The Others Cumhurbaşkanı sistemin kilit taşıdır

Cumhurbaşkanı sistemin kilit taşıdır

20.06.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Cumhurbaşkanı sistemin kilit taşıdır

Cumhurbaşkanı sistemin kilit taşıdır


Türkiye'de cumhurbaşkanlığı makamının rolü ve devlet bürokrasisi ile ilişkilerini Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Erdoğan yorumluyor.


       Cumhurbaşkanlığının önemli bir makam olduğu şüphe götürmez. Çünkü, cumhurbaşkanlığı Türkiye'nin anayasal düzeninin neredeyse kilit taşıdır. Çünkü: Anayasa Mahkemesi dahil olmak üzere "bağımsız" yargının, Yükseköğretim Kurulu'nun ve "özerk" üniversitelerin zirvesinde kimlerin oturacağını esas itibariyle Cumhurbaşkanı kararlaştırıyor. Emri altındaki Devlet Denetleme Kurulu marifetiyle bütün sivil kamu idaresini her an denetleyebiliyor. Ayrıca, diğer bütün yüksek bürokratik mevkilere ancak cumhurbaşkanının onayıyla atama yapılabiliyor. Bakan atama ve azillerinde etkili ve bakanlar kuruluna istediğinde başkanlık edebiliyor.
       Yine olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanı ile bu dönemlere ilişkin yürütme tasarruflarında bakanlar kurulunun tam ortağı konumunda. Silahlı Kuvvetlerin "başkomutanı" ve Milli Güvenlik Kurulu'nun da resmi başı... Gerçi "TBMM'ye karşı" sorumlu olan bir de bakanlar kurulu var, ama bu yapı içinde o da cumhurbaşkanının - veya onun kişiliğinde tecessüm eden bürokratik "devlet"in - vesayeti altında iş görmeye adeta mahkum. Zaten "hükümet politikası" da genel çıkarla ilgili bütün meseleleri kapsamıyor; alanı, değişmez "devlet politikaları"ndan arta kalan meselelerle sınırlanmış durumda.
       Cumhurbaşkanının temsil ettiği bürokratik devletten "bağımsız" olan tek güç ise parlamento. Ama onun bağımsızlığı da bir hayli nominal görünüyor. Bunun başlıca iki nedeni var: Birincisi, TBMM'nin demokratik siyaset üzerindeki asli yetki iddiası bir süredir geri püskürtülmüş durumda. Her ne kadar anayasa Türkiye'nin "demokratik" bir cumhuriyet olduğunu belirtiyor ise de, fiiliyatta TBMM'nin karışamayacağı temel politika alanları bulunuyor.
       İkinci olarak, cumhurbaşkanı, vesayeti altındaki hükümet aracılığıyla, parlamentonun gündemini ciddi ölçüde etkileyebilmektedir. Ayrıca, yasama faaliyetinin ana malzemesini hazırlayan, hatta yasamanın gündemini belirleyen bürokrasinin resmi başı da cumhurbaşkanıdır. Özellikle milli güvenlik ve dış politika meselelerinde parlamentonun, cumhurbaşkanıyla işbirliği halindeki hariciye bürokrasisinden ve MGK'dan bağımsız karar alması neredeyse imkansız.
       Siyaset biliminin diliyle konuşursak, Türkiye'nin cari rejiminde cumhurbaşkanı sadece "siyaset - uygulama"da değil, "siyaset - belirleme" ve "siyaset - denetimi"nde de başta gelen aktörlerden biri.
       Mevcut yapı, demokratik teorinin ön gördüğü gibi "kamu politikasına ilişkin temel kararlar"ın halkın temsilcileri tarafından alınmasına pek el vermiyor. Başka bir ifadeyle, demokratik siyasetin alanı hem anayasal olarak, hem de fiili güç ilişkileri bakımından alabildiğine daraltılmış durumda. Normalde demokratik siyasal sürecin konusu olması gereken kamu işleriyle ilgili kararların çoğu bürokratik devlet tarafından alınıyor.
       Cumhurbaşkanının temsil ettiği de aslında bu "devlet"tir. Bu çerçevede cumhurbaşkanının anayasada belirtilen "tarafsızlığı", gerçek bir tarafsızlık değildir. Yani, demokratik siyaset kurulunun karar alma yetkisine ve alacağı kararlara da tarafsız kalacağı anlamına gelmiyor. Bu, siyasi partiler karşısında bir tarafsızlıktır. Bu, temel siyasal kararların sivil ve askeri bürokrasi tarafından alınmasını olağanlaştıran statükodan yana olması anlamına gelmektedir. Cumhurbaşkanının siyasal sistemin kilit taşı olmasının anlamı da budur.
       Ama öte yandan, aynı mantığı tersinden izleyerek, cumhurbaşkanlığı makamının önemsiz olduğu sonucuna da varabiliriz. Nitekim, cumhurbaşkanının "halkın" değil, demokratik siyaseti marjinalleştiren yerleşik düzenin ("devlet"in) temsilcisi olması, aynı zamanda onun gücünü sınırlayan bir durumdur. Çünkü, cumhurbaşkanı zaten işleyen bir düzenin temsilcisidir ve bu düzenin olağan işleyiş biçimine müdahale edebilecek bir konumda da değildir. "İyi" cumhurbaşkanı bu duruma boyun eğen, yani şeklen güçlü görünse bile aslında cari sistem karşısında uysal olandır. Kendisini gerçekten "devletin başı" zannederek sisteme muhalefet etmeye çalışması halinde "kötü adam" olması işten bile değildir. Böyle bir durumda muhtemeldir ki cumhurbaşkanı köşeye sıkıştırılmaya, marjinal hale getirilmeye çalışılacaktır.
       Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığı kariyeri bu bakımdan son derece öğreticidir. Demirel'in cumhurbaşkanlığı performansı resmi mahfillerce "başarılı" olarak nitelenmiştir. Çünkü o, Türkiye'de kamu işlerinin gidişatının asıl belirleyicisi olan bürokratik iktidarın cumhurbaşkanı için tayin ettiği "hadler" içinde kalmaya özen göstermiştir. Nitekim, "devlet" de bu mesajı almış ve Demirel'i "bağrına basmış"tır. Onun içindir ki, Demirel'in şahsında "güçlü" olan cumhurbaşkanı veya cumhurbaşkanlığı değil, bürokratik devletin kendisiydi. Yine aynı nedenle, Demirel'in görünüşteki gücü sivil - demokratik siyasetin zaafı anlamına geliyordu.
       Bu duruma göre, cumhurbaşkanlığının önemi veya önemsizliği, hatırı sayılır bir ölçüde, bu makamdaki kişinin siyaset anlayışına da bağlıdır. Sivil - demokratik siyasetten yana bir cumhurbaşkanının işi elbette kolay olmayacaktır.