The Others Borsanın geleceğini, "insan yüzü" belirleyecek

Borsanın geleceğini, "insan yüzü" belirleyecek

20.10.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Borsanın geleceğini, "insan yüzü" belirleyecek

Borsanın geleceğini, insan yüzü belirleyecek

Galatasaray Üniversitesi Finansal Piyasalar öğretim görevlisi Reha Tanör

İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın rekor üstüne rekor tazelediği, hisse senedi piyasasının zirvelerde dolaştığı bugünlerde dillerden düşmeyen "sayılar, kağıtlar, ekonomik trendler, finansal analizler" yerine, Borsa'nın öteki yüzüne, "insan boyutu"na bakmak istedik. Borsayla teorik ve pratik olarak yıllardır meşgul olan, sermaye piyasası uzmanı, Galatasaray Üniversitesi Finansal Piyasalar öğretim görevlisi Reha Tanör'e görüşlerini sorduk.
- Borsa rekorlar kırarken, acaba bu hareketlilik, meslek adamlarının kaliteli eğitiminden mi geliyor, yoksa gençlik ve ataklıklarının verdiği cesaretten mi?
Borsa tarihimizin dördüncü büyük yükselişine tanık oluyoruz. Borsacıların diliyle, "ralli" biçiminde süren bu yükselişte meslek adamlarının rolü kuşkusuz var. Ama bundan çok, bu hareketlilikte piyasa koşullarının sürükleyiciliğinden söz etmek kanımca daha doğru bir saptama olur. Endeksin dolar bazında 9 ayda yüzde 100'ün üstündeki tırmanışının hızlı ve hacimli çıkış noktası Eylül ayıydı. Alternatif yatırım araçlarında, özellikle halkımızın rağbet gösterdiği tahvil ve dövizde durağan bir seyir izlenmesinin, ekonomide olumlu beklentilerin artmış olmasının, her hangi bir siyasal olumsuzluğun bulunmamasının, gelişmekte olan bazı pazarlarda son zamanlarda gerçekleşen kayıplar üzerine buralardan bir miktar uzaklaşarak Türkiye'ye yönelen yabancı fonların bu yükselişte daha öncül rol oynamış bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Meslek adamlarının kalitesi ise bu aşamadan sonra, önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak.
- Bu nasıl olacak?
Borsada her çıkışın bir inişi vardır. Yarın öbür gün bu inişe piyasamızda tanık olacağız. Borsa inişe geçtiğinde "sistem" değerini yitirecek mi? Kuşkusuz hayır. Sadece bazı kağıtların fiyatları gerileyecek. Sermaye piyasası sistemi ise bütün cazibesiyle var olmaya devam edecek. İşte bu noktada meslek adamlarının önemi ortaya çıkacak. Şu anda konjonktür ön planda. Ama o zaman, insan unsuru kendini gösterecek. Bu alanda çalışan profesyöneller kendi kaliteleri ölçüsünde sistemin kalitesini geniş kitlelere yansıtabilecekler mi? Onların nitelikleri o koşullarda daha belirgin olarak değerlendirilebilecek.
- Bu insan malzemesi, bizim sermaye piyasamızı nereye taşır? Kendisini "yarın" göstereceğini belirttiğiniz "kalite"nin bugünkü değeri ne?
Şu anda bütün böbürlenmelere rağmen piyasadaki tüm yatırımcı sayısı Takasbank verilerine göre 328 bin. Bir oransızlık, bir gariplik var. Elemanlarımız yeterli kalitede ise piyasamız niye bu kadar küçük? Hemen ve önemle belirteyim: Bu söyleşide sermaye piyasasındaki "insan unsuru"nu ele aldığımız için piyasayı güdük bırakan diğer unsurlara girmiyorum. Konuya sadece insan yönünden baktığımızda da tablo, bazı eksikliklerin olduğunu gösteriyor.
- Ne gibi eksiklikler?
Birinci sorun, "amaca yönelik eğitim"in olmayışı, ya da yetersiz kalışı bence. Bakıyoruz, alt yapı çok iyi, güvenlik mekanizmaları büyük ölçüde düzelmiş, denetleyici otoriteler kendilerini yenilemiş, araçlar yetersiz sayılmaz, konjonktürel avantajlar ortada, ama hala topu topu 300 bin yatırımcı var bu işin içinde. Burada "amaca yönelik eğitim" dediğim unsurun rolü ortaya çıkıyor. Bu, gereği gibi yapılamazsa hem finansal alanımız hiç bir zaman "uluslararası bir arena" niteliğine kavuşamaz, hem de içerde kaynak isteyenler, kaynak sunanlar ve aracılar için istikrarlı bir verimlilik ortamı sağlanamaz. Olsa olsa 60 milyonda 300 bin yatırımcıdan, 500 bine çıkar.
- Borsada eğitim denilince ne anlamak gerek bundan?
Eğitim denilince herkes, "Oooo.. en önemli sorun bu" diyor. Uygulamaya gelince, ya yeterince eğitim yapılmıyor, kadrolarını eğitmek durumunda olanlar hedefi kaçırıyor, ya da para harcamadan bu işi halletmenin yollarını arıyor. Kah doğru eğiticiyi bulamıyorlar, bir biçimde işin önemine inansalar bile yaşama geçiremiyorlar. Ya da nicelik yönünden yeterli eğitim sağlasalar, kadroları yoğun bir çalışma içine soksalar bile nitelik açısından bu "doğru eğitim" olmuyor. Kadrolara neyi hangi amaçla öğrettiğiniz çok önemli. Çok iyi bir sürücü eğitimi verseniz bile eğer gidilecek hedefi doğru koyup, oraya gidişte aşılması gereken engelleri güçlükleri de inceden inceye öğretmezseniz sizin sürücünüz ya yanlış yerlere gider ya da göndermek istediğiniz noktaya ulaşamadan yolda kalır.
- Amaca yönelik eğitim kavramını biraz açsak?
Bir kere piyasamızın vardığı şu noktada amaç, benim "3 Y" olarak formüle ettiğim, "Yeni Yatırımcı Yaratmak". Hem içerden hem de dışardan yeni insanları, kurumları bu piyasaya taşımak. 300 bin yatırımcıyı sağlıklı bir gelişim içinde 3 milyona çıkartmak. Halka açık ortaklıkların sayısını binlerle ifade edilecek düzeye yükseltmek. Bu amaca ulaşmanın çeşitli yolları arasında insana ve eğitime dönek olanında ise üç boyutta yetirliliğe erişmek gerek. Bunlardan birincisi, özellikle aracı kurumlardaki meslek adamlarına ahlaki kuralların öğretilmesi ve benimsetilmesi. Piyasada binlerce sayfalık mevzuat her gün yenilenir. Kurallar, gelişmeler doğrultusunda sürekli değiştirilir. Bu piyasada yaşayan herkesin, sadece nihai noktadaki işlemcinin değil, geride çalışanlar da dahil herkesin bunları bilmesi ve uyması şart. Kuralları bildiği halde uymayanlar, ya da kuralları hiç bilmeyenler yüzünden bugüne kadar piyasada büyük yaralar açıldı.
- Buna bir örnek verseniz?
Örneğin, müşteriye uygulanacak bir "komisyon alt limit" kuralı vardır. Kanımca isabetli bir karar değildir, ama vardır ve kaldırılıncaya kadar uyulması gerekir. Hal böyleyken, çeşitli nedenlerle bunu delmek kısa vadede gerekli görülse bile uzun vadede kuruma da piyasaya çekilmek istenilen yatırımcıya sadece zarar getireceğini görmek gerek. Bundan kaçınmak gerek. Çalışanları, kurallara uyarak müşteri bulmaya sevketmek, ahlak ve hukuk kurallarının ön planda değerlendirilmesini kurumun yazılı anayasası içine almak, bunun laf olsun diye değil her şeyden önce kar olsun diye gerekli bulunduğunu çalışanlara benimsetmek, bu doğrultuda uygulamayı yakından izlemek yalnızca doğru bir tercih değil aynı zamanda ciddi bir eğitim sorunu.
- Amaca yönelik eğitimin ilk boyutu ahlaki eğitimse, ikinci boyutu ne?
İkinci boyut, teknik eğitim. Bununla şunu kastediyorum: Genel müdürden pazarlamacıya, yatırım danışmanından işlem yapan elemana, muhasebeciden denetleyiciye kadar bu piyasadaki kadroların sermaye piyasasını önce genel felsefesi, geçmişi, tarafları, araçları,işleyiş biçimi, denetim mekanizmaları, vergisel yönleri, mevzuatı ile bir bütün içinde tanımaları gerekir. Öyle kopuk kopuk parça parça değil. Neyin nerede niçin bulunduğu bütünlük içinde kavrandıktan sonradır ki her bölümün ayrıntısına, o dalda çalışanlar için girmek ve artık orada çok gelişkin bilgilere koşmak gerekir. Ardından gelen üçüncü boyut da "anlatmak"tır. Bir diğer deyişle, pazarlama... Anlatmak ya da bilgilendirmek, bence pazarlamadan daha sevimli kavramlar. Piyasa ahlakına sahip, dosyasına gerçekten hakim kadrolar insanlara ve kurumlara uzun ince bir yoldan gide gide anlatacaklar. Şirketlere, bu enflasyonist ortamda faaliyet karı ile global ölçülere çıkmanın mümkün olmadığını, daha sağlıklı ve büyük kaynaklara yönelmenin kaçınılmaz olduğunu anlatacaklar. Yatırımcılara ise burada artık çok kişisel ve çekici yöntemlerle enflasyonu ve diğer yatırım araçlarını rahatlıkla aşabilecek bir ortam bulunduğunu, bunun karşısında ise karşılaşılabilecek riskleri saklamadan, dürüstükle, doyurucu biçimde ve enerjik bir koşuşturmayla anlatacaklar. Kısacası "Niçin Borsa? Nasıl Borsa?" sorularına dürüst ve inandırıcı yanıtlar verecekler. İyi anlatmak, iyi bilmekle mümkün olur. Kadroların pazarlamaya dönük eğitimleri bunu sağlayacak nitelikte olacaktır. İşte benim, "amaca yönelik eğitim" den kastım bu üç boyutlu çalışma.
- Meslek kuruluşlarının ya da mevzuatın böyle çok yönlü bir eğitimi şart koşmasını ve belli sınavlardan geçme koşuluyla meslek adamı olunmasını önerir misiniz?
Meslek odaları ya da mevzuat bu yönde kurallar ve şartlar geliştirebilir. Ben söz gelimi, bu alanda faaliyet gösteren bir kurumda yetkiliysem ve temsil ettiğim firmanın geleceğini, konusunu iyi bilen ve hedeflenen potensiyel kitleyi doğru ve etkin biçimde bilgilendirebilen kadrolarla, bunlarla donatılmış yeterli bir organizasyon kurarak geliştirilebileceğine inanıyorsam, kimseden bir teşvik ya da zorlama beklemeden yaparım bunu. Sermaye piyasasında faaliyet gösteren kurumların, türleri ve çapları ne olursa olsun, böyle bir vizyonu, kendi bünyelerine denk düşecek yapısal bir yaklaşımla kurumsallaştıracak stratejiler oluşturmaları gerektiğini düşünüyorum.
- Bu konuda mevcut uygulama ne durumda?
Günlük hayhuy içinde geleceğe dönük böyle bir yapısallaşmanın çok az kurum tarafından hayata geçirildiğini ya da geçirilmeye çalışıldığını görüyorum. Bunlar kuşkusuz, yarınlara daha emin adımlarla yürüyen kurumlar. Umarım eğitim konusunda lafta değil uygulamada daha sıcak ve doğru bir yaklaşım dalgası bu bir kaç kurumdan tüm piyasaya yayılır. Dostlar alışverişte görsün diye değil, yapılması gerektiği için ve gereken biçimde eğitim politikaları finansal kurumlarımızın büyük bir bölümünde uygulamaya konulur. Çünkü eninde sonunda borsanın geleceğini belirleyecek olan, "borsanın insan yüzü"dür.

- Bir İngiliz bankası adına brokerlik yapan Nick Leeson, bankayı 1 milyon Sterlin zarara sokmuştu. Benzeri bir durum bizde de olabilir mi?
Şayet brokerinize işlem yapma limiti vermemişseniz, bu konuda bir meslek ahlakına sahip çıkmamışsanız, kendinizi ve personelinizi eğitip komisyon limitinden, kendi marjlarına kadar kısa vadeli kazançlara göre değil, uzun vadeli geleceğe göre şekillendirilmiş kurallarla disiplin içine almamışsanız, ya da o, bunların dışına çıkabilecek bir ortamı bulabilmişse tabii ki olabilir. Bizde de müşteri emanetiyle oynamanın ve benzeri yolsuzlukların sayısız ve olumsuz örneği geçmişte yaşanmıştı.
- Örnek verir misiniz?
Sermaye piyasamızın gelişme sürecinde başlangıçtaki hızlı çıkıştan sonra gelen duraklama döneminin en büyük nedeni yapısallaşmamış bir piyasada meydanı boş bulan bazı profesyönellerin tasarrufçuların paralarını, hisse senetlerini, bonolarını onların rızalarına aykırı biçimde ve bilgileri dışında kullanarak yok etmeleri ve yatırımcının piyasaya olan güvenini yıkmalarıdır. Çarmen skandalıbunun ilk büyük örneğidir. İMKB'nin geçenlerde yayınladığı ve hukuksal uyuşmazlıkların sergilendiği 1,000 küsur sayfalık kitap bu konudaki örnekleri tüm çarpıklığı ile gözler önüne sermektedir. İşin bir başka kötü yanı da profesyönellerin bu yasa ve meslek ahlakı dışındaki davranışlarına sözünü ettiğim yapısallaşmanın olmaması nedeniyle denetim mekanizmalarının da seyirci kalması. Nitekim, Çarmen olaıynda dönemin Sermaye Piyasası Kurulu'nun, durumu tüm çıplaklığı ile gördüğü halde sessiz ve çaresiz kalması, daha sonraki örneklerde, müşteri emanetlerini saklayan Takasbank'ın, bunları koruyamayıp başkalarına kaptırması, hatta mahkemelerin çeşitli davalarda konuya uzaklıkları nedeniyle benim bir hukukçu olarak hukuken kabul edilemeyecek gördüğüm kararlar vermeleri sermaye piyasasıyl ilgili olarak yapısallaşmaya dönük kapsamlı ve yaygın bir eğitimin ne derecede önemli olduğunu ortaya koymaktadır.