Tatil Paris’te yapılması gerekenler!

Paris’te yapılması gerekenler!

29.11.2010 - 16:21 | Son Güncellenme:

İşte bir gezginin dilinden Paris'te yapılması gerekenler...

Paris’te yapılması gerekenler

Paris’te yapılması gerekenler
Kurumuş yapraklara basarak yürüdüm, küçük cafe’lerde oturdum, Lüksemburg Bahçesi’nde öğle yemeğine gittim. ''Sonbahar ve Paris''e dair bütün klişeler yerli yerindeydi. Görkemli şehir, solgun ışık altında çok fazla romantikti

Haberin Devamı

Şimdi hâlâ ''Louvre’u gördüm, Eyfel’i seyrettim, Lido’ya gittim, Printemps’dan alışveriş yaptım'' falan yazarsam ayıp olur herhalde.
Neredeyse yılda iki kere gittiğim, kimbilir kaç kere yazdığım, sayısını unutacağım kadar keşfettiğim şehir bu Paris. Gidilecek yerler belli; müzeler, köprüler, Seine Nehri turları her yerde. Bu sefer hiçbirini yapmadım; görmedim-bilmiyorum!
Marriott Grubu’nun Saint-Jacques Bulvarı’nda yeni açtıkları otel için davetliydim. Ta yaz başından beri bir türlü takvimi denkleştiremedim. Artık ''fazla naz âşık usandırır'' evresi başlayacaktı ki, ''gidiyorum'' dedim. Daha önce ödüllerini aldığım grubun daveti, belki de yorgun bedenime iyi gelecekti hem de...


Odada France 24 kanalı


Gittim. Öksürüğüm kesilmiyor, başımın ağrısı dinmiyor. Hızlı tren RER’le otelimi buldum, şık odama girdim. Ve neredeyse iki gün odamdan çıkmadım. Şık kahvaltılar, hafif öğle yemekleri ve akşamüstü gezintileri dışında, İstanbul’da aylardır yapamadığım şeyi yaptım: Paris’te TV seyrettim ve dinlendim.

Televizyonun kumandası elimde, dolandım durdum. ''France 24'' kanalı, en çok ilgimi çeken oldu. Erdoğan-Bush görüşmesi, bütün kanalların baş konusu, ama 24 en çok ilgilenendi. İstanbul’dan telefonla bağlanan Asya Shibab, durmaksızın bilgi veriyor. ''ABD ve Ermeni soykırım meselesi'' gündeme taşınıyor... Sonra Müşerref ve Pakistan görüntüleri, uzun uzun ekranı kaplıyor. İstanbul’da Pervez Müşerref’le de röportaj yapmıştım, belediye başkanıyken Tayyip Erdoğan’la da. Sanki herkesi tanıyorum, sanki hava durumu bültenlerinde bile önce Türkiye’den dünya turu başlıyor, sanki ben yavaştan gücümü topluyorum... Ben yaşlandıkça ne çekilmez, ne mızmız bir adam haline geliyorum!

Aslında hastalık arada iyi oluyor. Tabii Paris’te sokakta olsak daha iyi, ama neyse. Kapıma yığınla bırakılan gazeteleri de okudum, Sarkozy’nin oğullarıyla birlikte gerçekleştirdiği Fas ziyareti konusunda bile bilgilendim. Hatta konumuzla ne ilgisi var, ama orta direk Fransız mağazalar zinciri H&M’in, ünlü İtalyan modacı Roberto Cavalli ile çalışmaya başladığına hayret ettim. James Carroll’un Herald Tribune’e yazdığı ''Türkiye için savaş gerçek'' başlıklı makalesine tek kelimeyle bayıldım.

Haberin Devamı

En güzel gün, son gün

İlaçlar, yatak ve oda iyi geldi. Üçüncü ve son günümdeyim. Ayakta ve Paris’teyim!
Son derece sinirli ve hatta psikoanaliz seansından henüz çıkmış gibi konuşan Parisliler’i saymazsak, şehir mükemmel. Sahi, Fransa dışında yaşayan Fransızlar bu kadar şekerken, Parisliler neden bu kadar öfkeli!
Belki anlayışla karşılamak lazım; artan vergiler, zorlaşan yaşam şartları, hatta dillerindeki bir türlü kavranamayan fiil çekimi kuralları yüzünden olabilir bunlar. Zaten Paris, en çok turistlerindir.
Champs-Elysees’ye ''Şenzılayzıs'' diyen Amerikalıların, kendi ülkelerinde yokmuşçasına ne görse alan Türklerin, en güzel lokantaları ziyaret eden İtalyanların ve hastalıktan gözünü yeni açmaya başlayan benim...
Paris bugün bütün siyah-beyaz filmler, en güzel haliyle ''Belle du Jour''; eski kartpostallar; ve en romantik haliyle Pont-Neuf! Yapraklar yerlerde hışır hışır... Kestaneciler köşebaşlarında, cafe’ler dolu, meşhur Paris usülü sıcak çikolata enfes...

Haberin Devamı

Paris’i yeni çok sevdim
En uzun baget ekmeğe ''Niçoise'' dedikleri ton balıklı ve yumurtalı sandviçimi aldım, pek sevdiğim Lüksemburg Bahçesi’ne oturdum. Sonra çıkıp Saint-Michel üzerinden Chatelet ve Les Halles, oradan da Opera Meydanı’na kadar yürüdüm. Biraz küçük alışveriş, biraz kahve, biraz Quartier Latin galerileri; ama şehrin en çok köprülerini, binalarını, ağaçlarını ve öpüşen çiftlerini seyrettim. Bu sonbahar, Paris’i gene çok sevdim...