The Others 'Biyografik' politika

'Biyografik' politika

07.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

'Biyografik' politika

Biyografik politika

Polonya'da ana siyasi bölünme, anti - komünistler ile reforme olmuş ("dönek") komünistler arasında. Buna "biyografik politika" da deniyor.
Eski rejimde yıllarca hapis yatan muhalif Adam Michnik, bugün Polonya'nın "tam anlamıyla bir demokrasi" olduğunu söylüyor.
Polonya geçen 21 Eylül'de 3. hür seçimini yaptı. İktidar 3. kez demokratik yoldan el değiştirdi. Parlamento (Sejm) ilk toplantısını 20 Ekim'de yaptı. İlk tartışma, yeni iktidar partisi Dayanışma Seçim Eylemi'nin (AWS) koyu Katolik milletvekilleri tarafından toplantı salonuna asılan haç üzerine patlak verdi. Laik eğilimleri güçlü olan ana muhalefet partisi Demokratik Sol İttifak (SLD eski komünistler) milletvekilleri, meclis başkanının izni olmadan bunun yapılmasını resmen protesto ettiler. Bir SLD milletvekili meclise Ortodoksların haçının, Yahudilerin Davut yıldızının ve Müslümanların hilalinin de asılması için teklifte bulunacağını açıkladı.
Ne var ki, Polonya'daki ana siyasi bölünme "Katolikler - Laikler" arasında değil. Esas siyasi mücadele, anti - komünistler ile reforme olmuş (dilerseniz "dönek") komünistler arasında. Buna "biyografik politika" da deniyor.
1989'da Lech Walesa, Adam Michnik, Jacek Kuron ve Tadeusz Mazowiecki gibi Katolik ve laik eğilimli işçi liderleri ve entellektüellerin önderliğindeki Dayanışma Hareketi iktidara geldi ve 1991'de yapılan ilk seçimleri kazandı.
İlk demokratik hükümet, mimarlığını iktisatçı Leszek Balcerowitz'in yaptığı bir "şok terapi" programıyla piyasa reformlarını başlattı. Ekonomide liberalleşmenin ilk dönemdeki olumsuz etkileri en çok Dayanışma'nın esas seçmenleri olan Katolik eğilimli işçilere dokundu. 1993 seçimlerini, ekonomik reformlara karşı muhalefet eden eski komünistler kazandılar ve tutucu Köylü Partisi ile koailsyon kurarak iktidara geldiler. Dayanışma'nın efsanevi lideri Lech Walesa da 1995'te Cumhurbaşkanlığı koltuğunu, Demokratik Sol'dan genç bir teknokrat olan Alexander Kwasnievski'ye kaptırdı. (Son seçimlerden sonra Walesa, yeni bir parti kuracağını açıkladı. Ama kimse saygınlığı azalmış olan Walesa'nın dönüş yapabileceğine ihtimal vermiyor.)
Rusya'dakilerden tamamen farklı olarak, Polonya komünistleri, keskin bir dönüş yaparak piyasa, AB ve NATO yanlısı bir parti haline geldiler. İktidara gelir gelmez, Balcerowitz'in başlattığı reformları sürdürdüler ve bu reformlar sonucu Polonya ekonomisinde makro - ekonomik istikrar sağlandı; enflasyon yüzde 13 dolayına düştü; GSMH 4 - 5 yıl üst üste yüzde 4 - 7 oranında büyüdü; yaşam standardı hissedilir bir şekilde iyileşti: Ve eski komünist yeni sosyal demokratlar oy oranlarını geçen seçimlerde olduğundan 1 milyon fazla oyla oy oranlarını 7 puan arttırarak yüzde 27'ye yükselttiler. Ama yine de iktidarı kaybettiler. Neden?
Bunun bir sebebi, 1993 seçimlerine sağ'ın parçalanmış olarak girmesi. Gösterilen ikinci bir sebep ise, halkın ekonomik büyüme ve refah artışından memnun olmakla beraber eski komünistlerin ülkeyi yönetme biçiminden, kamu işletmelerinde ve kamu yönetiminde anahtar mevkileri ele geçirmelerinden huzursuzluk duyuyor. Yaygın rüşvet, kayırma ve yolsuzluklar, önemli bir başka şikayet konusu.
21 Eylül seçimlerinde, 1980'lerin Dayanışması'nda fazla önemli bir rol oynamayan Marian Krzaklewski adlı bir mühendisin, sendikalardan ve köylülerden, koyu milliyetçiler ve koyu Katoliklerden oluşan 40 ayrı grubu bir araya getirerek kurduğu seçim ittifakı, beklenmedik bir şekilde yüzde 34 dolayında oy alarak 460 kişilik parlamentoda en büyük grubu (201) kurdu.
Krzaklewski ilginç bir kişi. Bir süre önce Hazreti İsa'nın Polonya Kralı ilan edilmesini; Papa'nın yorumladığı şekliyle Hristiyanlığın temel yasalarının laik yasaların üzerinde olması gerektiğini savunmasıyla dikkat çeken koyu bir Katolik. Devlete ait tersanelerin batmakta kurtarılmasını, köylülerin sübvansiyonlarla desteklenmesini de savunuyor.
20 Ekim günü Krzaklewski ile eski Dayanışma'nın liberal kanadını oluşturan Balcerowitz liderliğindeki (60 milletvekilliğine sahip) Özgürlük Birliği (UW), Krzaklewski'nin yakını Buzek başbakanlığında koalisyon kurma kararına vardılar. Ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığı, işadamları ve (Mazowiecki, Kuron ve Michnik dahil) entellektüellerin desteklediği Balcerowitz'e verildi.
31 Ekim'de görevi başlayan yeni hükümetin ne kadar dayanıklı olacağı konusunda şüphe var. Çünkü Dayanışma ittifakı birbirinden çok farklı eğilimleri bir araya getiriyor. Bunların bir kısmı piyasa reformlarına karşı çıkıyor; devlet işletmeciliğinin, korumacılığın, sübvansiyonların sürüdürülmesini istiyor. Bu nedenle yabancı yatırımcılar ve işadamlarının da önemli bir kısmı seçimlerden Demokratik Sol İttifakın galip çıkmasını tercih ediyordu.
Özelleştirilmenin hızlandırılmasını ve ekonomik reformların tamamlanmasını savunan Balcerowitz'in programı aslında eski Komünistlere daha yakın. Bir Hristiyan Demokrat Parti kurarak Dayanışma Seçim İttifakını tek bir partide toplama niyetini açıklayan Krzaklewski ile Balcerowitz'i sol'a karşı olma dışında birleştiren fazla bir şey yok. Dayanışma'nın kürtajın yasaklanmasını talep eden ve yeni hükümeti "özgür ve Hristiyan Polonya"ya layık politikalardan yoksun olmakla suçlayan Katolik köktenci kanadı, Balcerowiz'den hiç hoşlanmıyor. Ama sol'a karşı oluş, koailsyonun herşeye rağmen sürmesine yetebilecek kadar güçlü bir etken.

Macaristan gibi Polonya da kendini, pek alışılmamış bir şekilde, "Parlamenter Cumhuriyet" olarak tanımlıyor. Parlamentonun 4 yılda bir yenilenen iki meclisi var: Ulusal ve bölgesel seçim bölgelerinden nisbi temsil esasına göre seçilen 460 milletvekilinden oluşan esas Meclis (Sejm) ile iller ("voyvodalık") bazında basit çoğunluk sistemiyle seçilen 100 temsilciden oluşan Senato. Mayıs 1997'de kabul edilen yeni anayasaya göre Cumhurbaşkanı'nın 4 ay içinde hükümete güvenoyu alınamaması ya da bütçe kanununu kabul edememesi halinde parlamentoyu fesih yetkisi var. Cumhurbaşkanı, ayrıca kanunları (bu arada bütçeyi) veto edebiliyor, ancak parlamento veto edilen yasayı beşte üç çoğunlukla kesin olarak onaylayabiliyor. Beş yılda bir iki turlu basit çoğunluk sistemiyle halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı'nın yetkileri yeni anayasayla biraz daha kısıldı.
Sanılanın aksine Polonya'da yarı - başkanlık sistemi yok. Hele şimdi başbakanla ayrı partiden olunca Cumhurbaşkanının etkisinin iyice sembolikleşmesi bekleniyor. Kwasniewski, kendisinden pek haz etmeyen yeni iktidarla işbirliği yapacağını açıkladı.
AB Komisyonu'na göre Polonya'da ifade özgürlüğü güven altında olmasına rağmen, bazı ciddi kısıtlamalar var: Bunlardan biri devlet makamlarına hakaretin 8 yıl hapisle cezalandırılması. Gazetecilerin kaynaklarının saklı tutmaları esası da benimsenmiş değil. Savcılar "duyarlı konuları" araştıran gazetecilerin evlerinde arama yapıyor. Ayrıca 1995'te gazetecilere mahkemelerde haber kaynaklarını açıklama zorunluluğu getirildi. Ancak bu kısıtlamaları kaldıracak bir kanun tasarısı parlamentoda. Yeni anayasanın getirdiği önemli bir hak, kendileriyle ilgili devlet kayıtlarının yurttaşların bilgisine açılması.
Polonya'da azınlık yok gibi. En büyük grubu Almanların oluşturduğu azınlıklar nüfusun sadece yüzde 1'i. Anayasa azınlıkların dil ve kültürlerini koruma ve geliştirme hakkını güven altına alıyor. Ana dil eğitimini 1996'dan bu yana belediyelerce devralınan kamu okullarında görüyor. 40.000 kişi kadar oldukları tahmin edilen Romanların (Çingeneler) bazen ırkçı saldırılara uğradıklarına AB raporunda dikkat çekiliyor.
Adam Michnik eski rejime karşı muhalefetin önde gelen temsilcilerindendi. Uzun yıllar hapis yattı. Şimdi 500 bin satan ülkenin en büyük gazetesi "Gazeta Wyborcza"nın genel yayın yönetmeni. Michnik'in Polonya'nın bugün "tam anlamıyla bir demokrasi" olduğu konusunda hiç kuşkusu yok. 8 yıl gibi kısa bir süre içinde bunun nasıl başarıldığını sorduğumda, önce "Michnik faktörünü unutmayın!" dedi. Gülüştük.
Michnik, demokratik geleneklerin bulunmadığı Polonya'nın bugün tam anlamıyla bir demokrasi olmasını, ülkede siyasete egemen olabilecek bir gücün bulunmayışıyla açıklıyor. Ayrıca Katolik ve laik bütün akımlar demokrasiyi benimsemiş durumda. (Michnik'e göre, demokratik gelenekleri olan Türkiye'nin sorunu demokrasiyi tam olarak benimsememiş güçlü akım ve partilerin mevcudiyeti.) Polonya'nın "piyasa ekonomisi" olma vasfını da kazanmış olduğunu söyleyen Michnik'e göre sorun aşırı geniş bir devlet sektörünün varlığını koruması.
Michnik'e bugün Polonya'da en çok neyi eleştirdiğini sordum. Dayanışma saflarındaki Hristiyan köktenciliğe, etnik milliyetçiliğe, hoşgörüsüzlüğe, bürokraside kayırmacılığa, rüşvet ve yolsuzluklara karşı yazdığını anlattı.

Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'nden çok farklı olarak Polonya'da hükümet ve partiler yanısıra halkın ezici çoğunluğu, ülkenin NATO'ye ve AB'ye üye olmasını destekliyor. Çeşitli yoklamalarda bu oran yüzde 80 - 90 arasında değişiyor.
Tarihleri boyunca Almanlarla Ruslar arasındaki coğrafi konumlarının getirdiği sıkıntıları yaşayan Polonyalılar güvenliklerinin NATO ve AB üyeliğiyle güven altına alınacağını düşünüyorlar.
Türkiye'nin geçen yıl bir ara, kendisi AB'ye alınmadığı takdirde NATO genişlemesini veto edeceğine dair beyanları, Macaristan ve çek Cumhuriyeti'nde olduğu gibi Polonya'da da kaygı uyandırmış. Şimdi kaygı uyandıran husus ise, Yunanistan'ın Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB'ye alınmaması halinde AB genişlemesini veto etmesi tehlikesi. Dışişleri Bakanlığı'ndaki AB ile siyasi ilişkilerden sorumlu dairenin başkanı Stanislaw Stebelski, "Kıbrıs sorununa rehine düşmek istemeyiz," diyor.
Polonyalı yetkililer, henüz aday statüsünde bir ülke olarak, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda bir görüş beyan etmek durumunda olmadıklarını, ancak AB genişlemesini sürekli bir süreç olarak gördüklerini söylüyorlar.
Polonya Bilimler Akademisi Siyasi Araştırmalar Enstitüsü'nden Prof. Antoni Kaminski'nin bu konuda söyledikleri ilginç: Türkiye'nin Polonya'nın dostluğundan kuşku duyması için bir sebep olmamalı. Halk arasında Türklere karşı sıcak duygular var. Bosna krizinde de kamuoyu büyük çoğunluğuyla Müslüman boşnakların yanında yer aldı. Ayrıca pekçok Polonyalı Jan Sobieski'nin Viyana'yı Türklerden kurtarmasının tarihi bir hata olduğu kanısında. Çünkü bu yüzden Polonya, Ruslara karşı bir müttefikten yoksun kaldı.