The Others 'Ben Doğu'ya aitim'

'Ben Doğu'ya aitim'

19.09.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

'Ben Doğu'ya aitim'

Ben Doğuya aitim


"Bir ayağım çemberin içindeyse, bir ayağımı dışında bırakıyorum ki tehlike anında çemberdeki ayağımı dışarı çekebileyim. Şöhret, para kovalayanlar, iki ayağıyla içerde olanlar. Güçlü olabilmek için oysa tek ayağın mutlaka dışarda olması lazım..."


       Bütün bir gün geçirdik Şevval Sam'la. Hala göz kamaştıran, parlak yaz güneşinin kavurduğu bir Urfa avlusunda yediğimiz öğlen yemeğinde yaptığımız "söyleşiden" çok önce başladı sohbetimiz ve teybi kapattıktan sonra da geceye, çekim saatinde Şevval Sam kamera önündeki yerini alana dek akıp gitti. Akıp gitti diyorum, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık çünkü. 25 yaşındaki bu genç kadının meraklı, canlı, tutkulu, kıpır kıpır heyecanının yanında: içinde biriktirdiği doğal, dingin, berrak bilgeliğe ve olgun duyarlılığa şaştım.
       Balıklı Göl'ü, Urfa Çarşısı'nı gezdik beraber. Rengarenk poşular, fularlar aldık. Ekimde TGRT'de vizyona girecek "Aşkın Dağlarda Gezer" dizisinin çekim mekanlarını dolaştık. Endülüs mimarisinin tıpa tıp kopyası gibi duran "Halepli Bahçeleri"nde fotoğraflar çektik. Harran'a gittik.
       Şevval Sam "mistisizm" diyor! Sahiden de en mutlak, en uç tezatları içinde barındıran keskin bir büyüsü; insanı saran tuhaf bir gücü var bu kentin ve yörenin. İyi, cömert, güzel ve çirkin; yumuşak ve sert; gerçek ve sanal; sanatkar ve savaşçı... İbrahim Tatlıses, Sedat Bucak, Abdullan Öcalan... Bu isimlerin tümünün de Urfa'nın bağrından, içinden çıkmış olması rastlantı olmamalı...

       - Urfa yaşamınıza ne kattı?
       - Projeyi kabul etmemin temel nedeni Urfa'da çekiliyor olması. Doğu'ya özel ilgim var. Çünkü kendimi Batı'ya değil hep Doğu'ya ait hissettim. Buraları hep gezmek, görmek istedim. Buranın insanının farklı hassasiyeti, misafirperverliği hoşuma gidiyor. Anında da uyum sağladım. Şalvarlar, poşular, resbelekler...
       - Sizi bu denli baştan çıkartan ne?
       - Annemin babası subaydı. O Doğu'da yaşamış "O toprakların büyülü bir havası vardır" derdi bana. Burada bir mistisizm var. İnsanların düşünce, duygu dili, İstanbul'da alıştığımızdan farklı. Farklı temel bazı değerleri var. Bizim unuttuğumuz. Hayata bakışlarını anlamak için saatlerce oturup konuştuğum insan oldu. Enterasan bir ışıkları var.

İki yüz milyar edersin!

       - O ışık sizde bir iz bıraktı mı?
       - Hem insanların değişik düşünce biçimlerini anlamak, hem de bir oyuncu olarak zenginleştirdi beni. Onların lehçesiyle "Ne'apıysan gurbaan!" diye lafa girdiğinizde sizinle onlar da en doğal biçimde, laflarını düzeltmeye çalışmadan konuşuyorlar. Bir utangaçlıkları, çekingenlikleri var. Büyük şehirde olmayan. Bu beni çok etkiliyor. Farklı bir insani hassasiyet, duyarlılık çünkü bu. Onun haricinde tabii toplumsal bir geri kalmışlık mutlaka oluyor. İnsana insan olduğu için verilen değerde bir gerilik, kadın olduğu için verdiği bir gerilik var tabii. Teknolojiyle birlikte ciddi bir kültür şoku yaşanıyor. Cep telefonları, arabalar, uydular yalnız erkekler için var örneğin. Kadına hala mal gibi bakılıyor. Bana mesela dediler ki "Uff sen burada çok para edersin! En az 200 milyar!" Hem cep telefonu var, hem böyle şeyler yaşanıyor...
       - En çok hangi yanı çekti bu kentin?
       - Buranın dokusunu seviyorum. Ev hayatlarını, dar sokaklarını, yüksek duvarlarını... Fon hep aynı renk. Sarı ve toprak tonları. Görsel bir bütünlüğü var. O yüksek duvarların arkasında kendilerine özgü bambaşka bir dünya var. Orada başlıyor gerçek hayat insanlar için. Ve çok kalabalıklar. Çoluk, çocuk, gelin, kaynana, emmioğlu falan bir arada yaşıyorlar. Küçük havuzları, eyvanları, avluları, ağaçları, tavukları, horozları oluyor. Kalabalık düzenleri ben severim. İstanbul'da o eski ahşap evlerdeki kalabalık yaşamlara hep özlem duyardım. Hep o dönemlerde yaşamak istemişimdir.

Ata binmeyi öğrendim

       - Çekimlerde özel sorun, aksilikle karşılaştınız mı?
       - Kadınların fotoğraf çektirmesi bile burada bazı yerlerde hala kabullenilemiyor. Bir sahne için 3000 kişilik bir figürasyon kurmaya çalıştık. En fazla 100 kişiye ulaştı. O da İstanbul'dan gelenlerle. Bir oyuncumuz, Meral Orhonsay kaza geçirdi. Haluk Kurdoğlu tifo oldu. Dizanteri olan oldu. Bağırsak enfeksiyonu geçirenler oldu. Ben domuz gibiyim.
       - Vücudunuz da buraları benimsemiş anlaşılan...
       - Bu toprağın dokusuna o kadar geçtim ki, hiçbir şey beni kötü etkilemedi. Aksine hislerim burada daha da yoğunlaştı sanki. Peygamberler şehri Urfa. Öyle bir şeyler hissettim. Kendi kendime ata binmeyi öğrendim. Dört nala koşuyorum şimdi. Bundan büyük keyif alıyorum. Bir köy evinde kalabilseydik, oğlum Tarık Emir'i de getirecektim. Çok hoşuma gidiyor böyle tavuklar, yumurtalar, sütler...

Başarı istiyorum

       - "Aşkın Dağlarda Gezer". Bu dizi nasıl doğdu ve siz nasıl katıldınız projeye?
       - Yönetmen Veli Çelik son dönemlerde Türkiye'nin yetiştirdiği en yetenekli isimlerden. İnanılmaz bir karizması ve farklı bir bakışı var. Diziyi kaleme alan da Ahmet Yurdakul. Onların olması benim için çok önemliydi. Ve tabii Urfa büyük etken oldu.
       - Hikayeyi beğendiniz mi?
       - Birinci bölümü okuduktan sonra çok heyecanlandım. 2. bölümü gönderdiler. Randevuma geç kaldım okuyabilmek için. Hikaye tempolu, kurgusu mükemmel, büyüsü inanılmaz. Gerçekten büyülendim.
       - Gerçek hayatta da sizi baştan çıkartmak için biraz büyülü mü olmak gerek?
       - Galiba farklı bir şeyin, bir şeytan tüyünün olması gerekiyor. Fazla ilişkim olmaması belki bundan kaynaklanıyor. Gel git anlamında ilişkileri söylemiyorum ama gerçekten tılsımı, kendine ait özel bir şeyleri, örtülü birtakım özellikleri olması lazım ilişkilerin. Telepatik bir iletişim olması lazım. Elektrik kesinlikle olması lazım.
       - "Geçici ruh değiştirme". Oyunculuk tanımınız bu. Kelebek gibi bir ruhtan diğerine konmak insanı hafifletiyor mu, yoksa sınırlarını zorlayan bir şey mi?
       - İkisi de. Farklı bir karakteri canlandırdığım zaman onunla bir iç hesaplaşması yapıyor ve tanımaya çalışıyorum. O işte bir sınırı zorlama meselesi. Oyunu çıkarttığınız zaman da kelebek gibi hafifliyorsunuz. Terapi gibi. Kamera önünde rol yapmam ben. O karakterin duygularına bürünüyorum.
       - Büyücü gibi. Bunu nasıl yakalıyorsunuz?
       - Gözlem ve konsantrasyonla. Oyunculuk bu.
       - "Süper Baba", "Feride"den sonra bu 3. dizi. Neden hep dizi? Neden sinema değil?
       - Hedefim sinemada başarılı olmak. Ama iyi bir senaryo, iyi bir ekip, iyi bir prodüksiyon bekliyorum. Bir yerden başlayayım da ne olursa olsun değil. Başladığım yer mutlaka iyi bir yer olmalı. Aza kanaat etmiyorum açıkçası.
       - Buna hırs mı demeli?
       - Aslında hırslı değilim hiç. Bazı insanların hırslarını tatmin etmek için vermeyeceği taviz yoktur. Benim öyle şeylerim yok. En ünlü olmalıyım, en çok işi ben yapmalıyım, en fazla parayı ben kazanmalıyım gibi hırslarım yok. Türkiye'de bir isim gündeme geldiğinde piranalar gibi üstüne atlıyorlar. Bundan nasıl faydalanabiliriz, tüketebiliriz gibi bir çark gelişiyor. Bir sürü dizi, film, kaset teklifleri alıyorum. Ama şöhret ya da para değil, başarıyı hedefliyorum ben. En "top" noktaya ulaşmak istiyorum. Oraya da çok iş yapmakla ulaşılmıyor. Doğru noktalarda, doğru işler yapmak lazım. Çizgiyi saptırmamak, muhafaza etmek önemli. İlk hatayı yaparsam; hata hata getirecek gibi geliyor. Ruhumu doyuracak, beni zenginleştirecek şeyler yapmayı arzuluyorum. "Ah ne çok iş yapıyorsun, ne şöhretlisin" değil; "ne güzel bir iş yaptın, ne kadar başarılı, ne sevdik!" Bana böyle şeyler söylesinler istiyorum. Maddi standartları yalnız oğlum için istiyorum. Onun dışında para kaygım yok. Harcıalem bir tarafım var; her yerde, her şartta yaşayabilirim. Marka tutkum yok. Kendimi rahat ve iyi hissettiğim her şeyi giyebilirim.
       - Kendinizle barışıksınız...
       - Evet, çünkü aslolanın kendini iyi hissetmek olduğunu düşünüyorum. Ben çok gülerim mesela. Dostlarım da benimle gülmeyi bilen, seven insanlardır. Amacım iyi vakit geçirmek. Zirvelerde yalnızlıklar anlamsız geliyor.

Gizli gözüm var

       - Başarılı insanlar pek sevilmez. Seçecekseniz başarıyı mı, sevilmeyi mi tercih edersiniz?
       - Benim gizli bir gözüm var. Etrafımdaki insanların da öyle. Hayata gizli bir gözle eleştirel bakabilmeyi becerebiliyorlar. Onlarla aynı frekansta buluşabiliyorum bu yüzden. Başarıyı yakalamak için fazla bir çaba da harcamadım ayrıca. Her şey biraz denk düştü. Duygusal zeka, EQ çok önemli. Hayatla bütünleşmeyi sağlayan o. Ben duygusal zekamın IQ'mdan yüksek olduğunu düşünüyorum. İş konusunda olduğu gibi özel hayatımda da hata yapmamaya özen gösteriyorum. Özel hayatta yapılan hatalar işe de yansıyor. İnsanın önce iç dünyasında sağlam bir yerlerde durması gerekiyor.
       - Önceliklerinizi şaşırmaz mısınız?
       - O konuda tereddüt etmem. Önce çocuğum mesela. Ailem, arkadaşlarım, işim. İnsanların tecrübelerini hiçbir zaman kulak ardı etmedim ve annemin deneyimlerinden çok yararlandım. Bir ayağım çemberin içindeyse, mutlaka bir ayağımı dışında bırakıyorum ki tehlike anında çemberdeki ayağımı dışarı çekebileyim. Şöhret ve para peşinde koşanlar, iki ayağıyla içerde olanlar. İnsanın güç ve hareket kabiliyetine sahip olabilmesi için tek ayağının dışarda olması lazım.
       - Yukarlarda bir yerde sizi koruyan parlak bir yıldız da yok mu?
       - Var galiba. Yaptığım işler çünkü beni hep bir adım öteye götürdü. Hem hiç ortalıkta değilim, hem her gün gazetede, TV'lerde, gece kulüplerinde değilim, hem de 3. başrolümü oynuyorum. Bu çok önemli. İkisinin arasına birer sene boşluk bıraktım. Deniz unutuldu, Feride'yi oynadım. Feride unutuldu şimdi Kajal'ı (Kürtçede Ayışığı) oynuyorum. Kajal'dan sonra araya belki gene bir yıl girecek. Bana heyecan veren bir başka kadını oynayacağım sonra.