerinden tuttukları çocuklar hak eden, gerçek küçük futbolcular olsunlar...