The Others 28 Şubat Dosyası-2

28 Şubat Dosyası-2

28.02.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

28 Şubat Dosyası-2

28 Şubat Dosyası-2

MGK'da başka, dışarda başka

Cumhurbaşkanı Demirel, "Askerlerin yanında Hoca ne diyor?" sorusuna "Tasvipkar görünüyor. Bir münakaşaya veya redde girmiyor. 'Olamaz, yapmayız' demiyor. Ama dışarı çıkınca değişiyor" diye cevap veriyor. Demirel, Tansu Çiller'in MGK'daki tavrı için ise, "İkisi de aynı... İkisi de içerde fazla bir şey söylemiyorlar. Tasvipkar konuşuyorlar" diyor.

TARİH 25 Temmuz 1996.
Günlerden perşembe.
Saat 16.30.
Eski milletvekillerinden (Adalet Partisi) Ali Naili Erdem, Çankaya Köşkü'nde.
Cumhurbaşkanı Demirel'le özel bir sohbetteler.
Erdem "Beyefendi" diyor:
- Neler oluyor? Türkiye nereye gidiyor?
Demirel bir süre susuyor.
Sonra "Naili" diye söze başlıyor:
- Zaman zaman neyi düşünüyorum biliyor musun Naili?
- Neyi Beyefendi?
- Buraya gelmekle... Çankaya'ya çıkmakla acaba hata mı yaptım? Bazen bunu düşündüğüm oluyor Naili.
- Beyefendi, siz "burada" da lazımsınız.
- Naili teşekkür ederim.
- Bir şey sorabilir miyim?
- Nedir?
- Beyefendi niçin "acaba buraya çıkmasa mıydım" diye düşündüğünüz oluyor?
- Naili bir boşluk doğdu? Siyasi boşluk... Lider boşluğu. Refah Partisi seçimde biraz da meydanı boş buldu. Kimse çıkıp Erbakan'la dişe diş mücadele edemedi. Eğer edilseydi, Hoca bu seçimden birinci olarak çıkabilir miydi? Söyle, çıkabilir miydi?
- Beyefendi, geçmişte örneği var, elbette çıkamazdı.
- Evet, geçmişte örneği var.
- Beyefendi ne olacak? Bu iş nereye gidecek?
- Toparlanmalı Naili... Tıpkı 1964'te, 1965'te bizim toparladığımız gibi.

1996'nın ikinci yarısı, Demirel'in herkese sabır tavsiye ettiği bir dönem.
Askere "sabredin" diyor:
- Rejim işlemelidir. Partileri "birinci sınıf, ikinci sınıf" diye ayıramayız. Diğer partilere verilen oylarla, Refah'a verilen oylar arasında bir fark yoktur.
Askerin tedirginliği 1996'nın sonunda iyice artıyor.
Ve 1997'deyiz.
29 Ocak 1997'de, Mesut Yılmaz'la "bu iş nereye gidiyor"u konuşuyoruz.
Mesut Bey:
- Allah öldüreceği insanın canını almadan önce aklını alırmış.
Yılmaz'a göre "Refahyol ölecek."
ANAP Genel Başkanı'nın "bir sözü" dikkatimizi çekiyor:
- Bunlar (Refahyol) Mart'ı bulamazlar.
- Bir bildiğiniz mi var?
- Göreceksin, Mart'ı bulamayacaklar.
Refahyol, Mart'ı buluyor.
Ama 28 Şubat'ta "vurgun yiyerek" buluyor.

Aynı gün (29 Ocak 1997) TBMM Başkanı Mustafa Kalemli ile konuşuyoruz.
"Mesut Yılmaz'ın endişelerinden" bahsediyoruz.
Ve soruyoruz:
- Bir şeyler mi oluyor?
Kalemli "asker rahatsız" diyor:
- Bütün sorunların çözüm yeri parlamento. Asker istiyor ki, parlamento işlesin, görevini yapsın. Asker kesinlikle müdahale yanlısı değil.
- Asker rahatsızlığını hangi platformlarda dile getiriyor?
- Sayın Cumhurbaşkanı'na söylüyorlar. Bana söylüyorlar.
- Sizler ne yapıyoruz?
- Dilimizin döndüğü kadar herkesi "akıl yoluna" davet ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı hükümete "dikkatli olun" uyarıları yapıyor. Mektuplar yazıyor. Tabii bu arada yanlış anlaşılıyoruz. Kötü oluyoruz.

8 Şubat 1997, Cumartesi...
Bülent Ecevit'le konuşuyoruz.
"Yaklaşan fırtınayı" hissediyor.
Ve şöyle diyor:
- Erbakan devlete güvenmiyor. Güvenlik konularında bile güvenmiyor. Ve bu durum tedirginliği artırıyor. Büyük huzursuzluk var. Hatta kendilerinde bile.
Ecevit "kendilerinde bile" derken, kimleri kastediyor?
Bülent Bey'in yanıtı:
- Dinci olmayan dindar kesimde bile huzursuzluk var.
- Sayın Ecevit, askerle temasınız var mı?
- Askerle iç siyaseti görüşmeyi içime sindiremem. 12 Eylül'den sonra Genelkurmay'a sadece iki kez gittim. Ama huzursuzluğun farkındayım. Zaten bunu bilmeyen kaldı mı?

Şevket Demirel, Ankara'da...
Demireller, dört kardeştir:
En büyükleri Süleyman Demirel.
Sonra Şevket Bey.
Hacı Ali Demirel.
Ve kızkardeşleri Afife Ünlü.
Şevket Demirel, Isparta'da oturur... Bazen de İstanbul'da.
Ankara'ya sık gelmez.
Geldiğinde de eli boş gelmez.
Cumhurbaşkanı'na "sert buğdaydan... Kepeği atılmamış... Köy fırınında yapılmış ekmek" getirir.
On gün dayanan ekmekten.
Evet 1997'nin başında, "rahatsızlığın tırmandığı" ve 28 Şubat'ın giderek yaklaştığı bir dönemde, Şevket Bey Ankara'da.
Çankaya Köşkü'nde.
"Başbaşalar."
Demirel soruyor:
- Isparta nasıl?
Şevket Bey:
- Ağa, Isparta'yı boşver şimdi. Isparta iyi. Herkesin selamı var. Oraları merak etme. Sen asıl "buradan" haber ver.
- Ne haberi istiyorsun?
- Ağa, herkeste bir tedirginlik var. Durum nedir?
Cumhurbaşkanı:
- Hükümet çok dikine gidiyor. Radyolarda, televizyonlarda, gazetelerde laiklik aleyhtarı hareketler gündemin başında. Asker bundan hoşlanmıyor. Aydınlar hoşlanmıyor. Ben de hoşlanmıyorum.
- Ağa, ne olacak?
- Askerlerin bazı istekleri var. Açık açık söylüyorlar. Bunların savsaklanmaması lazım. Hükümete söylüyorum.
- Hükümet ne diyor?
- İtiraz etmiyorlar. Ama sadece itiraz etmemek yetmiyor. Gereğinin icrası da şart. Yoksa...
- Yoksa nedir ağa?
- Yoksa hükümet yanlış yapar. Memleket badireye gider.
- Nasıl bir badire?
- Karanlık bir yol olur.
- Ne kadar karanlık?
- Çok karanlık... Demokrasi dışı bir yol olur. Ben burada ne yapıyorum sanıyorsun? Türkiye'nin böyle karanlık bir yola girmemesi için didinip duruyorum.

Şevket Demirel...
1927 doğumlu.
Siyasete, ağabeyi Süleyman Demirel'den çok önce girdi.
1960 ihtilali olduğu zaman Şevket Demirel, Isparta'da Demokrat Parti İl Başkanı'ydı.
27 Mayıs sabahı "beş kişi" Şevket Bey'e geldi.
Bir binbaşı, bir yüzbaşı, üç de astsubay.
Şevket Bey, partiyi onlara teslim etti.
"O günleri" anlatırken şöyle diyor:
- En üzüldüğüm şey nedir, bilir misin?
- Nedir?
- Partinin evrakları SEKA'ya gitti. Acırım acırım ona acırım.
Adalet Partisi 1962'de kuruldu.
Şevket Bey, partinin Isparta'da "kurucu il başkanıydı."
12 Mart 1971'de askerler muhtıra verdiler.
Süleyman Demirel, Başbakanlık'tan ayrıldı.
Şevket Bey ise hala il başkanıydı.
1970'li yıllarda il başkanlığında hayli eskiydi.
Kongrelerde herkes onun "işaretine" bakıyordu.
12 Eylül 1980...
İhtilal olduğunda Şevket Demirel, AP'nin "en kıdemli" il başkanıydı.
Daha sonra Demirel'e yasak geldi.
Ancak eski il başkanı Şevket Demirel için de "özel bir yasak" konuldu.
Denildi ki "on yıldır il başkanlığı yapan kişiler, parti kurucusu olamazlar."
Hem Ankara'da "parti kuramaz."
Hem de Isparta'da "örgüt kuramaz."
Şevket Bey'le yine "o günleri" konuştuk.
Şöyle dedi:
- Yasağı okuyan herkes bana takılıyordu. "Bak senin için özel madde konulmuş" diye.
Askerler, Süleyman Demirel'in uzaktan kumanda edeceği partinin başına Şevket Demirel'in geçebileceğini düşünüyorlardı.
Ve bu yolu tıkamak istiyorlardı.
Şevket Demirel:
- Yasağı yedik yemesine ama, itibarımızdan bir şey kaybetmedik. 1982'de Isparta'da DYP'yi kimlerin kuracağını yine ben belirledim.
- Daha sonra yasaklar kalktı. Ağabeyiniz DYP'nin başına geçti. Siz neden Isparta il başkanlığına dönmediniz?
- Israr ettiler. Kabul etmedim. "Bu kadar yeter" dedim. Defteri kapattım. Yerimi, yetiştirdiğimiz arkadaşlara bıraktım.
- Askerlerle ilişkileriniz nasıl oldu?
- Askere küsülmez. Bizi görevden alanlarla daha sonra dost olduk. 1960 ihtilalinden sonra bizim için çok ihbar yapıldı. Tümen komutanı olan vali dedi ki "erkek olan ihbarın altına imzasını da atsın." Sonra ihbarlar kesiliverdi.

Şevket Demirel hala DYP üyesi.
Bir ara takılıyoruz:
- Ama sizin parti şu sıralar askerle "çekişmeli" gibi. Bunun için ne diyorsunuz?
- Askerle çekişmek yanlış.
- Bunu arkadaşlarınıza söylemiyor musunuz?
- Askeri hedef alarak siyaset yapmak, "hedefsiz atış yapmaya" benzer. Nereye ateş ediyorsun? Hangi askere? Kime? Senin asker dediğin ya akraban, ya komşun. Kendi askerini nasıl karşına alırsın? Eğer alırsan ne olur bilir misin?
- Ne olur Şevket Bey?
- O da seni karşısına alıverir. Ve sen, askerin sana cephe aldığını da bilemezsin. Benim bir tavsiyem var.
- Nedir?
- Meydana gelen olayları "ameliyat masasına" yatırmalı. Hasta öldürülmemeli. Tedavisi yapılmalı.
- Şevket Bey, Sayın Cumhurbaşkanı size hiç "keşke Çankaya'ya çıkmasaydım" dedi mi?
- Demedi. Hiç konuşmadık.
- Demirel'in kafasında, gönlünde ne var?
- Ben kendi kafamdakini söyleyeceğim. DYP, ANAP, DTP bir araya gelebilse... Yüzde 45 oy alırlar. Karşısında sol da bütünleşir, yüzde 30 alır. İşte sana istikrar. Bundan "ağa" da memnunluk duyar.
- Cumhurbaşkanı ile "bu konuya" girdiniz mi?
- Yemin etti. Cumhurbaşkanlığı yemini. Bilmediğiniz bir şeyi söyleyeceğim. Ettiği yemine sadık kalmaya da yemin etti. Yani Cumhurbaşkanı'nın tek değil, iki yemini var. O yüzden "yeni siyasi bir atılım" konusunu hiç konuşmuyoruz. Ama böyle bir atılım da şart. Türkiye'yi ancak böyle bir hareket düzeltir.

Dönelim yine 28 Şubat 1997'nin hemen öncesine.
Ağabey - kardeş Çankaya Köşkü'ndeler.
Konu "Türkiye nereye gidiyor?"
Demirel "ufuktaki karanlığı" görüyor.
"Yangını söndürmeye" uğraşıyor.
"Demokrasiye ara verilmemeli" diyor.
Ve söz Şevket Demirel'de:
- Ağa, böyle bir durum... Yani demokrasiye ara verilmesi herkesi üzer. Demokrasinin oturmasını isteyenleri üzer. Fakat seni çok daha müşkül bir durumda bırakır. Ağa, zamanın müsait mi? Devam edeyim mi?
- Et, et.
- Sen 40 yıldır demokrasiyi savunuyorsun. Böyle bir durumda... Yani müdahale durumunda... Sen ne yapacaksın? Demokrasiyi savunmaktan geri duramazsın. Doğru mu söylüyorum?
- Evet.
- Geri durursan, daha önce söylediklerin yıkılır. Çok başka şekilde yorumlanır. Ağam benim bir duam var. Edivereyim mi?
- Et bakalım.
- İnşallah, geçmişte yaşadığın olaylarda olduğu gibi, bu işten de sıkıntısız çıkarsın.
Cumhurbaşkanı:
- İnşallah. Benim yaptığım iş iki tarafa da akıl yolunu tavsiye etmek.

Şevket Demirel "son bir şey daha var" diyor.
Cumhurbaşkanı:
- Nedir?
- Askerlerin yanında Hoca ne diyor?
Süleyman Bey:
- Tasvipkar görünüyor. Bir münakaşaya veya redde girmiyor. "Olamaz, yapmayız" demiyor. Ama dışarı çıkınca değişiyor.
- Ağa, bizimki ne yapıyor. O içerde nasıl?
"Bizimki..."
Yani Prof. Dr. Tansu Çiller.
Demirel'in yanıtı:
- İkisi de aynı... İkisi de içerde fazla bir şey söylemiyorlar. Tasvipkar konuşuyorlar.
- Ağa, Allah senin yardımcın olsun.
- Allah milletin yardımcısı olsun.
Ve veda sahnesi.
Cumhurbaşkanı, kardeşinden bazı "taleplerde" bulunuyor.
Şevket Bey'e "ne gibi talepler" diyoruz.
"Özel" yanıtını veriyor.
"Para mı" diye ısrar ediyoruz.
Şevket Demirel:
- Ağa, parayı ne yapsın? Parayla işi mi var ki? Benden ne isteyecek? Ekşi elma ister, ekmek ister... Sonra çimento ister.
- Ne çimentosu?
- Ağa'ya geliyorlar" "şunu yaptık, bunu yaptık... Çeşme yaptık, okul yaptık... Yarım kaldı... Sayın Cumhurbaşkanı, aman bize çimento" diyorlar. Ağa da bana "şuraya şu kadar, buraya bu kadar çimento gönder" diye liste veriyor. Gönderiyorum. O gün de, işte "onları" söyledi.

Devam edecek

Biz de sivrilikten rahatsızdık

Tam 27 yaşındaydım ve DSİ'nin Diyarbakır Bölge Müdürü idim. Genel Müdürümüz Süleyman Demirel'di. Beni çok genç yaşta, oldukça üst bir göreve getirmişti. DSİ tarihinde böyle bir olay yoktur.
Recai Kutan söze böyle başladı.
Ve devam etti:
- Toplantılarda benim müdürlüğümü yadırgayanlar olurdu. Ama Demirel beni savunurdu. Onore ederdi. Bana güvenirdi. Tabii o dönemde büyük hedeflerimiz vardı.
- Neydi?
- Güneydoğu'nun bir numaralı sorunu içme suyuydu. Gece - gündüz onun için uğraşırdık. Genel Müdürümüz Demirel de bölgeye gelirdi. Bir defasında Sayın Nazmiye Demirel'le geldiler. Bölgeyi birlikte dolaştık.
- Nereleri?
- Urfa, Mardin, Siirt, Diyarbakır. Çok enteresan bir seyahatti.
- Neden?
- Köylüler kuyu kazmışlar. 48 metreden su çıkarıyorlar. 48 metre kuyu kazmak için "kuyunun dibine" hava vereceksin. Bu bir teknoloji işidir. Köylüler ise ne yapmışlar?
- Ne yapmışlar?
- Demirci körüğü getirmişler. Kuyunun içine boruyla hava pompalamışlar. Böylece, aşağıdaki adam da kuyuyu kazmış. Suyu bulmuşlar ama, nasıl bir su?
- Nasıl?
- On santim su. O da çamur. Köyün hanım kızları 48 metreden çamurlu su çekiyorlar. Sayın Nazmiye Demirel bu manzarayı görünce dayanamadı.
- Ne yaptı?
- Hüngür hüngür ağladı. Defalarca ağladı.
- Sonra?
- Sonra çalışmaya devam ettik. Ve Demirel bir gün dedi ki "Recai, seni Amerika'ya göndereceğim." Ben de dedim ki "efendim, başladığımız işi bitirelim, sonra gönderin." Ve beni 1959 sonunda Amerika'ya gönderdi.
- Sonra?
- Ben Amerika'dayken 27 Mayıs 1960 ihtilali oldu. Demirel, yedek subay olarak askere alındı. Ziyaretine gittim. Bana bazı şeyler söyledi.
- Ne dedi?
- Dedi ki "bak Recai, ben artık başınızda değilim. Ama ne olur bu işleri takip et. Güneydoğu susuz kalmasın.
- Sonra?
- Sonra Diyarbakır'a, göreve döndüm. Ankara'ya her gelişimde Süleyman Bey'e uğrar, rapor verirdim. O tarihte Demirel'in en yakın ilişkide bulunduğu kişi Mehmet Turgut'tu.
- Demirel'le köklü bir dostluğunuz var. Refahyol kurulunca neler oldu?
- Refahyol kuruldu. Sayın Cumhurbaşkanı, bana karşı fevkalade sıcaktı. Erbakan da eski okul arkadaşı. Bazen derdi ki "yahu Hoca... Gel bakalım."
- Ama "gidişatı" pek beğenmiyordu. Hükümeti uyarıyordu.
- Sık sık mektup yazıyordu. Bunlar yol, baraj, yatırım, ekonomi mektuplarıydı.
- Laiklik mektupları da yazdı.
- Onlar bize intikal ettirilmedi. Bize GAP'a, enerjiye dair mektupları geldi.

- Recai Bey, içinizden "sivri sesler" çıkıyordu. Bunlar tedirginlik yaratmadı mı?
- Aşırı beyanlar grupta ve yönetimde rahatsızlık meydana getirdi.
- Ne yaptınız?
- Şevki Yılmaz konferansçı diye bilinir. Sivri dillidir. Toplumda öyle bir kesim var ki, Şevki Yılmaz'ı dinleyince "oh!.. İçimizi soğuttun" diyor. Ama biz sivrilikten rahatsızdık. Uyarı mekanizması işletildi.
- Nasıl işletildi?
- Bu mekanizma ikilidir. Sayın Erbakan ile Oğuzhan Bey.
- Hoca "sivri dillileri" nasıl uyardı?
- Hoca sakindir. Heyecan adamı değildir. Uyarısını kendine has bir üslupla yapar.
- Nedir bu üslup?
- Hoca şöyle konuşur: Bir insana Allah'ın verdiği en büyük nimet, imanın emrindeki akıldır. Peygamber Efendimize birini tavsiye etmişler. O da üç defa sormuş, "aklı nasıl, aklı nasıl, aklı nasıl" diye... Akıllı olun.
- Ya Oğuzhan Asiltürk nasıl "uyarıda" bulunur?
- Onun tarzı daha değişiktir. "Yahu kardeşim... Olur mu? Bu yaptığının ne faydası oldu" der. Oğuzhan Bey, Hoca'mızdan daha serttir.

Devam edecek