The Others Batı düşmanı değilim

Batı düşmanı değilim

22.01.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Batı düşmanı değilim

Batı düşmanı değilim


"Derin devlet" bilinçaltı toplumsal otosansürümüz. Sizin, benim, bizim, herşeye karşın yaşayakalmak için şart olduğuna inandığımız, düşündüğümüz değerler ve davranışlar bütünü, belki de tek ulusal mutabakatımız.


       Yazar Alev Alatlı Boyut Yayınevi'nden çıkan son romanı "Schrödinger'in Kedisi - Kabus"ta "Yeni Dünya Düzeni" içinde aile kurumu, psikolojisi ve kültürüyle Türkiye'yi, Türk insanını anlatıyor. Alatlı ile, Türkiye'nin "kabus gibi" sorunları üzerine konuştuk. İkinci cilt "Rüya" ise Mayıs ayında yayınlanacak.

       * Neden sivil toplum örgütlerine karşısınız? İnsan Hakları Mahkemesi, Uluslararası Af Örgütü'nü neden rahatsız edici buluyorsunuz?
       Sivil toplum örgütlerine karşı olduğumu da nereden çıkardınız? Ben sivil toplum örgütlerinin hızla çoğalmalarına, yani toplumun ayrışma hızına işaret ediyorum o kadar. AİHM'ye, ya da UAÖ'ye sorgusuz sualsiz teslim olmadığım doğru... Çünkü "mahkeme" dediğiniz, belirli bir ideolojiyi ayakta tutmak, desteklemek, insanları o yönde yapılandırmak üzere kurulur: Şeriat mahkemeleri, halk mahkemeleri, Cumhuriyet mahkemeleri, İstiklal Mahkemeleri gibi...
       AİHM'yi ya da UAÖ'yü içime ancak tek kutuplu dünyanın ideolojisini sindirebildiğim kadar sindirebiliyorum, daha fazla değil. Şunu da itiraf edeyim: Pinochet dahi olsa, bir devlet başkanının kaderinin, konuğu olduğu başka bir devletin Lordlar Kamarası'nda tayin edilmesindeki kestirmeci, indirgemeci, kendini beğenmiş mutlak tutum beni rencide ediyor. Bugün Pinochet'e yapılanın yarın bir halk liderine yapılmayacağının garantisi var mı?

       * "Dernekler, cemaatler, sivil toplum örgütlerinin coğalması ortak dil eksikliğine, toplumsal afaziye, hafıza kaybına işaret ediyor" diyorsunuz. Halbuki biz ortak dilin oluşmasına giden yolu hızlandıracağını düşünüyorduk...
       Mesela "Darwinci Düşünceyi Destekleme" ve "Adem ile Havva'yı Yaşatma" sivil toplum örgütlerinin birbirleriyle "ortak dil" oluşturmak üzere ayrıştıklarını düşünmek ne tuhaf! "Ortak dil" oluşturmakla, "ödün vermek" arasındaki farkın üzerinde durmuyoruz.

       * Siz, "Eski Türkiye'nin ideolojisi, idealleri, felsefesi yoktu. Eski Türkiye anti - ideolojide uzlaştı" diyorsunuz. İdeolojisiz, felsefesiz bir Türkiye yaratmak için çaba sarfetmedik mi? Şimdi mevcut durumdan yakınmak niye?
       Eşek ile atı çiftleştirirseniz, ortaya katır çıkar. Çıkar da, katır kısırdır kendisini yeniden üretemez. Yeni bir katır istiyorsanız, tekrar ebeveynlerine yani eşeğe ve ata dönmek zorunda kalırsınız. Bizde, sol ile sağın "çiftleşmesi" katır doğurttu. Kısır, kendisini yeniden üretemeyen, dönüşemeyen, dönüştüremeyen bir mahluk yani...
       Biz, hiç "ideolojik kavga"da yaşamadık, çünkü, "ideoloji"lerin göreli avantajlarını ya da tersini tartışmadık bile. Ne sosyalizmi, ne de kapitalizmi Türkiye toplumunun esenliğine dönük yapılanmalar olarak irdeledik. Bizim bütün yaptığımız "istikrar" ve "gemiyi sarsmamak" uğruna, ideolojilerimizden eklektik "ödünler" vermekten ibaretti.
       Türkiye ne zaman bir meseleyi konuşarak çözebildi ki? Durum dayattı, biz ona göre mevzi aldık. Hepsi bu... "Sağ" ödün verdi, SSK ocağımıza incir ağacı dikti. "Sol" ödün verdi, Emlak Bankası toplu konutları en çok verene ihale ile sattı. İslamcılar ödün verdiler, Sayın Nazlı Ilıcak FP başkan yardımcısı oldu...

       * "Gençliğin nihilist eğilimleri güçlenmiştir" diyorsunuz. Oysa artık daha çok "sunulanlar"la yetinen bir gençlik yok mu?
       "Sunulanlar" birbirlerini bu kadar yadsımasalar, bu kadar çelişkili olmasalar gençlik yetinirdi belki. Her yerde ideolojisizliğin kaypaklığını gören gençlik nihilist olmaz da ne olur? Bir İBDA - C militanı, örneğin Merve Kavakçı'nın Amerikan vatandaşlığını içine sindirebilir mi dersiniz?

       * Romanın kahramanı İmre Kadızade, "Yeni bir dil, yeni bir din, yeni bir kimlik istiyorum. Beynimi yıkayın" diyor...
       İmre Kadızade, bunalmış, yeni bir dil istiyor muhtemelen İngilizce, yeni bir din istiyor muhtemelen "light İslam", yeni bir kimlik istiyor muhtemelen Avrupalı da değil "Batı Avrupalı."

       * Kitabınız Türkiye'nin parçalanmasından duyulan korkununun romanı mı?
       Ortak değerlerimizin, ortak dilimizin yokolmasının getirdiği "parçalanma" değil, "ayrışma"dan kaynaklanan ve kaynaklanacak olan acılarımıza dikkat çekmeye çalıştığım bir roman.

       * Kitabınızda, Türk devletinin hatta biraz abartarak söyleyeyim, "derin devlet"in yeni dünya düzeninden, içe kapanık iktidar günlerinin geride kalmasından duyulan tedirginlik yansıtılıyor. Siz sanki Türk devletinin romanını yazmışsınız gibi...
       Bana sorarsanız, "devlet" biziz. "Derin devlet" ise bizim bilinçaltı toplumsal otosansürümüz. Sizin, benim, bizim, herşeye karşın yaşayakalmak için şart olduğuna inandığımız, düşündüğümüz değerler ve davranışlar bütünü, belki de tek ulusal mutabakatımız. İngiliz anayasası gibi, kelimelere dökülmemiş ama orada.
       Tek kutuplu dünya düzeninin silahla değil ikna yoluyla, uluslararası medya aracılığı ile dayattığı, muhalefeti fiilen yokeden indirgemecilikten, tedirginliğin de ötesinde kaygı duyuyorum.
       Giysiden, müziğe, edebiyata, resime, yemeğe varıncaya kadar tek tip yaşam biçimine gidişat, bu sığlık bana Mao'nun uniformasından daha az kaba gelmiyor. Üstelik para orada. Türkiye, cura çalmakta ısrar ederse para bulamayacağının farkında. Parayı bulamazsanız da kelaynaklar kadar yaşama şansınız yok.

       * Türkiye'yi kimler yönetiyor? Bakanlar, işadamları, başbakanlar, cumhurbaşkanları, hatta genelkurmay başkanları söyledikleri sözleri bir süre sonra tashih etmek zorunda kalıyorlar. Tashih ettiren güç nedir?
       Toplumsal otosansürümüz olmasın? Toplumsal otosansür yani yazılmamış anayasamız yani "derin mutabakatımız". Kültür denilen şey, belki de bu!

       * "Yeni Dünya Düzeni"ni eleştiriyorsunuz. 1917'den beri bugünkü dünya arzulanmıyor muydu?
       Arzulayan birileri hep vardı kuşkusuz. Sovyetler, dünyanın gelmiş geçmiş en iddialı toplum mühendisliği projesini ellerine yüzlerine bulaştırdı. Bana gelince, Marx'ı Lenin'e, Lenin'i Stalin'e kurban etmemelerini ve tek kutuplu dünyaya karşı bir emniyet sübabı olarak kalmalarını tercih ederdim. Ne ki, somut "insan"a değil, soyut "insanlığa" yöneldiğinizde, korkarım bu hep böyle oluyor. Türk Mehmet'i bırakıp, "Türklük"le oyalanmak gibi...

Batı ile aşk ve nefret ilişkim var

       * "Hiçbir barbar, insanlığa Batı medeniyeti kadar zarar vermemiştir" dediniz. Sizin kültürel yetişme ortamınız batılı ama Batı düşmanısınız...
       Batı düşmanı değilim. Batı ile aşk ve nefret ilişkim var. Einstein'larına, Pasteur'lerine, Schopen'lerine hayranım ve ölesiye kıskanıyorum. Hayatımı sonuçta onların emeği olan MR cihazına borçlu olduğumu da biliyorum.
       Süreklilik, ince ayar, ciddiyet gibi özelliklerine imreniyorum. Ama bir de delinen ozon, çürüyen Karadeniz, acından ölen Biafralı çocuklar gibi "barbar" yansıması var... Batı'yı anlıyorum, ama hemfikir değilim.

       *"Yeni Dünya Düzeni"ne direnecek olan gücün askerler olduğunu mu düşünüyorsunuz?
       Ordunun "Yeni Dünya Düzeni"ne direnmesi söz konusu olamaz, teknoloji orada çünkü. Kendisi de değişecek, yeni durumun felsefesini yapacaktır.

       * Türklerin sekste daha serbest hale gelmesi sizi rahatsız ediyor mu? Bir ahlak kaygınız var...
       Doğal işlevini suistimal eden her türlü oburluğu sapkınlık olarak görüyorum. Türklerin sekste daha serbest olması beni rahatsız etmiyor. Rahatsız eden, insanı körelten, üretici gücünü tarumar eden seks tüketimi, "hobi" haline gelen seks. "Ahlak"a gelince, o asla seksle sınırlı bir kavram değil. Kendisine profesör ünvanını layık gören birisinin iki yabancı dil bilmemesi de ahlaksızlıktır.