The Others Cumhuriyet, insan haklarıyla güçlenmeli

Cumhuriyet, insan haklarıyla güçlenmeli

14.09.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Cumhuriyet, insan haklarıyla güçlenmeli

Cumhuriyet, insan haklarıyla güçlenmeli


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıcı Dr. Rıza Türmen, Milliyet'e yazdı


       Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün en önemli eksikliklerinden biri insan hakları alanındadır. İnsan hakları Aristoteles'den kaynaklanan "klasik cumhuriyet" modellerinde yoktur. Cumhuriyet ile insan haklarının birleşmesini ilk kez Fransız İhtilali sırasında yayınlanan 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde görüyoruz.
       Fransız İnsan Hakları Bildirisi de büyük ölçüde 1776 ABD Virginia Haklar Bildirisi'nden esinlenmiştir. Her iki bildiri de Hobbes ve Locke tarafından geliştirilen doğal haklar görüşüne dayanır. 1789'da yayınlanmasına rağmen Fransız İnsan Hakları Bildirisi'nin anayasanın önsözüne girmesi için 1946 yılını beklemek gerekecektir. Bu süre içinde Fransa insan haklarından çok yurttaşlık haklarına ağırlık vermiştir. Yurttaşlık hakları bir topluluğa üyelikten kaynaklanır ve özünde siyasal katılım haklarının içerir.
       Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda da insan hakları cumhuriyetin temel ilkeleri arasında yer almaz. Bireyin devlete karşı birtakım haklar öne sürmesi cumhuriyet geleneğinde pek görülmez. Bugün dahi insan hakları konusunda yeterli bir duyarlılık olduğunu söylemek güçtür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önündeki Türkiye aleyhine açılan davalarda bu durumu görmek olanağı vardır.
       Oysa insan hakları günümüzde Batı değer sisteminin temel taşıdır. İnsan hakları bir yandan giderek kurumsallaşmakta, bireylere devlete karşı, yaptırımları da içeren, etkili başvuru yolları tanınmakta, öte yandan bir Avrupa anayasasına dönüşmektedir. AİHM kararları her devletin insan hakları alanındaki eksikliklerini, bu eksiklikleri düzeltmek için neler yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
       Türkiye'de yurttaşın haklarla donatılmış bireye dönüşmesi demokratikleşme yolunda atılacak en önemli adımdır. Bunun için devletin bireye daha geniş bir alan tanıması gereklidir.
       Blandine Kriegel "Cumhuriyet'in Felsefesi (Philosophie de la Republique)" adlı önemli kitabında modern cumhuriyette dört kategori hak öngörmektedir: Devletin hakları, insan hakları, yurttaşlık hakları ve ulusun hakları. Kriegel, bu haklar arasında bir hiyerarşi kurarak önceliğin insan haklarında olduğunu, ancak cumhuriyetin bütün kategorilerindeki haklar arasında uyum sağlaması gerektiğini belirtmektedir.
       Günümüzde, küreselleşmeyle bağlantılı olarak geleneksel vatandaşlık, aile gibi bağların zayıflamasının sonucu dinsel, etnik kimliklerin ortaya çıktığını görüyoruz. Cumhuriyetin güçlenmesi, çağdaşlaşması, demokratikleşmesi bir ölçüde bu tür etnik, dinsel kimliklere yer tanıyarak bunları entegre edip edemeyeceğine bağlıdır. Böyle bir entegrasyon için değişik yollar önerilmiştir.
       Bu öneriler Habermas'ın "Anayasal Yurttaşlık" kavramından üst kimlik - alt kimlik görüşlerine kadar geniş bir hukuki - toplumsal - siyasal alanı kapsamaktadır. Ancak, böyle bir entegrasyon süreci, ister istemez cumhuriyeti (Fransa'da olsun, Türkiye'de olsun) kamusal alanı yeniden düzenlemeye zorlamaktadır.
       Cumhuriyetçilik anlayışında kamusal alan nötrdür, tarafsızdır. Yurttaşlar dinsel, etnik, cinsel özelliklerini kamu alanı dışında bırakırlar. Devlet yurttaşların dinsel, etnik, cinsel özellikleriyle ilgilenmez. Bütün yurttaşlara dinsel, etnik, cinsel özelliklerine bakmaksızın eşit muamele yapar. Oysa, yeni dinsel, etnik, cinsel kimliklerin doğmasıyla çıkan entegrasyon sorununun çözümü için devletin bireyleri farklı kimlikleriyle birlikte kamusal alana kabulü kaçınılmazdır.
       Cumhuriyet açısından sorulması gereken soru şudur: Anayasal düzeni üzerinde bir toplumsal mutabakat sağlamış, bütün yurttaşlarını farklı kimlikleriyle sisteme entegre etmiş bir cumhuriyet mi daha güçlüdür, yoksa farklı kimlikleri nedeniyle yurttaşlarının bir bölümünü dışlayan, çoğulcu bir toplum yerine homojen bir toplum yaratmaya çalışan bir cumhuriyet mi? Fransa Başbakanı Lionel Jospin'in (dünkü yazımda aktardığım) konuşması bu soruya yanıt vermektedir.
       Ancak kültürel kimlikler konusunda bir noktanın altını çizmek gerekir. Kültürel kimlikler cemaatleşmeye başladığında bunu demokratikleşme olarak görmek olanağı yoktur. Etnik ya da dinsel gruplara aidiyet, bireysel tercihlerin yerine cemaat tercihlerini geçirdiği için burada demokrasiden uzaklaşma söz konusudur. O nedenle kültürel kimlikleri ancak bireysel düzeyde kaldığı sürece demokratik bir çerçeveye oturtmak olanağı vardır.

       - Bitti -