The Others Avrupa’ya giderim

Avrupa’ya giderim

18.09.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Avrupa’ya giderim

Avrupa’ya giderim


RTÜK’ün 15 gün kapattığı Açık Radyo’nun yöneticisi Madra, dava açmaya hazırlanıyor: “Bir sonuç alamazsak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gider, kesin kazanırız" diyor


       Açık Radyo’nun, Türkiye’nin en önemli iki baskı grubunun dörtte birinin dinlediği radyo olduğu kısa bir süre önce yapılan bir kamuoyu araştırmasında, ortaya çıktı. Açık Radyo’nun kamuoyu önündeki yüzü ve yöneticisi Ömer Madra ise 68 ruhunu taşımakta hala direten, devrimi müzikal, müziği politik kavramlarla anlatan biri. Açık Radyo’nun RTÜK’ten ceza almasının ardından Madra ile RTÜK, özgürlük, Rock’n’Roll ve 68 kuşağı üzerine konuştuk:
       Beach Boys, yani Plaj Çocukları adında Kaliforniyalı sörfçü gençlerin kurduğu 60’lı yılların bir müzik grubunu ve onun müziğini “devrimci" olarak nitelendiriyorsunuz. “Devrim" kavramının tam da 68’lilere özgü geniş ve derin bir kullanımıyla karşı karşıyayız galiba.
       Beach Boys müzikal anlamda da düşünce yapısı olarak da devrimci bir grup. Evet, sörf çocukları, plaj çocukları, bütün imajları bu. Ve bütün hayatları da bu trajediyle geçmiş. ‘Biz hem buyuz hem de başka bir şeyiz’i bir türlü anlatamamışlar. Bugünün hip hop vesaire müziğinde ritim ön planda ve iki şey eksik, melodi artık pek yok, oysa müziğin ruhunu yaratan şey melodidir, öbürü de armoni. Bu Beach Boys’un görünmeyen şeyi, dünyanın en kompleks armonilerini çıkaran herifler. Üst üste binen sesler falan.

       Rönesans müziği gibi...
       Evet, onun için grubun lideri Brian Wilson, Bach’a müthiş meraklıdır. Ama Beach Boys bir başka açıdan da devrimci. Plak şirketlerinin, müzik endüstrisinin korkunç hakimiyeti var müzisyenler üzerinde, şu tarihte girip şu kadar parça yapacaksın, şu stüdyoda, A stüdyosunda şunu yapacaksın, ertesi gün gidip şu kadar şu saatte şunu yapacaksın, bunu tamamen tersine dönüştüren adam Brian Wilson. “Ben girerim stüdyoya, kendi müziğimi yaparım, istediğim kadar sürer" diyor. Ve 2000 yılında da onların parçası en baba parça seçiliyor bütün müzisyenler tarafından.

       Siz de Beach Boys gibi klasik kapitalist işbölümünü reddedip, çok dağınık, çok ehli keyif gibi görünseniz de ilk bakışta, çok üreten bir insansınız.
       İnkar etmeyeceğim. Özellikle beş yıldan beri bütün bioritmimi değiştirerek, saat altıda kalkıyorum her sabah hafta içi ve burada en geç yedide oluyorum. Bir saat internette BBC, bütün New York Times, Guardian sitelerini sörf edip, bazen Fransız basınını da tarayıp, bir de Türk gazetelerine bakıp yayına giriyorum. Ayrıca da yöneticilik görevim var burada. Günde abartmadan söyleyeyim 17 - 18 saat çalışıyorum.

       Rock’n’Roll’un kalıcılığı üzerine program yaptınız. Geçenlerde bir makalenizde de “Rock’n’Roll kalıcıdır" diyordunuz. Halbuki Rock’n’Roll çok geçici bir şeymiş, sadece o gün için yapılan, klasikleşmeye karşı bir müzik türü gibi değil midir?
       Rolling Stones’dan Keith Richards 80’lerde “Rock’n’Roll henüz 30 yaşında ve daha büyümeyi başaramadı" diyor. Büyüyemeyen bir şey, büyüyemediği, hep çocuk kaldığı için de kalıcı, çünkü her zaman herkes çocuktur.

       Herkes her zaman mı çocuktur, sadece bir dönem mi?
       Her zaman çocuktur. Rock’n’Roll’un çıkış noktası da bu: Düşük ücretlerle çok ağır işlerde çalıştırılan insanlar korkunç sıkılıyorlar ve hafta sonunda eğlenmeye, sevişmeye ve tepinmeye gidiyorlar. Ve Rock’n’Roll’u buluyorlar. Eğlenmek istiyor insanlar. Çok sıkıcı bir şey, düzen var ortalıkta. 68’i saymazsak 20. yüzyılın son devrimi budur ve izleri de bugüne kadar hala kalıyor. 68’in izleri de kaldığı gibi. Rock’n’Roll çok önemli bir meseledir.

       Siz de bir 68’li olarak çok eğlenen bir gençlik kuşağındansınız değil mi?
       Vicdanla filan da ilgili bu. Vicdan artık pek para eden bir kavram değil. Vicdan olunca, vicdanlı bir şekilde davranıp, daha rahat eğlenebiliyorsun. Şimdi böyle bir kaygı olmayınca eğlenmenin de eski tadı kalmadı. Bizim daha radyo filan ortada yokken çıkarttığımız bir manifesto var, orada ilk cümle “Eğlenemiyoruz" diye başlıyor. Zaten birisi Açık Radyo için “68’in intikamı" tanımını kullandı.

       Eğlencenin politik bir yanı olduğunu düşünüyorsunuz.
       Her şey politiktir.

       Eğlence bir özgürlük arayışı yani.
       Elbette.

       Bugünün gençliği nasıl eğleniyor?
       Bana iyi eğlenemiyorlar gibi geliyor.

       Ama, Türkiye, İstanbul’a bakıldığında en azından, çok eğleniyormuş gibi görünüyor. Bu eğlence bir özgürlük talebine dönüşebilir mi?
       Evet, bütün Türkiye göbek atıyor. Eğlenmek zorunda olunduğu hissedildiği için yapılıyor bu ve çok yapay ve bayağı. Her Allah’ın günü vur patlasın çal oynasın. Fakat görünüşteki çok vulger manzaranın artık ciddi bir sınırlarını aşma, Avrupalı olmak, dünya vatandaşı olmak, birey olabilmek çabasının, artık sınırları içinde tutulamamanın bir ürünü olduğu da her yerden görülüyor, teyel tutmuyor yani artık.

       RTÜK’ün verdiği cezaya karşı bir hukuk mücadelesine hazırlanıyorsunuz herhalde.
       Buradaki mahkemelerden sonuç alamazsak şüphesiz ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğiz. Benim uzmanlık alanımdır, ömrümün önemlice bir bölümünü insan hakları hukukuna verdim ve bu konuda Türkiye’de yazılmış ilk kapsamlı çalışmanın da bendenize ait olduğunu söyleyebilirim: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Bireysel Başvuru. AİHM’de kesinlikle kazanırız çünkü akılları bile almaz bir yazarın basılmış, serbestçe satılan bir kitabının okunması yüzünden büyük mali kayıplara yol açacak, haysiyet kırıcı bir ceza verilmesini insanın en temel haklarına aykırı bulacaklardır, ifade özgürlüğünün ihlalinin ta kendisi bulacaklardır. O zaman da para cezası verecek Türkiye aleyhine ve bu parayı da sen, ben ödeyeceğiz, bana ödeyeceksiniz, siz ama...

       Helal olsun.
       En ters fikirlerin bile söylenebilmesi gerek. Savaş, bölme, bilmem ne kışkırtıcılığı yapmadığın sürece, “Ey ehli vatan, alın silahlarınızı elinizi şuraya koşun" denmediği sürece, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin koyduğu açık ve mevcut tehlike prensibindeki gib,i açık ve mevcut tehlike olmadığı sürece yasaklama olmamalı yani. Gerçi onu da Türkçe’ye bana sorarsan kasten yanlış çeviriyorlar, “clear and present danger" orijinali, bunu “açık ve yakın tehlike" olarak çeviriyorlar, yakın filan değil, şu anda olması lazım, “çıkın öldürün" gibi yani.

       O tercümedeki farlılık düşünce suçu kavramının oluşmasına neden oluyor değil mi?
       O zaman bile olmuyor, tehlike yakın olsun anasını satayım, sağduyu varsa anlarsın şiddete teşviki, suçu...

       RTÜK 700 yıllık bir anlayış
       RTÜK sizin için nedir? RTÜK eski, merkeziyetçi, bütün toplumun iyiliğinden, ahlakından, herşeyinden sorumlu bir takım yetkililerin bulunduğu anlayışı, yani “biz bilirizöi, “siz daha büyümediniz, büyüyünce olur" diye bir anlayışı, kimine göre Jakoben diyebileceğimiz, Cumhurbaşkanı’nın, Yargıtay Başkanı’nın defalarca söylediği şeyi temsil ediyor. Yani artık büyüyemeyen toplumun herşeyinden sorumlu vasi devlet anlayışı kalmadı. Hiçbir yerde kalmıyor bu, Türkiye’de de kalmayacak. Bütün o şiddeti körükleyen Hollywood filmlerinin ya da belden aşağı eğlencelerin yanında dünyaca ünlü bir yazarın, Bukowski’nin bir hikayesindeki, bağlamında son derece anlamlı, trajik bir laf nedeniyle radyo kapanıyor. Kanun böyle bir vesayet anlayışıyla kurulmuş. Aman ahlak elden gitmesin, devlet elden gitmesin, din elden gitmesin işte. 700 yıllık bir merkezi otorite anlayışı.

       Sivilleşmeye karşı bir tavır değil mi ?
       Sivil insanın neyin iyi neyin kötü olduğunu kendisinin anlayabileceğini kabul etmeyen himayeci bir anlayış. BBC dünyanın en objektif haber kurumu, ama bir devlet kuruluşu değildir. Kendi içinden getirdiği bir mekanizmayla denetim yapıyor. Ombudsman’lık gibi bir şey yani.

       Başka ülkelerde nasıl denetim?
       ABD’de frekansa bakılıyor. Bir küfürle yasaklamıyor, aynı günkü bir başka programda da suç teşvikçiliği, şiddet, belden aşağı şeyler, ertesi gün aynı, o zaman ha burada bir kasıt var artık, genel uslup olmuş artık, o zaman uyarı geliyor. Makul ve sağduyulu olan da budur.

       Beach Boys aşığı 68’li
       Hayatınızda üç önemli olay birbiri ardına gerçekleşiyor. Ama siz hepsini ardınızda bırakıp bir geceliğine New York’a, gençlik idolünüz Beach Boys’u izlemeye gidiyorsunuz. Nedir bu olay?
       Beş senedir benim radyodaki programım Beach Boys’un “Good Vibrations - İyi Titreşimler" parçası ile açılır. Bu hayati bir şey. Bizde uzun süre program yapan ve derin bir müzik kültürü olan Sedat Nemli şimdi birkaç yıllığına ABD’de. Ve bana geçenlerde bir email gönderdi. 10 Eylül’de Beach Boys’un lideri Brian Wilson’ın New York’ta bir konser vereceğini ve kendisinde de yedek bir bilet olduğunu haber veriyordu. Burada da vaziyet bir hayli sıkışık. Çok hoş bir kadın olan ressam halam öldü. Ertesi gün de dede oldum. Üçüncü gün de RTÜK kararı geldi. Gitsem bile hemen dönmem lazım. Sekiz bin küsur kilometre. Müzikten anlayan dostlarım “Beach Boys diye diye kafamızın etini yedin, anamızı ağlattın, git tabii" dediler. Gittim ve 48 - 50 saat kaldım. Çok da iyi oldu, tarihin dönüşü oldu.

Beş yıl önce hiç sorun olmamıştı

Bukowski’yi okuyan radyocu Göksenin Göksel:
       SEMRA KARDEŞOĞLU

       Göksenin Göksel. Henüz 26 yaşında bir radyo programcısı. Yapımcılığını üstlendiği “Amma Hikaye" programında yayınlanan Charles Bukowski’nin “Kasabanın En Güzel Kızı" adlı öyküsü nedeniyle RTÜK, Açık Radyo’ya 15 gün kapatma cezası verdi. Göksenin, programının öyküsünü şöyle anlattı:
       “1995’te Amma Hikaye programını radyonun ilk spikerlerinden tiyatro oyuncusu arkadaşım Ayşen Aydemir ile hazırladık. Amacımız, Türk ve dünya edebiyatının seçkin örneklerini dinleyicilerimize tanıtmaktı. Her sabah 10.30’da tam 60 bölüm yaptık."
       Programa ara verdikten dört yıl sonra, Ayşen Aydemir henüz 25 yaşındayken geçen kasımda kansere yenik düştü. Arkadaşının ölümüyle yıkılan Göksenin Göksel ise mayıs ayında Amma Hikaye adlı programı yeniden sürdürmeye karar verdi. Açık Radyo da onay verince 1 Mayıs günü hikayeler yine dinleyici ile buluştu." Göksen,, kapatma cezasının alındığı süreci şöyle aktardı:
       “İlk öyküyü Ayşen’in anısına yayınlanmak istedim. Bunun üzerine arşivi karıştırdım ve 1995’te Ayşen ile okuduğumuz Bukowski’nin ‘Kasabanın En Güzel Kızı’nı seçtim. Çünkü bu öyküyü çok severek okumuştuk. Bir hafta önce aldığım haberle şok oldum. Kitap genel ahlaka aykırı bulunduğu için Açık Radyo’ya 15 gün kapatma cezası verilmiş. Çok şaşırdım ve üzüldüm. Sanırım Ayşen de bunu görseydi çok üzülürdü. Beş yıl önce okuduğumuzda hiç sorun yoktu. Şimdi genel ahlaka aykırı bulunmuş. Kitapçılarda satılmasında hiç bir sorun yok. Bize göre yaptığımız güzellikti. Çirkinlik olarak değerlendirdiler."