The Others Çıldırtmaya adaydılar

Çıldırtmaya adaydılar

25.04.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Çıldırtmaya adaydılar

Çıldırtmaya adaydılar

Mesut Yar Siz TV stüdyosunda neler olur bilir misiniz? Seçimler geride kaldığına göre artık itiraf edebilirim. İlk konuğum BBP'li bir belde belediyesi başkan adayıydı. Adam sivil toplum örgütlerinin hepsinin adını benden iyi biliyor, üstelik memlekette kendi politikalarını üreten tek parti olduğunu, onun da ÖDP olduğunu söylüyordu. Adam konuşmasını BBP'li olmasa ÖDP'ye oy vereceğini beyan ederek bitirdi. Benim bildiğim kısaltmalarındaki P'den başka ortak noktaları yoktu.
Sonra Şişli'nin üç başkan adayını konuk olarak aldım. Politikaya yıllarını vermiş üç siyasi kurt Şişli'yi koca bir otopark olarak algılıyordu. Hatta biri Şişli otoparkları üzerine bir şiir bile yazmıştı. O şiir bana Nazım Hikmet'i hatırlatmasa da Gülay Atığ'ın başarı sırrını anlamama yardımcı oldu.
Kanaatim, tüm adayların en azından ilkokulda başarılı olduğu yönünde. Çünkü hepsinin ezberi çok sıkıydı. Bazen ezberi unutup kitlendikleri oluyordu. İşte o zaman bu kilidi çözecek sihirli anahtar otopark sorunu oluyordu. Otopark deyip de kilidini çözemediğim hiçbir aday olmadı diyebilirim.
Adayların bir diğer ortak noktası aşırı derecede heyecanlı oluşlarıydı. Sonuç: Sorular ne olursa olsun, yanıtlar yanıtlar parti broşüründeki sıraya göre gidiyordu. Ben adaya "Beğendili kebap..." diyordum, o söze "Tabii altyapı çok önemli..." diye başlıyordu. Kebap - altyapı bağını çözmek ise o adaylara oy verecek, onların deyimiyle "değerli halkımızın teveccühüne" kalıyordu.
İstanbul adaylarından benim anladığım kentteki tek ve en büyük sorun ulaşımdı. Ama gerçekten de böyle olduğu için değil, bütün partilerin ilk maddelerinde ulaşım sorunu yer aldığı için.
Broşürde ilk maddelerin değiştiği partiler de vardı. Mesela CHP adayları konuşmalarına daha doğrusu vaatlerine her mahalleye bir kreşle başlarken, DTP adayları her kreşe bir mahalle kurmayı öneriyordu. Genel olarak bakımlı ve şık giyinmeye özen gösteriyorlardı. Ama ben en bakımlı adayın Faziletli Nusret Bayraktar olduğunun hakkını teslim etmeliyim. Manikürlü tırnaklar, Versace kravat, jilet gibi bir elbise... Biraz zorlasam çok sayıda ödip kompleksli psikolojik çıkarsamalara yol açacak bir şıklık. Mehmet Nuri Kuriş'in Louis Vouitton çantası da unutamadığım şıklıklardandı.
Hepsi yanında bir tribün dolusu adamla geldiği için beş adayın birlikte çıktığı programlarda soruların özenle seçilmesi gerekiyordu. Çünkü stüdyoda çıkacak bir tartışma hemen on adım ötede orta boy bir meydan savaşına dönebilirdi. Ortada garip bir durum vardı. Adaylar program öncesi birbirlerine "abi" diyor, gayet kibar davranıyorlardı. Ama ekrana çıkınca değişim başlıyordu. Hepsi birbirinin düşmanı oluveriyorlardı. İşin garibi taraftarları kendilerinden daha da fanatikti. Programlarımın büyük çoğunluğu bu fanatiklik korkusu içinde geçti.
Ben ise en büyük korkum Tansu Çiller'in konuk olmasıydı. Benimki dışında her programa çıkan Çiller bize gelirse rugby elbisesi giyeceğimi kanaldakilere beyan ettim. Sanırım ciddiye aldılar ki Çiller benim programıma çıkmadı. Ama çok şey kaybetmiş değildim henüz. Yerine bir numaralı adamı Celal Adan çıktı. Sayın Adan'a, "Bahar geldi, umutlarınız ne yönde," diye sordum. O da hala nedenini çözemediğim bir şekilde, Susurluk'taki gayri milli oluşuma karşı verilen mücadelenin şerefli bir mücadele olduğu anlatmaya başladı. Ben mecburen, "Yoksa parti olarak Susurluk'un yanında mısınız," dedim. Ben sorarken utandım ama o cevap verirken utanmadı. Celal Adan bahar gelince insanın aşkla dolduğu minvalinde şeylerle ilk sorumun yanıtını oldukça gecikmeli olarak verdi. (Devamı haftaya)