The Others "Ben fotoğraf çekmeseydim edebiyatımız yüzsüz olacaktı"

"Ben fotoğraf çekmeseydim edebiyatımız yüzsüz olacaktı"

28.11.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Ben fotoğraf çekmeseydim edebiyatımız yüzsüz olacaktı"

Ben fotoğraf çekmeseydim  edebiyatımız yüzsüz olacaktı





Güler Apartmanı’nın merdivenlerini tırmanıp üst kattaki odasına girdiğimizde "Hoşgeldiniz ulan, oturun bakalım" diye karşıladı bizi Ara Güler. "Şimdi siz sergiyi soracaksınız, ben de anlatacağım öyle mi?"
Ara Güler’in "anlatacağım" dediği 29 Kasım’da Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde açılacak olan "100 Yüz" sergisiydi ve Güler’in fotoğraf makinesini eline aldığı ilk günden bu yana objektifine takılan edebiyatçıların fotoğraflarından oluşuyordu.
Aralarında Yakup Kadri’den Ahmet Hamdi’ye, Orhan Veli’den Sait Faik’e Türk edebiyatının 100 ünlü isminin yer aldığı serginin önemi büyük. Çünkü Ara Güler o fotoğrafları çekmeseydi, şimdi Orhan Veli’nin hep hastaymış gibi görünen zayıf yüzündeki mahcubiyeti, Cevat Şakir’in Egeli tebessümünü ya da Orhan Kemal’in o tuhaf kederini hiç bilmeyecektik. Ara Güler gibi söylersem "Eğer bu fotoğraflar olmasaydı suratsız, yüzsüz bir edebiyatımız olacaktı."

Sizin çektiğiniz yazar portreleri bugüne kadar birçok yayında kullanıldı. Ama yanılmıyorsam ilk kez bir sergide bir araya geliyor...
Yapı Kredi Yayınları standlarına koymak için benden edebiyatçıların fotoğraflarını istedi. 50-60 fotoğraf verdim. Sonra baktılar ki bende daha çok var, "Bir sergi yapalım" dediler. Teklif onlardan geldi yani, benim aklımdan bile geçmemişti.

Sergide 100 fotoğraf var. Edebiyat çevresinin hassaslığını düşünürsek seçim yapmak zor oldu mu?
Serginin ismi "100 Yüz". 100 tane adam olacak yani. Söylediğin gibi dışarıda kalanlar gücenecekler. Bu yüzden "Ben karışmam, fotoğrafları siz seçin" dedim. Ziyaretçi gibi gidip göreceğim ben de. Fotoğrafları verdim ve hiçbir şeye karışmadım.

Arşivinizde Türk edebiyatının bütün yazarları var neredeyse. Zor oldu mu sanatçılarla çalışmak?
Ben bu yazarların fotoğraflarını mühim adamlar oldukları için çekmedim. Zaten hepsi etrafımda dolanan adamlardı. Öyle Foto Sebah’mışım gibi gelip poz vermediler. Özel suretle gideyim de bu adamları çekeyim diye uğraşmadım. Senin benden randevu aldığın gibi kimseye gitmemişimdir ben, gitmem de (gülüyor). 54 yıldır gazeteciyim ben. Ulan ayda bir fotoğraf olsa, az çekmişim sayılır.

Birçok yazarın fotoğrafı da sadece sizde var.
Tabii, ben bu fotoğrafları çekmeseydim, Türk edebiyatı suratsız kalacaktı. Ben yüzsüz olmaktan kurtardım Türk edebiyatını. Yoksa, kimse bir bok istemedi benden. Ama dünyaya bir kayıtları kalsın istedim bu adamların. İyi ki de yapmışım, çünkü benimle iş yapmadan hiçbir ansiklopedi çıkamaz Türkiye’de. Herkes buraya düşmüştür.

Bu fotoğraflar içinde çok beğendiğiniz, "İyi ki çekmişim" dediğiniz var mı?
Yok, pek beğenmiyorum. Ben bunları 1945’te çekmişim, şimdi olsa başka tertip çekerdim. Sanat fotoğrafı iyi hoş da, bunlar da lazım. İlla sanat yapacağım diye mesela ışıkla oynasan, fotoğraf bulanık çıkar, çektiğin adam görünmez ulan.

Yazarlar içinde beni en çok Cevat Şakir etkiledi. Etkileyici bir tarzı, ifadesi vardı. Sadrazam oğlu ya. Sadrazam başbakan demek ama şimdikiler gibi değil, kerliferli Osmanlı başbakanı. Cevat dostumdu. Ferman gibi yazardı, sayfaya yazmazdı. Konuşması çok etkileyiciydi. Bir şey anlatırken zevk alacağın bir adamdı. Denizi, tarihi sever diye aldım onu deniz kıyılarına, tarihi yerlere götürdüm. Son fotoğrafını da ben çektim. (Bir fotoğraf gösteriyor) Bu fotoğraftan bir ay sonra öldü.

‘50’li yıllarda bütün edebiyatçılar Beyoğlu’nda dolaşırdı. Beyoğlu’nda da üç gazeteci vardı. Ben Galatasaray’daydım; Sami Kohen, Tünel’de; Ömer Sami Coşar, Taksim’de. Sokak sokak dolaşırdık. Mesela bir adam vardı, paltosunun yakası yukarıda, kambur kambur yürürdü. Saçının yarısı var, yarısı yok. Sessizce bir yerlere girer çıkardı.. Sonradan öğrendim, bu herif Sait Faik (Abasıyanık) imiş.