The Others BU OLAYLA BEYNİME GİREN ANTİ-SEKS VİRÜSÜNDEN BİER AYDA KURTULDUM

BU OLAYLA BEYNİME GİREN ANTİ-SEKS VİRÜSÜNDEN BİER AYDA KURTULDUM

02.05.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Karımın doğumunu seyrettim

BU OLAYLA BEYNİME GİREN ANTİ-SEKS VİRÜSÜNDEN BİER AYDA KURTULDUM





BU OLAYLA BEYNİME GİREN ANTİ-SEKS VİRÜSÜNDEN BİER AYDA KURTULDUM
Eşinin doğum yapmasını izleyen bir erkek ne hisseder? Daha sonra cinsel sorunlarla karşılaşır mı? İnsan kaynakları uzmanı, eski bankacı yeni gazeteci Cüneyt Ülsever kendi deneyimini anlattı. 1978'in sonbaharında ABD'ye döndük. Doktora öğrencisi olduğum Harvard Üniversitesi'nin doğumevine "paket program" kaydı yaptırdık. Toplam 850 dolar ödeyeceğiz. Doğuma birkaç ay kala, görüşme sırasında birdenbire, "Doğuma siz de girecek misiniz," diye sordular. Şaşaladım, kendimi toparlayamadan parmağımla karımı işaret ederek "Doğumu o yapacak," diyerek konuya açıklık getirdim! Meğerse çiftlerin beraber yedikleri haltın kadına nelere mal olduğunu erkekler anlasın diye bu adeti çıkarmışlardı. Bu moda entelektüel çevrelerde popülarite kazanıyormuş. Karım Buket teklifi çok sevdi. "Girersin değil mi," diye sordu. Serde hem erkeklik hem entellik olduğu için, "Hayır, ödüm kopar, ben ilk girişten sonra yokum," diyemedim. Amerikalıların 30 dolara verdikleri "doğum seyretme teknikleri" konulu kursu ise "Param yok!" diye reddettim. Kararımı duyan Amerikalı dostlar beni kutladılar ve "Cesur bir entel," olduğumu kulağıma muştuladılar. Beyaz benim, siyah zencinin
Okuldaki ofisimde çalışıyorum. Karım aradı: "Kendimi kötü hissediyorum, ne olur eve gel." Daha doğuma bir ay var! Telaş içinde eve vardığımda karım yerde boylu boyunca yatmış, başına da iki Amerikalı kadın dostumuz dikilmişti. Su geliyormuş. Suyun gelmesi plasentanın yırtılması ve doğumun başlaması demekmiş! Doktor telefonla bulundu ve "Hemen hastayı getirin," emri alındı. Hastane kapısında bizi bir sedye karşıladı ve karımı kapıp gittiler. Amerikalı dostlar da eve döndü. "Bekleme odasına" alındım. Öyle bir çile odası ki sigara içmek bile yasak! İri yarı bir zenci ve ben dört dönüyoruz. Ben, şimdi kapı açılsa da, bir hemşire kucağında bir bebekle içeri girse, ben de hazıra konsam, diye hayaller kuruyorum. Üstelik, bebekleri karıştırmak da mümkün değil.
Beyaz bebek gelirse benim, siyah bebek gelirse zencinin! Çoğu erkek bayılırmış
28 Ekim 1978 günü sabaha karşı doğumu yapmaya karar verdiler. Bir doktor benim de hazırlık yapmam gerektiğini bildirdi. Kahvemi gösterip, bitirince geleyim, dediysem de rıza göstermedi. Bu arada adamın teki bir tomar kağıdı uzatarak, "Şunları imzala," dedi. Niye? "Doğuma kendi arzunla girdiğine ve odada başına bir şey gelirse bizim müdahale etmeyeceğimizi kabul ediyorsun." Başıma ne gelir ki? "Çoğu erkek doğum başlayınca bayılır!" Ne? Çaresiz imzaları attım! Derken doktorların giydiği mavi gömlek ve pantolon ile ayakkabımın üzerine takacağım lastikleri getirdiler. Abdest almasını öğretir gibi bir hemşirenin nezaretinde elimi yüzümü acayip bir sıvı sabunla yıkattılar. Verilenleri giydikten sonra ağzıma da doktor maskesi taktılar. Ben şimdi "doğum öncesi odaya" geçmeyi bekliyorum. Bulunduğum odada bir boy aynası var. Aynada şöyle bir kendime baktım. Herhalde doktor olmak bana çok yakışırdı, diye geçti içimden. Beni nihayet karımın yanına götürdüler. Bir salon. Yataklar birbirinden bez perde ile ayrılmış. Oda şeklinde bölümler yaratılmış. Her bölümde bir kadın yatıyor ve başında doktor ve hemşireler duruyor. Yükselen çığlıklar insana "Herhalde işkence odasındayım," duygusu veriyor. Bir kısmını ise sedyede koştura koştura ameliyathaneye götürüyorlar. Baktım, benim zenci arkadaş da hemen yan bölümde. Zencinin sararmışını ilk kez orada gördüm. Suratı sarı/siyahtı!
Benim eşime bebek küçük olduğu için ilaç verdiler. O acı çekmiyor! Doktor karımın elini tutmuş, "Ikın!" diye bağırıyor. Eşim ıkındıkça surat çizgileri geriliyor! Kadın ıkınarak bebeği iter ve doğumu başlatırmış! Benim de odada bir işim olsun diye karımın diğer elini tutmaya başladım. Bir süre sonra fark ettim ki doktor, "Ikın," dedikçe ben de ıkınıyorum. Ben ıkınmanın sonucunu alırsam benden çıkacak olan bebek değil. "Bayılanını gördük ama altına yapanı hiç görmemiştik," demesinler diye ıkınmayı hemen kestim. Bir ara doktor kararını verdi, yallah doğumhaneye koşmaya başladık. Sanki doktor benmişim gibi sedyenin en başında gidiyorum, yolda önümüze çıkanlara "çekilin" diye bağırıyorum. Karımın doğumhanede bacaklarını askıya astılar. Hepimiz başına üşüştük. Karım bir yandan ıkınıyor, bir yandan bağırıyor. Ben elini tutup, başını sıvazlıyor, bir yandan da bayılırsam hangi köşeye düşmem daha hayırlı olur, diye planlar yapıyorum. Karımdan önce garip sular gelmeye başladı ve nihayet, evet nihayet, Eren Ülsever anasının bacak arasından dünyaya merhaba dedi. Bebeği dışarı çıkardılar. Kordonu kestiler. Ancak bebek ağlamıyor. Allahım bir aksilik mi var? Durumu karıma belli etmek istemiyorum ama ya bu gavurlar yanlış bir şey yapıyorlarsa! Bir hemşire Eren'i ayaklarından tutup baş aşağı getirdi, sırtına bir şaplak vurdu ve Eren avaz avaz ağlamaya başladı. Ohh be! Oğlum yaşıyor! Kendimi lavaboya attım
O anda birden fark ediyorum; bebek, annenin alt tarafı, tüm yer kan içinde. Hemşirenin ve doktorun suratları da keza! Birden tepedeki ışıklı ayna dönmeye başladı. Gözüm kararıyor. Birileri ışıkları mı söndürdü! Midem, midem de bulanıyor. Doktor tembih etmişti, "İstediğin zaman çık," diye. Doktora bakıyorum, o da bir de seninle uğraşamam duygusu ile "Doğum bitti, çıkabilirsin," diyor. Karıma bakıyorum, o mutlu! Eren'i dışarı çıkarmaları ile ben de kendimi dışarı atıyorum. Koridorda gördüğüm bir başka doktor, alışık, durumu hemen kavrıyor ve "Derin nefes al," diye tembihliyor. Kendimi bir lavaboya atıyorum. Serin suları suratıma çarparken öğürtü seslerim insanları ürkütüyor.

Sonraki bir ay, her gördüğüm kadın bana eşimin bacaklarından süzülen kanları hatırlattı. Onlara ağlayarak sarılmak istedim. Allah'a beni erkek yarattığı için şükürler ettim! Ancak, cinsellik nerede ise beynimden, hatta vücudumdan silindi. Ne zaman güzel bir kadın görsem aklıma yatakhane değil de, hep doğumhane geldi ve içimi "Bir daha mı, asla!" diyen bir duygu sardı.
Oğlum şimdi 21 yaşında ve ben de arada geçen sürede tedavi oldum!
Şimdi yine "yatakhaneyi" düşünmeyi tercih ediyorum.