The Others BİR FİLMİN ÇEKİM ÖYKÜSÜ

BİR FİLMİN ÇEKİM ÖYKÜSÜ

07.03.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

BİR FİLMİN ÇEKİM ÖYKÜSÜ

BİR FİLMİN ÇEKİM ÖYKÜSÜ

Semra KARDEŞOĞLU
BİR FİLMİN ÇEKİM ÖYKÜSÜ

Sinan Çetin'in yönettiği, Kemal Sunal, Metin Akpınar, Meltem Cumbul ve Rafet El Roman'ın başrollerini üstlendiği "Propaganda" filmi cuma günü 45 sinemada birden gösterime girdi. "Berlin in Berlin" ve "Bay E" filmleriyle geniş bir izleyiciye ulaşan Sinan Çetin, bu filminden de umutlu.
Çetin bu filmle bir ilke daha imza attı, "Propaganda"nın beyazperdeye ve medyaya yansımayan yönleri bir kitapta toplandı. Editörlüğünü İzzeddin Çalışlar'ın üstlendiği kitap Sinan Çetin'in resimaltı yazılarıyla filmin hazırlık, çekim ve kamera arkası aşamalarını anlatıyor. Aynı zamanda senaryoyu da içeren kitapta 100'den fazla fotoğraf ve filme emeği geçenlerin görüş ve anıları biraraya toplanmış. Filmin yurtdışında da tanıtımı açısından Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan 150 sayfalık kitap, okurları filmin filmde görünmeyen atmosferine taşıyor.
Ay sonunda piyasaya çıkacak kitabın içinde neler olduğunu şimdiden öğrenmek ister misiniz? İşte size bazı bölümler...

***

Sinan Çetin
Propaganda'yı niye yaptım?

Yıl 1948, Soğuk Savaş yılları... Propaganda, devletlerin kendi vatandaşlarını ikna etmek için kullandıkları en etkili silah. Her devlet kendi vatandaşına sahip olduğu sınırlar içinde ne kadar güçlü, ne kadar büyük, ne kadar mutlu olduğunun propagandasını yapıyor. Hamasi nutuklar, içi boş sloganlar, törenler, marşlar ve sınırlara aşılmaz bir duvar örmeye kadar gidecek önlemler zamanı. Topluma feda olacak bireyler ve devlete kurban olacak vatandaşların yaratılması için propaganda yapıldığı dönem. Yıl 1999, Soğuk Savaş bitti... Televizyon, video, bilgisayar, internet, teknoloji. Bilgi artık serbestçe ve pasaportsuz dolaşabildiği için, farklı ülkelerin insanları arasındaki sınırlar fiilen kalktı. Propagandanın foyası meydana çıktı. Çağdaş dünyaya ait devletler vatandaşını kandıramaz oldu. Birey, kendi hayatının önemini farketti, kendini devletine ve topluma adamaktan vazgeçti. Kendini beğenmiş devlet otoritesi darmadağın oldu, sınırlar da anlamsızlaştı. Bundan elli yıl önce sınırları için vatandaşlarını ölüme yollayan devletler, şimdi o sınırları kaldırmak için uğraşıyorlar. Propaganda'yı kestiler.
Ancak, kendi kendine propaganda yapmayı sürdüren bir tek ülke kaldı: Türkiye. Bir gün ülkemde, devletin kutsal sayılması gerektiği ve bireylerden daha önemli olduğu teranesi sona ererse rahat bir nefes alacağız inşallah.
Propaganda'yı bunun için yaptım. Filmin adı bu yüzden Propaganda.

***

İzzeddin Çalışlar (Kitabın editörü)
Fikir nereden çıktı?

Bir akşam arkadaşlarla otururken Sinan yine bütün benliğiyle karakterlerini canlandırdığı hikayeler anlatıyordu. Geçmişte yaşadıklarını hep eksiklerini kurguyla donatarak anlattığından, hem eğlenceli hem de merakla dinlenen küçük yaşam öyküleri uydururdu. O akşam da çocukluk anılarıyla haberleri birleştirerek anlatmaya başladı. İki saat aralıksız anlattı. Hikaye gözümüzde canlandı. O ise at üstündeki Mehdi Bey olarak sağ sola emir yağdırıyordu. Hepimiz "Bunu niye filme çekmiyorsun?" dedik. Onun zaten kafasındaymış bu. Konunun en dramatik öğesi olan coğrafya Güneydoğu Anadolu olduğundan, bu kez önce Yılmaz Erdoğan arandı. Hem o toprakların insanı olması, hem duyarlı hem mizahi olması, bu senaryoda onun çok yardımını göreceğiz fikrini doğurdu. O gün GSM hatlarında şu mesaj çınladı: "Yılmaz ne işin varsa bırak, hemen Plato'ya gel." Yılmaz Erdoğan yarım saat sonra geldi. Hakikaten bir sürü işi vardı, çünkü yarın askere gidiyordu. Hikaye ona da anlatıldı onayı alındı: "Bu iş olur." Kürşat Başar'ın da onayı alındı, kısa bir süre sonra senaryo elimizdeydi. Casting ise baştan beri belliydi. Senaryo üzerine tartışmalar yapıldı. Sonuçta Sinan Çetin yazılmış senaryoyu ve yazılmamış fikirleri de zihnine aldı ve yola koyuldu. Kış gelmeden bu iş bitmeliydi. Sinan Çetin filmde başlayıp filmde biten bir dünya yarattı. Bu dünya, onun dünyası.

***

Gülin Tokat (Asistan ve senarist)
Aşkları orada bırakıyorum

Kapadokya, değil Türkiye'nin dünyanın en güzel yerlerinde biriydi ama biz onun bakımsız bir çöl olan arka bahçesinde çekiyorduk "Propaganda"yı. Hortumlar ve tozlar rahatımızı kaçırıyor, sağlığımızı tehdit ediyordu ama filmin atmosferine de bir güzellik katıyordu. Toz duman olmayan saatlerdeki çekimlerde set ekibi tepinerek toz kaldırma telaşına düşüyordu. Hepimiz ameliyat maskeleri ile dolaşıyorduk. Belediye arazözü ise yanlış yerlere su döküp çamura bulayıp gidiyordu. Hastalıklar ve kazalar da çekim boyunca peşimizi bırakmadı. Sanat yönetmeni İsmet Ergun dizanteri, Meral Orhonsay ve Berfi Dicle başta olmak üzere hemen herkes grip oldu, benim de gözlerimde konjüktivit ortaya çıktı. Nihal Şengül gece karanlığında dikenli tellere takılıp düştü, Tamay Sayar'ın ayağının üzerinde araba geçti. Sinan Çetin, eşi Rebekka Haas ve asistanı Nihan Şengül'ün bulunduğu otomobilin refüje yuvarlanması sonucu ölümün eşiğinden döndüler. Bendeniz elimden kayan sabunu alayım derken bataryaya çarpan kaşımı patlattım. Rebekka ve kamera ekibi dağlara çıktıklarında bir tarlada çamura saplanıp mahsur kaldılar. Uzun arayışlar sonunda onları bulduk. Gece soğuk, gündüz çok sıcaktı. Ama her şeye katlanmamızı sağlayan işe duyduğumuz aşktı. Diğer aşkları ise orada bırakıyorum.

***

Kemal Sunal
Ata binmekten korkuyordum

Mehdi rolünün beni en çok korkutan yanı ata binmek gerekliliğiydi. Ben attan çok korkarım. Kişilikli bir hayvandır. Üstüne binince şöyle bir kafasını çevirip kimin bindiğine bakar. Acemi olduğunu anlarsa üzerinden atar. "Salako" filminde başımdan böyle bir macera geçmişti. O at canıma okumuştu. Neyse ki "Propaganda"daki rol arkadaşım Napolyon, çok mülayim bir attı. İstediğim gibi gidiyordu. Bu benim ilk sesli çalışmamdı. Sesli çekime hemen adapte oldum. Filmin atmosferi açısından bu çok yararlı. "Propaganda"nın sadece yurtiçinde değil, yurtdışında da ses getireceğine inanıyorum.
***

Meltem Cumbul
"Çırılçıplak olduğun bir sahne çekeceğiz"

"Propaganda" oyunculuk kariyerimde büyük bir tecrübe. Sinan'ın bir gün beni kenara çekip, "Çok parlak bir fikrim var, ne dersin?" diyerek, "Filiz odasında çırılçıplak dolaşmaktadır" bölümünü anlatması beni dehşete düşürdü. "Niye Sinan niye?..." Bu benim sorumdu. Onun cevabıysa çok açıktı: "Ömrüm boyunca böyle bir sahne çekmek istemişimdir." Allahtan Filiz'in durumu buna hiç müsait değildi. Rebekka'nın yardımıyla bu sahneyi bir başka filme kısmet ettik. Sette en iyi ısınan yer olan karavanaya on kişi doluşup şiirler yazdık, Lenny Kravitz'i dinledik, uyuduk, uyandık, isim - şehir oynadık, dedikodu yaptık, yemek yedik, yine yedik, yedik.... Üç kilo aldım. Tebrikler geldi. İlk kez bir film çekimi kilo almamı sağlamıştı. Rafet, Zaven sayesinde satranç oynamayı öğrendi. Bazıları masa tenisine başladı. Köylüler oyunculuğu, Turgay Türkçeyi, Frank Türk kadınlarını öğrendi de öğrendi.

***

Zaven Çiğdemoğlu (Oyuncu)
Benzin istasyonunun tuvaletinde unutuldum

Özkan Uğur'un bir dizide oynayacağını söylemesi üzerine Sinan Çetin bu rolü bana teklif etti. Deli Selami hem vurulduğu için topallaması gereken hem kekeleyen biriydi. Topallamak neyse ben kekelemeye karşı çıktım. Kekelersem hem metraj yiyecektim hem de zaman kaybedecektik. Ne var ki Sinan Çetin'i ikna edemedim. Çekimin başladığı gün kekeme olarak "Makaram sarı bağlar, kız söyler gelin ağlar" türküsünü söylemem gerekiyordu. Metin Akpınar'ın yardımları olmasa kesinlikle yapamazdım. Masa tenisi ve satranç turnuvaları iş dışındaki en revaçta etkinliklerimizdi. Bu maçlar sonunda kazandığım eşofman, forma, şort, ayakkabı, çorap, CD gibi ganimetleri hala alamamış olduğumu da belirteyim. Tam bir uyum içinde çalışan bu ekip her şey bittikten sonra geri dönerken beni Sapanca civarında bir benzin istasyonunun tuvaletinde unuttu.