The Others Bürokrat egemenliği var

Bürokrat egemenliği var

07.04.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bürokrat egemenliği var

Bürokrat egemenliği var


İngiltere'deki "Wilton Park" toplantıları İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nın katkısıyla düzenlenen bağımsız bir tartışma platformu. Uluslararası politikanın konularını, ilgili tarafları ve uzmanları biraraya getirerek tartıştırıyor. Şubat ayında düzenlenen "Türkiye'nin Avrupa'da bir geleceği var mı?" başlıklı toplantıda, Kıbrıs sorunundan Kürt sorununa, Türk - Yunan ilişkilerinden AB üyeliğine kadar geniş bir yelpazede Türkiye ele alındı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yahya Sezai Tezel'le Wilton Park'ta tartışma konusu olan Türkiye'nin sorunlarını konuştuk.


Naki Özkan


*Wilton Park toplantısına katılanların "Türkiye'nin Avrupa'da bir geleceği var mı" sorusuna cevabı ne oldu?
Türkiye - AB ilişkileri tıkanmış durumda. Bu tıkanıklık karşısında Türk resmi görüşü yeni bir şey söyleyemiyor, şikayet ile yetiniyor. Türkiye'de AB'ye üyeliği, NATO'ya üyeliğe benzeten bir yanılgı var. Avrupalılar, "Türkiye gerçekten AB'ye katılmak istiyor mu?" sorusunu samimi olarak soruyorlar. Bana göre, "AB'ye girmeye kararlıyız ve bunun gereğini de yapıyoruz" demekte zorlanıyoruz. Türkiye savunulması zor bir durumda.

* Türkiye AB'ye girmekte istekli, ama beceremiyor mu?
Ulusların dünyaya küsmek gibi bir lüksleri yoktur. Hayal kırıklığına uğramış olan bir siyasi kadro, "Ben dünyaya küstüm" diyemez. Türkiye, AB ile gerçekleşmiş iktisadi entegrasyonunu yok sayarak bir dış politika yürütemez. Yanlış beklentiler boşa çıktı diye, neredeyse 300 yıllık siyasi arayışını terk edemez. Türkiye istese de istemese de AB ile ilişkilerini düzeltmeye mahkum.

* Son yıllarda Türkiye üzerinde baskılar arttı mı? Turizm mevsimi açılırken, İngiltere'de bir bakan "Türkiye güvenli ülke değil" dedi...
Türk gazetelerinin son haftalardaki manşetlerini yanyana koysanız, kendi vatandaşlarınıza güvenli bir toplum imajı verdiğinizi söyleyebilir misiniz? İsrail - Türkiye ittifakı, Batı'nın menfaatini Türkiye'de gördüğünü gösteriyor. Bu bölgedeki menfaatlerini korumak için Batı'nın Türkiye'yi zayıflatmak istediği iddiasına nasıl inanırız?
Türkiye'ye karşı tavırların, neden ortaya çıktığını doğru anlamamız lazım. Solcu Kürtler Avrupa'nın siyasi sistemini iyi kullanıyorlar... Bunların siyasi platformları kullanmalarını, Avrupa hükümetlerinin Türkiye'yi parçalamak gibi bir kararları varmış gibi yorumlamamız yanlış.

* Wilton Park'ta Kürt meselesi nasıl ele alındı?
Kopenhag kararlarında Türkiye'nin AB'ye üye olmasının şartları sıralandığında, "Çoğulcu demokrasi, azınlıkların siyasal ve kültürel haklarına uyulması" koşulu getirildi. Türkiye'ye, "Avrupa'da yaşayan Türkler, kendi kültürel kimliklerini ifade etmede hangi haklara sahip ise, siz de içinizde yaşayan etnik gruplara aynı hakları vermek zorundasınız, bizim siyasal sözleşmemiz buna dayanıyor" dendi.
Bizim bir parçalanma korkumuz var. Bu korkuyu aşmadıkca çözüm üretebileceğimizi sanmıyorum. Korku içindeyken zor meseleler çözülemez. Kürt yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu büyük metropollerde yaşıyor. Kürtler, İstanbul'u, İzmir'i nasıl parçalayabilirler?
AB Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı ve Londra Milletvekili Pauline Green'in konuşmasına şöyle bir müdahalede bulundum: "Siz kültürel haklarla insan haklarını karıştırıyorsunuz. Sizin Türkiye'den evrensel insan haklarına uymayı isteme hakkınız olabilir. Ancak Türkiye'den post - modernist, çok hukuklu bir karmaşa isteme hakkınız olamaz. Siz Londra'yı bile, yaşayan cemaatlerin gevşek bir konfederasyonu gibi idare edemezsiniz" dedim.

* Sizin çözüm öneriniz ne oldu?
Türkiye evrensel insan hakları zemini üzerinde savunulabilir bir siyasi kültür ortaya koymadıkça kendini dünyaya anlatamaz. Çoğulcu siyasi yapıyı yaratmamız Kürtlerin bütün anlamlı taleplerini karşılayacaktır. Ama biz bunu konuşamıyoruz. "Türkiye'de Kürtler baskı altında olmayan eşit yurttaşlardır" dediğiniz vakit, bunun böyle olmadığını bildikleri için insanlar sizi dinlemiyorlar. Bu konuda düşünmemizi engeleyen bir korku var. Korku halinin hiçbir meşruiyeti olamaz.
Kürt değilim ama bir Kürt yurttaşımla benim lehime ya da aleyhime olan bir ilişkiden rahatsızım. Varsa bir eşitsizlik, düzeltilmeli... Kürtler, ayrı bir dili konuşan, ayrı bir kültür içinden gelen yurttaşlarımız. Bunların kültürel hakları ne olabilir problemini evrensel insan hakları zemini üstünde aramamız lazım.

* Ecevit bir "Güneydoğu paketi" açtı. Sizce yeterli mi?
Türkiye'de refahın yayılmasında görece en kötüye giden yer Güneydoğu değil, Doğu Karadeniz. GAP gibi muazzam bir proje yapıldı. Doğu Karadeniz'de böyle bir proje yok. Ecevit'in iktisadi paketi "Türkiye'de bir etnik problem yoktur" iddiasına dayalı. Ecevit, "Yarı feodal bir yapı var. Bunu iktisadi önlemlerle kırarsak, problemler çözülür" diye düşünüyor. Ağa tanımayan Kürtlerin sayısı, ağa yanında büyüyenlerin birkaç katı. Ecevit problemi hala 1940'ların Türkiye'si çerçevesinde düşünüyor.

* Türk - Yunan sorunları üzerine neler konuşuldu?
Türkiye ve Yunanistan'dan gelen ve resmi görüşü sunan insanlarda bir donukluk var, konuşamıyorlar... Her iki devletin şu andaki resmi dış politika söylemiyle sorunların aşılması imkansız gibi görünüyor.
Kıbrıslı Türk ve Rum tarafı, sanki Türkler ve Yunanlılardan daha fazla biraraya gelme arzusu içinde. Ben, onları problemlerini çözmeye daha yatkın gördüm.

* "Türkiye dış politikada iletişim kurabilecek üsluba sahip değil" diyorsunuz. Bu sözünüzü biraz açar mısınız?
Dışişleri Bakanlığı'nda çok değerli arkadaşlar var. Ancak, toplu olarak, zamana aykırı düşen bir konuma kaymışlar. Bugünkü dünyanın iletişim dilini kullanmakta zorlanıyorlar. Milliyetçi büyük devlet söylemi ile konuşuyorlar. Resmi politikanın ifadesinde iki şeyi birlikte yapmamız lazım: Birincisi, siyasi sorumluluk taşıyor gibi konuşmamak lazım. Dışişleri Bakanlığımızdaki diplomatlar her konuda siyasi sorumluluk taşıyormuşcasına, herşeye yanıt vermeye çabalıyorlar. İkinici olarak, siyasi sorumluluk taşımadan büyük laflarla konuştuklarında ise ikna edici olamıyorlar.
Marifetmiş gibi, "Hangi hükümet gelirse gelsin Türkiye'de dış politika değişmez, çünkü dış politika devlet politikasıdır" deniyor.
Hangi hükümet, hangi parlamento gelirse gelsin bir şey değişmiyorsa, o şeyin demokratik süreçler dışında karar alıcıları var demektir. Demokrasilerde dış politika da siyasi sürecin içindedir. Demokratik bir ülkenin olsa olsa askeri sırlar olabilir.
Bakanlık mensupları kendi sorumluluk alanları içinde gördükleri konuların, kendi kontrolleri dışında konuşulmasını bile engellemek isteyen bir tedirginlik içindeler. Bu tedirginliği anlayan insanlar bizi dinlemiyor.

* Türkiye'yi bürokratlar mı yönetiyor?
Bürokratların kabahati değil tabii bu. Sivil jakoben bir kadronun ülkeyi yönlendirebilmesi, demokratik süreçlerin bir istikrar yaratmamış olmasının sonucu. Ortada "Aman, biz demokratikleşmeyi engelleyelim" diye haince bir plan yok. Ama, istikrarsızlık karşısında, siyasi boşluğu bürokratlar doldurmak zorunda kalıyor.
"Biz sorunları demokratik platformlarda çözmeye kalkarsak, dağılırız, parçalanırız, birbirimize düşeriz" endişesi Jakoben geleneği güçlendiriyor. Yurttaşlar olarak, "Kendi başımıza bırakılırsak, davulcuyla zurnacıya kalırız. Bunun için birileri bizi idare etsin" çizgisine çekiliyoruz.
"Bize çoban lazımdır" anlayışından kurtulmak lazım. Bunu rüyanızda görmeye başladığınızda bile, bir demokrasi suçu işliyorsunuz demektir.

* İktisadi hayatın yönlendirilmesinde de böyle bir kapalılık var mı?
İktisat politikaları için de sözkonusu bu. İktisat politikalarının oluşturulmasında demokrasi açığı var. Sayın Temizel, temiz sicilli önemli bir maliyeci. Ancak, geldi, sanki siyasi süreçlere hiç ihtiyaç yokmuş, sanki Türkiye'yi "Mülkiyeliler" idare edermiş gibi bir karar aldırttı. Bu karar da parlamentodan geçti. Parlamentoda, siyasi kadroların "Devletimiz böyle istiyor" diye imza koydukları kararlar alınıyor. Böyle demokrasi olmaz.
Demokrasi ile reformuculuk - ilerlemecilik arasında bir gerilim var. Reformculuk - ilerlemecilik, demokrasiyi kendisini tehdit eder gibi gördü mü, ona karşı kapanıyor. İktisat politikasının ya da bir dış politika meselesinin temel müzakere konusu olarak ele alındığı bir parti kurultayı gördünüz mü?

*Demokrasiyi "gericiler"den daha çok "ilericiler" tehdit ediyor sonucunu çıkardım sizin sözlerinizden...
İlericiler, kendilerini oyunun dışına itebilecek popüler destek alan bir hareket geliyor gibi gördüler mi, hemen kapanıyorlar. Türkiye'de dünyaya açık, dine dayalı olmayan, evrensel insan haklarını temel alan coğulcu bir sözleşme var. Ama bu konuda bir tereddüt de var. Birkaç seçimde, ana sözleşmeyi zorlamadan, demokrasi içinde, Türkiye'de bir konsensüs olduğunu kendimize ve dünyaya göstermemiz gerekiyor.

*RP - FP çizgisi, bu konsensüs açısından nerede duruyor?
Türkiye'de demokrasi mücadelesi veriyormuş gibi görünen bu hareket, Türkiye'nin konsensüsünü esasta tehdit ettiği için, otoriter gelişmelerin meşruyetini kazandırıyor. RP, Türkiye'de ana sözleşme üzerinde bir ihtilafı tahrik etmeseydi, biz bu kadar sıkıntıya girmezdik.
Demokraside, "Yüzde 20 - 30 alan partilerin her yapmak istediği meşrudur" sonucu çıkarılamaz. Demokrasilerde, siyasi partiler meşruiyetlerini oy alarak sağlamazlar. Demokrat olarak kalarak oy alırlarsa, meşruiyetlerini sağlarlar.