The Others Adliye artık yoruldu!

Adliye artık yoruldu!

14.02.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Adliye artık yoruldu!

Adliye artık yoruldu

Avukat Nejlan Yıldız adliyelerin sefaleti yaşadığını belirtirken, Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun, "Tüm dünyada adalet, saraylarında dağıtılır, Türkiye'de ibze han köşelerinde" diyor

DAHA çok ticari hukuk alanında çalışan avukat Nejlan Yıldız, "Her şeyin başı hukuk" diyor ve hukukun üstünlüğünün önemi üzerine döne döne duruyor. Biz, bu hukukun üstünlüğü turlarından birini özetleyelim:
"Türkiye'de bütün çarpıklıkların temelinde devletin üstünlüğü prensibi var, hukukun üstünlüğü prensibi yok. Eğer hukukun üstünlüğü prensibi olsaydı, bugün Türkiye'de insanlar ne Avrupa İnsan Hakları mahkemelerine giderdi ne de her gün sokaklarda feryat ederdi.
Türkiye'de hukukun üstünlüğünü sağlamaya çalıştığınız zaman da, 1960 yılından beri Türkiye'nin başında bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin getirdikleri yer ortada olan politikalarımız Çin Seddi gibi, hukuk ile kirliliklerin arasına giriyor. Devletin başında olan kişi, bütün yolsuzluklara karşı kamuoyu oluşmaya, basın yazmaya kalktığı zaman, devleti yıpratmayın, diyor. Asıl burada yıpranan devlet değil; devleti kuşatan ve yıpratan çeteler, vurguncular, soyguncular yıpranıyor. Biz devleti temizlemek istiyoruz, devleti yıpratmıyoruz.
Her şeye rağmen, Türkiye'de birçok şeyi çözecek yasa var, ama bunların işlemesi engelleniyor."
Ömrü adliyelerde geçen Av. Nejlan Yıldız ile söyleşimizi hukuktan, hukukun hayata geçtiği mekan olan adliyelere yöneltiyoruz.
"Adliyeler Türkiye'deki bütün kamu kuruluşlarında olduğu gibi sefaleti yaşıyor. Adliyenin personeli, ekonomik yetersizlikler içinde... O gün bana batan şey, bugün bana batmıyor."
Nejlan Yıldız'ın "o gün bana batan şey" dediği neydi? "O gün" Nejlan Yıldız 6 yıllık bir avukattı, bugün 12 yıllık. Altı yıl önce yine hukuk, adliye konusunda hazırladığımız bir dizide adliye bürolarında işlerin nasıl görüldüğünü anlatmaya çalışmıştık. Hepsinde değil ama, adliye kalemlerinin çoğunda işlerin parayla döndüğünü yazmıştık. Kalemde yazdırılacak 3 - 5 satır yazı için o zamanın parasıyla 20 - 30 bin liranın bazen işine göre 50 bin liranın aralık tutulan çekmecelere avukatlar tarafından bırakılıverdiğini mırım kırım ederek yazıya dökmüştük.
Bu tablolar karşısında, henüz 6 yıllık bir avukat olan Nejlan Yıldız şunları söylemişti:
"Üniversitede tek bir şeyle yetişiyorsunuz: Savunma. Bir insanı zor durumdan kurtaracaksınız. Ama adliyeye adım attığınız anda gerçeğin başka olduğunu görüyorsunuz. Staja başladığınız anda bile büyük bir düş kırıklığına uğruyorsunuz. Bütün stajyer arkadaşlarım aynı şeyi yaşıyor."
Neydi o "aynı şey?".. Çiçeği burnunda bir avukat anlatıyordu:
"Parayı avucunda sımsıkı tutuyorsun, para avucunda terliyor. Utanıyorum kadının önüne parayı koymaya. Ama bunu yapamadığım için de iş yürümüyor. Bunun başka yolu kalmıyordu; ya dava almayacaktım, ya düzene uyum sağlayacaktım. Sonunda düzene entegre oldum. İstemeyerek, üzüntü duyarak, acı duyarak yapıyorsunuz bunu."
Altı yıl önce Nejlan Yıldız'a batan onu rahatsız eden gerçekler bugün artık olağan geliyordu.
"Çünkü diyordu, 50 - 55 milyon lira maaşla bir insan kendini, karısını, çoluğunu çocuğunu geçindiremez. Turgut Özal, 'Benim memurum işini bilir', derken memurun, çalışanların emeklerini karşılığı başkalarına peşkeş çekilirken ve 3 - 5 kuruş maaşa talim edilirken, memurun yaptığı şeye hiçbir şey söylemez. Artık batmıyor, rahatsız etmiyor insanı, kendiniz veriyorsunuz. Çünkü bir insan bir özveride bulunuyor. Burada kimsenin rüşvet vermesi söz konusu değil."
Yazılmamak üzere sürdürüyoruz söyleşimizi. Hani, utanılacak şeyler anlatılmaz derlermiş ya, biz de öyle... Yazmıyoruz. Ama sonunda noktayı şöyle koymaktan da kendini alamıyor Av. Nejlan Yıldız:
"O günkü adliye ile bugünkü adliye çok farklı. Adliye yorgun, adliye bitti."
"Öğretmenler de aynı şeyi söylüyor, öğretmenlik bitti, diyorlar."
"Gerçekten. Türkiye'de yargının yerini basın yayın aldı. Vatandaşlar devletten, hukuktan o kadar umudunu kesti ki, şimdi basınla, çok zayıf da olsa sivil örgütlenmelerle sesini duyurmaya çalışıyor."

Bir de yargının pahalılığı sorunu var. Av. Nejlan Yıldız:
"Adliyeye akan para Türkiye'de hiçbir yere akmıyor, diyor. Yargı çok pahalı. Ben müvekkilime dava masraflarını resmi ve gayri resmi masraflarıyla birlikte söylerken utanıyorum. Piyasada 25 bin liraya satılan dosya bize 300 bin liraya veriliyor. Bunun yanında milyonlarca, milyarlarca harç... Bu harçlar sadece adliyenin savcısına, hakimine, personeline verilse, o insanlar rahatlık içinde yaşar, ama bu yapılmıyor. Bunlar karanlık fonlara gider, bu fonlar da nerdedir bilinmez."

Türkiye'de yıllar yılı uzayan davalar, neredeyse fıkralara konu olmuştur. Bu uzama, halkın yargıdan beklentisini de belli ölçüde kırmaktadır. Ve de meşhur sözdür. Geciken adalet, adalet değildir.
İşte, yargı süresinin uzama nedenlerini Av. Tamer Heper şöyle özetliyor:
"Davaların uzamasının nedenlerinden biri şu: Dava açarsınız, tapudan kayıt gelecek, nüfustan kayıt gelecek, belki adli sicilden kayıt gelecek. Yazarsınız, nüfusun iş yükü fazla, bir dahaki duruşmaya kadar gelmedi. Tapuya yazarsınız; tapu gönderdi, ama yanlış kayıt gönderdi. Adli sicile gönderirsiniz Ahmet yerine Mehmet'in geldi. Bir dahaki duruşmada mahkeme bakar, "Aaa! Bunlar yanlış gelmiş ya da hiç gelmemiş. Yeniden yazılmasına.
Bütün bunlara gerek yok. Benim nüfus kaydım devlet sırrı mı? Benim tapu kaydım devlet sırrı mı? Bunların devlet sırrıyla ilgisi yok. Dava açmadan önce avukat gidip bunlardan resmi bir örnek alabilmeli.
Mahkeme nüfus kaydının istenmesine diye karar verir. Bunun iki yolu vardır; posta ile gönderilir, cevap da postayla gelir. Ya da 'Ben işi çabuklaştırayım, şunu elden verin götüreyim, cevabı alıp getireyim' dersiniz. Hakim 'elden takip' diye yetki verir. O yetki üzerine elden takip etmek üzere gidersiniz, size nüfustaki memur sorar: 'Bu ismi yazan, nüfusu istenen bizzat sen misin? Sensen, hakim yetki vermiş, al götür.' Ama, mesela Trabzon'dan nüfus kaydı getirilecek, oradaki kardeşiniz aracılığı ile istiyorsunuz. 'Yok vermem' der, vermez. Bu nüfus kaydının bir gizli tarafı yok ki... Tapuda kendi tapu kaydınız hakkında bile bilgi almak bir problemdir! Trafikten kayıt getirmek o kadar basit bir şeydir ki, ben davayı açarken trafikten kaydımı getirsem adımı sanımı belirtsem bu iş bir celsede biter, ama bu kayıtlar için zaman alıyor, üç celse bekliyoruz."
Adliyenin yükünün artmasının bir nedeni uzayan davalar ise, bir başka nedeni ise bazı anlaşmazlıkların gereksiz yere "mahkemelik" olmasıdır. Avukat Tamer Heper örnekliyor:
"Mahkemeye giden ihtilafları azaltmanın bir yolunu bulmuş dünya. Mukavelelerin ve dava dilekçelerinin tümünde avukat imzası arıyor. Bunun sebebi şu: Bir mukaveleyi avukatın yapması halinde, ihtilaf çıkma oranını azaltıyorsunuz. Çünkü, usulüne uygun yapıyorsunuz. Dava açmada da öyle..."

ADLİYE binalarının çoğu perişan durumda. Han köşelerinde adalet dağıtan adliyeler var. Hele Anadolu adliyeleri... Ufacık odalarda iki sıra, bir kürsü... Ama duvarda mutlaka bir yazı: "Adalet mülkün temelidir." Avrupa ülkelerindeki görkemli adliye sarayları ile bizim sığıntı binaları kıyasladığınızda, adalete saygısızlığın bu noktada başladığını düşünürsünüz.
Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun, "Tüm dünyada adalet, saraylarında dağıtılır. Bizdeki izbe han köşelerinin, tavanı akan yıkık dökük yerlerin ve benzeri mekanların 21. yüzyıl Türkiyesi'nin adalet dağıtılma yerleri olması hazindir" diyor.
İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman, adliye binalarının yetersizliğine değinirken "Biz hep söylüyoruz, en az orduya verilen bütçe kadar yargıya da verilsin. Çünkü, yargı da halkın en büyük güvencesi" diyor.
İstanbul Barosu'nun önceki Başkanı Av. Turgut Kazan, şunları söylüyor:
"Washington için bir şey anlatılır: Coğrafik yapı olarak Beyaz Saray, Kongre Binası ve Yüksek Mahkeme aynı görkem içindedir. Siz Türkiye'de hiç böyle bir şey düşünebilir misiniz? En utanılası yerler adliyelere ayrılmış yerlerdir. Meclisimiz için bir yığın yolsuzluk söylentileri içinde, pahalı koltuklar, çok pahalı avizeler yapılıyor. Bunlar olmasın demiyorum, ama yargı söz konusu olduğunda, mahkeme için ödenek dediniz miydi, kaynak kıtlığından bahsedilir. Mesela orduevi için kaynak kıtlığından bahsedilmez, ama mahkeme için kaynak kıtlığından bahsedilir. Bu da hukuku ciddiye almadığımızın bir göstergesidir."
Av. Nejlan Yıldız da, yine Av. Necla Yıldız da ve eşi Av. Mehmet Yıldız da, adliye binalarının kötülüğünün adalete saygı ile bağdaşmadığını vurguluyorlar. Mehmet Yıldız, "Adliyeye saygı olmayınca, adliyenin çalışanına da saygıyı bekleyemezsiniz. Ondan sonra da devletin gücünün adliyede hissettirilmesini beklemek biraz hayalperesetlik olur" diyor ve bu nedenle adliyelerde kavgalar çıktığını belirtiyor.
Adliyenin parasızlığı da ayrı bir dert küpü. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen özetliyor: "Tutuklu sanık, çevre ilçelerden birinden duruşmaya getirilecek. Hapishane arabasının benzin parası yok, sanık getirilemiyor, duruşma erteleniyor. Hukuk davalarında taraflar bu parayı verebiliyor, ama ceza davalarında buna yasal açıdan olanak yok. Tebligat için, tanık çağırmak için pul parası yok."
Mahkeme salonunda yargıçlarla savcıların yüksek kürsüde, avukatların ise, yerle bir düzeyde oturmaları avukatların tepkisini çekiyor. İ.Ü. Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Köksal Bayraktar da, bu düzenlemeye karşı çıkıyor ve ayrıca, yargıcın savcı ile danışmasının da "işin mahiyeti bakımından" yanlış olduğunu söylüyor.

Yarın: Yüksek mahkemeye tehdit