Terk Depresyonu

Ta uzak yollardan
Koştum geldim senin kollarına
İçimde yanan hasretinle ben
Baktım durdum senin yollarına
Sensizlik bir ÖLÜM sanki...


Nilüfer’in çok eski ve çok sevdiğim parçalarından biri olan bu şarkı sözlerine biraz yakından bakalım:

Şarkının yazarı sevdiğini o kadar yüceltmiş o kadar yüceltilmiş ki öyle fedakârlıklarla uzaklardan ona geldiğini, içinde bitmeyen bir hasretle yanıp tutuştuğunu ve öyle derin öyle çok sevdiğini, bu sevginin yokluğunun bir ölüm gibi hissedildiğini yansıtmış mısralarına...

Son zamanlarda biten, yarım kalan aşk hikâyelerinden sonra terk depresyonuna düşen, hayatın anlamsız olduğunu büyük bir boşluk içerisinde olduklarını, yaşamak bile istemediklerini vb. gibi ayrılık acısını anlatmaya yönelik birçok mail aldım. Bu nedenle bu yazıyı yazma sorumluluğu hissettim.

İnsan bir başkası tarafından sevilmeye, takdir edilmeye, özel hissetmeye, dokunulmaya, paylaşmaya ihtiyaç duyan bir varlıktır. Birlikte bir bütün gibi hissettiğin, onunla gelecek planladığın, birinden ayrılmak elbette çok üzüntü verici dir. Elbette zordur. Fakat ayrılığın, ölümle eşdeğer şekilde yoğun hissedilmesi, büyük bir boşluk yaratması hayatın durması gibi duyguların hissedilmesi normal olmayan bir durumdur. Bütün bunların bugünkü sevgiliyle, “terk edenle” ilgili olmadığını söylesem, ne düşünürdünüz?

Bir bebek düşünelim annesinin karnında cennette yaşarcasına mutlu huzurlu ve dengede... Annesinden bütün ihtiyaçlarını karşılıyor oksijeni bile sıvı şekilde alıyor. Sonra bebek dünyaya geliyor ve bu denge bozuluyor. İlk nefes alıp ciğerlerini kullanmaya başlaması bile çocuğa büyük acı veriyor. Daha sonra fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılaması için bir bakım verene ( Anne, bakıcı, büyükanne, baba) İhtiyaç duyuyor. Önceleri simbiyotik (iç içe geçmiş)bir ilişki içerisinde var olan bebek, zamanla, anneden bağımsız bir varlık olduğunu fark etmeye ve ayrışmaya doğru gittiği bir gelişim dönemi içerisinde ilerliyor. Bu dönemde çocuk adeta dünyayı keşfederken büyük bir coşku içerisinde merakını gidermeye yönelik davranışlar içerisine giriyor. Bu kendini gerçekleştirme döneminde annenin veya bakım verenin, aşırı korumacı ya da kontrolcü bir şekilde bu keşfe engel olması ve çocuğu kendi kafasındaki gibi yaratmaya çalışması çocuğun benliğine damgasını vuruyor.

Çocuk bu dönemde yeni şeyler keşfetmek kendi başına karar almak gibi dünyaya dair coşkusuna son vermek zorunda kalacaktır, çünkü annesi onaylamıyor. Annesinin sevgisinden vazgeçemez, bu sevgi çocuk için çok elzem, bir yakıt, bir oksijen gibi... Çocuk gerçek kendiliğinden vazgeçmek zorundadır çünkü annesinin yokluğu ona, depresyon, korku, kızgınlık, suçluluk, çaresizlik ve boşluk gibi duygular yaratacaktır.

Bu gelişim döneminde (ayrışma-bireyleşme)takılı kalmış bireyler yetişkin ilişkilerinde de ayrılığı çok şiddetli bir şekilde deneyimlerler.

Anne ve baba ile kurduğumuz bu duygusal ilişki yetişkinlikte ki aşk ilişkisinde tezahür eder.

Bu durumdaki yetişkinler ayrılık acısına katlanabilmek için bir takım savunmalar geliştirir. Yemek yemek, alışveriş yapmak, alkol ve madde kullanımında artış, tehlikeli işler yapmak vb. gibi maliyetli başa çıkma yöntemleri kullanırlar. Bazen de eski ilişki döngüsüne çok benzer birini bulur ve acıyı bir şekilde yatıştırır. Gerçekten âşık olduğunu düşünür, yeniden heyecanlanır, yeniden bağlanır. Çoğunlukla da bir önceki ilişkide olduğu gibi yine terk edilir. Sonra “hep böyle birileri beni bulmak zorunda mı ?” diye isyan eder ve tekrar bu duyguyla başa çıkmak için maliyetli yollara başvurur ve bu böylece sürüp gider... Özellikle kişiler ayrılık sürecinde bir terapiste başvurur ve bu dönemde gerçek kendiliğine doğru gidebilecek güçte ve kararlılıkta olunursa, çocuklukta yaşanan ayrışma ve bireyleşme yeniden yapılandırılabilir. Sağlıklı duygusal ilişkiler kurulabilir.

Gerçek kendiliğinizle sevebileceğiniz, hissedebileceğiniz günlere...

Haberin Devamı

Web Sitesi

Haberin Devamı

Instagram

Haberin Devamı

Facebook