The Others Caz daha demokratik

Caz daha demokratik

09.07.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Caz daha demokratik

Caz daha demokratik


Can Kozlu'ya göre İstanbul Caz Festivali seçeneklerini açık tutmalı

*İstanbul Caz Festivali siz müzisyenler açısından önemli bir ortam yaratıyor mu?
Festival'in işlevi yenilikleri görmektir. Bu sadece izleyici için değil müzisyen için de geçerli. Bu festivalde sadece Türklerle Amerikalı ve Avrupalı müzisyenler buluşmuyor; ne bileyim, Wynton Marsalis'le Herbie Hancock da birbirini beş yıldır görmemiş oluyor mesela; o geniş caz ailesi de İstanbul'da buluşuyor ve bunun müzisyenler açısından kalıcı bir etkisi var.
*Kültürler arası buluşma ortamı da önemli mi?
Bu doğu - batı sentezi meselesi daha önce de vardı zaten ve daha çok yapılmalı bence. Amerikalı, Avrupalı cazcılarla bizimkileri bir araya getirmek ve hatta halk müziğinden insanları bir araya getirmek çok önemli. Mesela Bilgi Üniversitesi'nin Müzik Fakültesi'nin kuruluş aşamasında işleri biraz ben yürüttüm, orada da aynı felsefeyi benimsedik. İstanbul 15 milyon kişinin yaşadığı bir kent ve kültür birikimi açısından inanılmaz bir yer. Böyle bir yerde artık caz okulu, klasik müzik konservatuarı yahut Türk musikisi konservatuarı diye ayrım yapmak kadar saçma bir şey olamaz. İnsanları katı şekilde yönlendirmemek lazım.
*Festival'in bugüne kadar oluşan kimliğinden memnun musunuz?
Tarz açısından seçeneklerini geniş tutması bence iyi. Çünkü cazın içindeki farklı tarzları dinleyenler, her biri bir festivali doyuracak bir kitle halinde değil. Sadece bir tarza yönelirse, o biraz dayattırma gibi olacak ve bunu demokratik bulmuyorum. Belli bir süre değişik seçenekleri sunup, bir yere gidecek, bir ağırlık oluşmaya başlayacak. İstanbul bu açıdan ideal çünkü dinleyicinin hiç bir önyargısı yok. Fransız, Alman, İngiliz izleyicisinden çok daha açık. Çok az bir kitlede var önyargı.
*Nereden geliyor bu açıklığımız?
Cazın ruhundaki o enerji, inanılmaz gerilim ve yoğunluk bizde de var. Mesela ben davul ile saksafonu bir araya getirmeyi çok seviyorum. Tıpkı bizdeki davul zurna gibi. Biri insanın nefesi, diğeri kalp atışları. Bu ilkel unsurları doğru kullanabilirsen, çok iyi müzik yapabilirsin. Müzik nedir ki zaten? Bir doğru name, bir de ritim. Mesela Avrupa'da şimdi ritim bölümlerine baktığım zaman, çok zayıf buluyorum. Çünkü işin beyinsel tarafının yanında çok içgüdüsel bir yanı da olduğunu, ritimin önemini hala anlayamamışlar. Belki folklorlarında olmadığı için, belki klasik Batı müziğinde bu hadise olmadığı için.
*Biz caza daha yakınız o açıdan?
Tabii, zaten 15 milyon İstanbullu sabahtan akşama kadar doğaçlama yapıyor. Araba kullanırken bile doğaçlama yapıyorsun.
*Biraz kargaşa iyi mi caz için?
Bence çok iyi çünkü insanlar devamlı her yeniliğe hazır. Buradaki tek sorun, cazda büyük bir serbestinin yanında bir de disiplin vardır. Başkasının hürriyetinin sınırını çok iyi bilmen lazım. Aksi takdirde, İstanbul'daki bütün taksicilerin inanılmaz canavar cazcı olmaları lazım, ama değil çünkü o sınırı bilmiyor. Son zamanlarda bu konuda kafa yoruyorum, cazla demokrasi arasında bir bağlantı var mı diye...
*Var mı gerçekten?
Var tabii, bence caz çok demokrat bir müzik. Çok ciddi bir ekip çalışması. Hem çok uç bir bireysellik var, ben solo'cuyum, öndeyim, ben parlayacağım, ego meselesi...ama çok ciddi de bir takım oyunculuğu var. Keith Jarret da olsanız var. Olmazsa olmaz bir kural bu. Bizde taksiciler bu hikayeyi beceremiyor. Futbolda biraz öğrenmeye başladık bunu.
*Yaratıcılığı tam özgür bırakabilen bir toplum değiliz ama?
Değiliz..Konservatuarların çok demokratik olduğunu sanmıyorum. Kusura bakmasınlar, hepsini KİT olarak görüyorum. Türkiye'nin en büyük sorunu eğitimsizlik. Her alanda olduğu gibi müzikte de sorun bu. 18 senedir yurt dışında yaşıyorum, o zaman cazda üç - beş adam vardı, bunlara elli kişi eklenmemiş. On beş kişi eklenmiş. Onlar da kendilerini yetiştirmiş birkaç kahraman. Onun dışında bir şey öğreten sistem yok.
*Caz bu çağın ve geleceğin müziği. Türkiye bunu biraz yakaladı galiba?
Kavraması lazım ve sahiplenmesi lazım. Ama sahiplenmek derken devleti kastetmiyorum. Devlet gölge etmesin başka ihsan istemem. Amerika'daki jungle/orman sistemi daha sağlıklı. Tabii bir sürü zorluğu aşıp hayatta kalabilmiş birinin rahatlığıyla söylüyorum. Hiç değilse kimseye diyet borcun yok. Biraz anarşik ve muhalif bir yapısı vardır cazın, işin içine fazla kurumsallık sokmamak lazım, Amerikalılar doğruyu yapıyor bence...
*Bu yılki festival programından memnun musunuz?
Çok heyecan verici bir festival, müthiş çeşitlilik var. İzleyici sürmenaj olacak!

Can Kozlu'nun bir sözü var: Her ekip davulcusu kadar iyidir. Bence her festival de yöneticisi kadar iyidir. Ve İstanbul Caz Festivali'nin bu açıdan büyük bir şansı, yani Görgün Taner gibi bir yöneticisi var. Boğaziçi Üniversitesi tarih mezunu. Caz tarihini de canavar gibi biliyor. Ama cazın aynı zamanda gelecek bilimcisi de denilebilir. Bütün yenilikleri bizim için izliyor. İşte Görgün Taner'in 4. Uluslararası İstanbul Festivali anketi...
*Cazın doğum günü belli mi? Yüzüncü yılında deniliyor?
Kesin doğum tarihini bilmiyoruz ama yüz yıllık denilebilir. Önümüzdeki beş on yıl boyunca cazın yüzüncü yılını kutlama etkinlikleri yapılabilir, uygundur.
*Tıpkı sinema gibi, tam bu yüzyılın sanatı o zaman?
Aslında önümüzdeki yüzyılın da müziği. Caz 1930'lardaki formuyla kalmadı, hala en modern müzik. Cazın içinden başka müzikler doğuyor; başka müzikleri caz kalıplarında yorumlamak mümkün. Bu iki bin'lere, üç bin'lere kadar gidecek. Cazın klasikleşmesinin nedeni de bu zaten. İstanbul Festivalleri'nin de amacı bu. Dünyada neler oluyor? Bunun penceresi olmak istiyoruz.
*Neler oluyor dünyada?
Mesela caz formlarıyla trip hop'a ve hip hop'a yaslanan gruplar var. Bu yıl getirdiğimiz Bristol'lü Massive Attack grubu gibi. Bugüne kadar kimsenin tanışmadığı bir müzik. Kökenlerini cazda buluyor, o motifleri kullanıyor.
*Cazla neyin evliliği bu?
Teknolojiyle teknolojinin evliliği diyebiliriz! Son derece teknolojiye yaslanmış bir müzik.
*Caz pürist'leri öz - caz'cılar kaşlarını çatmayacak mı?
Programa bakıp "Sezen Aksu ve caz..olamaz! Hümeyra da mı caz söylüyor" diyenler var. Ama kimse gelip Eriec Clapton'un caz festivalinde ne işi var demedi.
*Çünkü o Eric Clapton! Ama siz avangard işlerden korkmuyorsunuz?
Hayır. Kronos dörtlüsü 1994'de geldiğinde biraz kaygılanmıştık, salon ağzına kadar doldu. Siz bir yere çekerseniz, izleyici mutlaka bir adım önünüzde gidiyor. O sizi bir yerlere götürüyor. Biz de çıtayı biraz yükseltmeye çalışıyoruz. Caz standartları çalan gruplarla festival yapmak çok kolay.
*İstanbullular en çok ne seviyor?
İstanbullu dinleyici en çok kuzey sesini seviyor; Jan Garbarek ne zaman gelse, 24 saatte biletleri tükeniyor.
*Bu festivalde en gurur duyduğunuz, büyük balık denecek konserler hangileri?
Popüler açıdan tabii ki Legends; Avrupa'da sadece on kente gidişor, birisi de istanbul. Ama Jan garbarek bu yıl İstanbul dışında başka festivale katılmıyor! Mehmet Ali sanlıkol gibi gencecik bir müzisyeni tanıtıyoruz. Ve bu yılki festivale özgü iki proje var: Güher - Süher Pekinel ve Jacques Loussier Trio, Bach çalacaklar. Projenin dünya turnesi Sonbaharda; dünyadaki ilk deneme konseri de İstanbul'da. Diğer proje iyice kendimize özgü. Fazıl Say'a bir piyano ve bir salon veriyoruz, buyurun çalın diyoruz. O da kendi bestelerini hazırladı.
*Sizin kişisel favorileriniz? Issız adada bıkmadan hangi konseri izlerdiniz?
Size iki isim vereceğim. Biri Diana Krall; bu yıl konuğumuz. Sadece iki plak yaptı bugüne kadar, ama o sesi duyduğunuz zaman innanamayacaksınız. Diğer caz vokalisti de Madeleine peyraux, yeni billie halliday. Onu da inşallah gelecek yıl getireceğiz.
*Bu yıl harika bir uygulama var: Hem büyük konserler, hem de küçük kulüp konserleri..bu yeni bir eğilim mi?
Evet, böyle bir örgütlenmeye gittik. Cemal Reşit Rey konserleri iştah açıcı, Açık hava konserleri ana yemek; Roxy bar da tatlı niyetine...Tabii izleyiciler gerçek yemek yeme fırsatı pek bulamayacaklar!

Eric Clapton önce biraz donuktu. Yüzde 60 civarında veriyordu kendisini. Ama David Sanborn saksafonuyla harikalar yaratıp izleyiciyle sıcak bir ilişki kurunca, hele hele bas gitarda Marcus Miller'in yaptığı ip canbazlığına İstanbullu izleyicinin çığlıklarla cevap vermesi, yahut Steve Gadd'in davuluyla kendinden geçip, Joe Sample'ın tuşlardaki hünerine çıldırması, üstadı uyandırdı, benim de parlamam lazım dedirtti; "bu tamamen bir enstrümantal konser" diye Clapton hayranlarının günlerdir uyarılmasına karşın, Clapton mikrofona yürüdü ve sesinin o nefis çatlaklarından duygu fışkırtarak ağıt gibi blues şarkılar söyledi; ardından da gitarı uyandı ve bugüne kadar pek az gitara nasip olan düzeyde konuştu....Evet, gitar bizimle konuştu; yılan dansettiren Hintli fakirler gibi bizi kıvrandırttı Eric Clapton. İnanılmaz bir geceydi. Hepsi başlangıç gibi giderse, 7 Temmuz gecesi tarihi bir caz festivali başladı.
Herkesin kendi sazında hüner gösterebileceği parçalar seçilmişti, tempo hareketliydi. Müzikte yenilik yoktu, ama kalite zihin uçurucuydu. Caz bile değildi ön planda olan, sadece müzikti ve heyecandı. Caz dünyasının en önemli basçılarından biri olmanın yanı sıra, en müthiş prodüktörü olan Marcus Miller "Legends" yani efsane adamları bir araya toplayarak gene hedefi on ikiden vurmuştu. Ve bu turnenin bu yaz gittiği on şehirden biriydi İstanbul. Ankara'da hükümet programının okunduğu gün, İstanbul'un ruhu cazla yıkanıyordu.
Her biri diğerini gölgelemeden parlayan bu beş yıldızı izlerken, Türkiye'nin yetiştirdiği en usta caz davulcularından Can Kozlu'nun caz ile demokrasi arasında bağlantı kuran sözlerini anımsadım: "İlle her gece her parçada bir solistin parlaması gerekmiyor. Bazen arkaya kaçacaksın, başkasına vereceksin müziği. Tıpkı Futbol gibi..topu ayağına alıp ille ben atacağım demiyeceksin, pas vereceksin. Çünkü önemli olan gölün atılması." Her alanda ekip çalışmasını bireylikle buluşturduğumuz zaman, demokrasiye de ulaşacağız galiba.
Can Kozlu, Dünya Davul Cemaati üyesi, Berklee School of Music mezunu, cazda eğitim misyoneri; ve danışma kurulu üyesi olduğu İstanbul Caz Festivali'nde 18 Temmuz'da Türk cazcılardan oluşan Yıldızlar topluluğu ile sahne alacak. Sanatçıyla Festival'e, caza ve demokrasiye bakışını konuştuk.