The Others "Benim kilisem ölüyor"

"Benim kilisem ölüyor"

16.04.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Benim kilisem ölüyor"

Benim kilisem ölüyor


Süryaniler... Onlar İsa'nın konuştuğu dili yaşatırken, çoğunluğu Müslüman olan Türkiye, bu topluluğun bir devamından farklı bir şeyi temsil etmiyordu Anadolu'nun renkli inanç mozaiğinde


       Güneşin eğilmeye başlamış son ışıklarından kaçarcasına serin avluya adım atıyoruz. Taş zeminin etrafını çeviren duvara dayalı bankların üzerinde oturan yaşlı bir grup, cuma ayininin başlamasını beklerken sürdürüyor sohbetini. Dışarıda, sokakta oynayan çocukların, geçen at arabalarının sesini, avlunun içerisindeki huzurlu sessizlik yutuveriyor sanki. Taş eşikten geçtikten sonra bir başka dünyada buluveriyorsunuz kendinizi.
       Biraz çekingen, biraz meraklı etrafı izlediğimizi gören genç peder bizi içtenlikle karşılıyor. Ona, Midyat'tan geçerken Süryani kiliselerini ziyaret etmek istediğimizi anlatıyoruz. Diğer Süryani kiliselerini ziyaret ederken gördüğümüz "turist" muamelesinin tam tersine (diğer tüm kiliselerde yanımıza birer "rehber" verilmişti), burada bir "tanrı misafiri" sıcaklığı hissediyoruz. Peder, kültürüne olan merakımızı sezinleyince, "Eğer isterseniz, 10 dakika sonra ayin başlayacak, seyredebilirsiniz," diyor tüm samimiyetiyle. "Tüm yapmanız gereken, biz oturduğumuz zaman oturup, ayağa kalktığımızda kalkmak." Fotoğraf çekmemizde bir sakınca olup olmadığını sorunca, "Yalnız bir iki tane," diyerek gülümsüyor, "Cemaatin üyelerini rahatsız etmemek için."

Suçlu kim?

       Bu ufacık kilisede gördüğümüz sıcaklık, diğer Süryani kiliselerinde gördüğümüz mesafeli yaklaşımdan çok farklı. Gerek Mardin çevresinde, gerekse Hasankeyf yolu üzerindeki ziyaretlerimizde kilise erbabı ya bizden kaçıyor ya da kırk yılda bir göz göze geldiğimizde yüzünü çevirip, sırtını dönüyordu. Sanki devletin Süryanilere karşı yıllardır uygulanmakta olduğu "izolasyon" politikasından bizi sorumlu tutuyor gibiydiler.
       Kültürlerini yeni nesillere aktarabilmek için medrese kurmalarına karşı Ankara'dan gelen engellemelerden; her ne kadar dillerini konuşma, ayinlerini düzenleme özgürlükleri olsa da, bunları bir okul düzeninde, kendi soylarından olan kişilere aktarmalarına "Ne isterseniz yapmakta özgürsünüz" diyen, iş bunu bakanlık bazında bir yazıyla onaylamaya geldiği zaman, yasaklar çıkartan üst düzey politikacıların verdikleri boş sözlerden; dış göçlerle ölmek üzere olan kültürlerini hiç olmazsa turistlere gösterme şanslarını ellerinden alan kararlardan, biraz da bizi suçluyorlardı. Onlara hak vermiyor da değildim. Biz sıcak evlerimizden birkaç günlük bir "gezi" çerçevesinde, tarihi yerinde görmek için yola çıkmıştık. Aramenik Ortodox topluluklara duyduğumuz merakta da, eminim o "yakın zamanda yok olacaklar" fikri ön plandaydı. Bu insanları tüm gerçeklikleriyle "görmeye" bir çeşit "seyire" gelmiştik. Ve onlar bize "seyirlik" olmadıklarını anlatmaya çalıştıklarında, bozuluyorduk. Bizim gibi kaç "turist" buraya gelip, etrafa bakınıp, fotoğraf çekip, kaygısız evlerinin rahatlığına geri dönüyordu? Onlar ise Anadolu kültür mozaiğinin yapı taşlarından birini koruyabilmek için, tüm bürokrasiye ve kısıtlamalara rağmen hala dilekçelerle, başvurularla sessiz bir savaş veriyorlardı. Bu savaş biraz da bizim içindi, bizden sonra gelen nesiller de topraklarının üzerinde yaşayan farklı toplulukları tanıyabilsinler, kendi geçmişlerinden her şeyi tamamen kaybetmesinler diye. Ve biz, özellikle biz, onların bu çırpınışları karşısında sadece seyirci kalıyorduk. Hepimiz aynı sınırlar içerisinde, aynı toprak parçasında yaşamamıza rağmen.

"Benim kilisem ölüyor"

       Ayin başlamadan önce bizimle yaptığı kısa turda, genç peder dualarını üzerine
       basa basa "namaz" olarak tanımlıyordu. Ufak kilisenin sunağını daha iyi fotoğraflayabilmem için ışıkları yakıyor, bizi karşı binaya davet ederek, Anadolu insanının tüm sıcaklığıyla şeker, kolonya ikram ediyordu. Meraklı sorularımızı büyük bir sabırla cevaplandırırken de yüzünü bir hüzün kaplıyordu: "Benim kilisem ölüyor," diyordu. "Süleyman Demirel'e kadar çıktık, okul açmak istiyoruz, çocuklarımızı eğitmek, dilimizi, dinimizi öğretmek istiyoruz dedik. Hepsi, yapın, özgürsünüz, diyorlar, ama iş uygulamaya gelince Ankara'dan okul açmamızın yasak olduğuna dair yazı geliyor," diyordu.

Demir kafes arkasındaki kadınlar

       Çalan çanlarla beraber cemaat kiliseye girmeye başladı. Biz de ev sahibimizi izleyerek arka sıralardan birine ilişiverdik. Kadınlar ayini demir bir kafes arkasından izlemek üzere toplanmışlardı. Çoğunluğu yaşlılardan oluşan topluluk başlarındaki eşarplarının altından görünen kınalı saçları, renkli basma giysileri ile, Anadolu'nun herhangi bir köyünde göreceğinizden aykırı bir görüntü içinde olmamakla beraber, kıldıkları namazlarla bize, birbirimize olan yakınlığı her saniye biraz daha hatırlatıyorlardı. Onlar, İsa'nın konuştuğu dili yaşatırken, çoğunluğu Müslüman olan Türkiye bu topluluğun bir devamından farklı bir şeyi temsil etmiyordu Anadolu'nun renkli inanç mozaiğinde. Ve başlarında dantel eşarplarla katıldıkları ilahilerden yükselen taze sesleriyle kilisedeki genç kızlar, bizim ülkemizin çocuklarıydı.
       Karmaşık duygularla ayrıldık bu törenden. Bürokrasinin pençesinde yok olmaya yüz tutmuş bir kültürü ilk elden tecrübe etmenin hüzünlü rahatlığı yanında, yeni dostlar kazanmanın, sıcak misafirperverliğin bıraktığı izler vardı. Bir de, ilk önce rahatsız etmekten ürkerek, daha sonraları ise bir gülümseme, cesaret veren bir bakış sayesinde basılan deklanşörden film yüzeyine hapis edilen fotoğraflar...