The Others Demokrasiye 3 ayar

Demokrasiye 3 ayar

27.02.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Demokrasiye 3 ayar

Demokrasiye 3 ayar

MESUT Yılmaz sağ elinin işaret parmağını, Prof. Dr. Tansu Çiller'in iki kaşının tam ortasına doğru uzattı:
- Bir daha başbakan olamayacaksın.
Ortalıkta buz gibi bir hava esti.
Odada DYP ve ANAP'ın bazı üst yöneticileri vardı.
Prof. Çiller ile Mesut Bey "krizin nasıl aşılacağını" konuşuyorlardı.
24 Aralık 1995 seçimleri yapılmış, ancak hiçbir parti tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edememişti.
Tansu Hanım, ANAP Genel Başkanı'na "birlikte hükümet kuralım" diyordu:
- Geçmişin üzerine sünger çekelim. Uzlaşalım.
Mesut Yılmaz:
- Nasıl bir uzlaşma? Kimin başkanlığında uzlaşma?
Prof Çiller:
- Devlette devamlılık esastır. Yeni hükümet kurulana kadar benim başbakanlığım süreceğine göre... Hizmetlerin aksamaması için... Başlanmış işlerin daha sağlıklı yürüyebilmesi için... Benim başbakan olduğum bir hükümet kuralım.
Mesut Bey, muhatabının konuşmasını ilgisiz bir şekilde dinledi.
Bazen yanındakilere bakıyordu.
Tansu Hanım sözlerini bitirdi.
Mesut Yılmaz'ın yanıtını beklemeye başladı.
Yılmaz bir süre sustu ve sonra, parmağını Prof. Çiller'in burnunun üzerine doğru uzattı:
- Boşuna konuşuyorsun. Seni bir daha başbakan yapmayacağım.
Görüşme sona erdi.
Ve Tansu Hanım o sahneyi hiç unutmadı.

Tansu Hanım'ın ortak bulması zordu.
Zira seçim kampanyasında Refah'a, Prof. Erbakan'a çok ağır sözler söylemişti.
Hatta mahkemelik bile olmuştu.
Mesut Bey ise kendisini daha rahat hissediyordu.
Büyük Birlik Partisi ile "iç içeydi".
Demokratik Sol Parti'yle temastaydı.
Prof. Çiller'in bileğini bükeceğini düşünüyordu.
Ve istiyordu ki, kendi başkanlığında kurulacak bir hükümete DYP "evet" desin.
Ama son görüşmede Mesut Yılmaz sinirlerine hakim olamadı.
"Yahu"lu, "sen"li müzakere "parmak uzatarak neredeyse hakarete" varınca, ipler koptu.
Yılmaz için yine de farkeden bir şey yoktu.
Zira Prof. Erbakan "sıradaydı".
Seçimden birinci parti olarak çıkan Refah için Mesut Bey'i başbakan oltuğuna oturtmak kolay değildi.
Prof. Erbakan bize "Mesut Bey böyle bir talepte bulunamaz" demiş ve eklemişti:
- Bulunursa ayıp etmiş olur. Hiç sanmıyorum.
Hoca'nın "sanmadığı" oldu.
Mesut Yılmaz "eğer ortaklık istiyorsanız tek koşulu var" dedi:
- Benim başbakanlığımı kabul edeceksiniz.
Prof. Erbakan, çaresiz, "kabul" dedi.
Koalisyon müzakereleri başladı.
Bakanlıklar taksim edildi.
Her şey, ama her şey hazırdı ki...
Kimsenin beklemediği bir gelişme oldu.
TBMM Başkanı Mustafa Kalemli, Mesut Yılmaz'ı aradı:
- Size söyleyeceklerim var.
- Evet.
- Görüşmemiz lazım.
- Söyle, dinliyorum.
- Hayır, telefonla olmaz.
- Nedir?
- Konuşmamız gerekiyor.
- Olur.
- Ama hemen.
- Bu kadar önemli mi?
- Çok önemli. Yoksa rahatsız etmezdim.
- Bekliyorum.
- Geliyorum. Ama bir ricam var.
- Nedir?
- Lütfen yanınızda kimse olmasın.
- Hiç kimse mi?
- Evet, hiç kimse. Hanımefendi bile.
- Merak ettim, ne söyleyeceksin?
- Ne olur ısrar etmeyin.
Mustafa Kalemli, Mesut Yılmaz'a gitti.
Ve söze "ben bir elçiyim" diye başladı:
- Sayın Genel Başkanım, Refah Partisi ile ortaklık kurmamanız rica ediliyor. Bu koalisyon sizin başbakanlığınızda olsa bile.
Mesut Bey sordu:
- Kimin ricası?
Kalemli "anlatayım" dedi.
Ve uzun uzun anlattı.
O görüşme sona erdiğinde ANAP ile Refah'ın evliliği "nikah masasından" döndü.
24 Aralık 1995 seçimlerinden sonra asker, rahatsızlığını "ilk kez" dile getirmişti.
Ancak asker "sistemin işlemesini" istiyordu.
Müdahale yanlısı değildi.
Sadece Refah'ın radikal söyleminden rahatsızdı.
Ve Refah karşıtlarının uzlaşmasını istiyordu.
Mesut Yılmaz, yakın dostu Mustafa Kalemli'nin getirdiği "mesajı" aldı, yanıtı ise tek kelime oldu:
- Anladım.
"Anladım"
ın tercümesi şuydu:
- Olur, kurmayacağım.
Mustafa Kalemli, Genel Başkanı'nın yanından ayrıldı.
Ve kendisinden haber bekleyen "çevreyle" temasa geçti:
- Tamam kurmayacak!

Mustafa Kalemli'nin "elçilik görevi" bitmemişti.
"Bir kişiye daha" bazı şeyleri söylemesi gerekiyordu.
Prof. Dr. Tansu Çiller'e.
TBMM Başkanı önce telefon etti.
Sonra da Tansu Hanım'a gitti.
Devlet protokolüne göre, Prof. Çiller'in TBMM Başkanı'nı kapıda karşılamasa bile, odasının kapısında beklemesi gerekiyordu.
Ama Kalemli girdiğinde Prof. Çiller odada yoktu.
Meclis Başkanı bozuldu.
Derken Prof. Çiller odaya girdi.
- Hanımefendi bir hususu bildirmek istiyorum, ANAP ile Refah Partisi ortaklık kurmayacaklar.
Ve devam etti:
- Oturun, Mesut Bey'le konuşun, uzlaşın, hükümeti kurun.
Tansu Hanım "neler oluyor" diye sordu.
Sonra "uzlaşma ancak benim başkanlığımda olur" diye devam etti.
"Aksi halde DYP olarak dışarda kalırız" diye de sözlerini noktaladı.
Mustafa Kalemli:
- Siz bilirsiniz. Benden söylemesi. Gerisi sizin sorumluluğunuzda. Günah benden gitti.
Tansu Çiller birden değişti.
"Gitmeyin" dedi:
- Sizinle her şeyi konuşmak istiyorum. Bana neler olduğunu anlatın.
Mustafa Kalemli anlattı.
Asker, Cumhuriyet'in temel ilkeleri konusunda çok hassastı.
Laiklik ve Atatürk konularında olağanüstü duyarlıydı.
Müdahale yanlısı değildi.
Ancak düğümü yüce Meclis'in çözmesini istiyordu.
Prof. Çiller:
- Anladım.

İşte o andan itibaren "devreye" DYP'den Yalım Erez girdi.
ANAP'tan da Mustafa Taşar.
TBMM Başkanı Mustafa Kalemli "ortalıkta" görünmek istemiyordu.
Parlamentonun üzerine bir gölge düşmemesini arzuluyordu.
Ancak "asker - Prof. Çiller ve Mesut Bey" arasında bir köprü gerekiyordu.
"Günlük siyasetin üzerinde" bir köprü.
Köprü hemen bulundu:
Hava Kuvvetleri eski Komutanı, emekli Orgeneral Halis Burhan.
1995 seçimlerinden sonra demokrasiye yapılan ilk "ince ayar" bu olaydır.
Ve bu olayda Kalemli ile Halis Burhan "bütün tarafların güvendiği" iki köprü oldular.

Mesut Yılmaz'ın başkanlığında kurulan Anayol tam bir başarısızlıkla sonuçlandı.
Kısa sürede iş yapamaz hale geldi.
Prof. Çiller ikili bir kıskaca girmişti.
Bir yandan Refah bastırıyordu.
Diğer yandan ANAP.
Tansu Hanım'ın Yüce Divanlık olması işten bile değildi.
Sonunda Anayasa Mahkemesi imdada yetişti.
Yılmaz hükümetinin güvenoylaması Refah'ın başvurusu üzerine yüce mahkeme tarafından iptal edildi.
Hükümet çekildi.
Ve gündeme yeni hükümet konusu geldi.
Bu dönemde askerin siyasete ilgisi sürüyordu.
Ayrıca asker, Anayol'un erken sona ermesinde "Mesut Yılmaz'ın kusuru... Aceleciliği.. Dikkatsizliği olduğunu" düşünüyordu.
Asker ayrıca "Demirel'in ne yapacağını" merak ediyordu.
Yeni hükümeti kurma görevi Prof. Erbakan'a verilecek miydi, verilmeyecek mi?
Askerler, kendi aralarında "durum değerlendirmesi" yaptılar.
Sonra da Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Cumhurbaşkanı Demirel'den randevu istedi.
Tarih 7 Haziran 1996.
Günlerden cuma.
Demirel - Karadayı görüşmeleri genelde, perşembe günleri olur.
Ancak, perşembe dışında Org. Karadayı ne zaman randevu talebinde bulunsa, Cumhurbaşkanı onu aynı gün kabul eder.
Beklettiği hiç olmamıştır.
Siyaset ustası Demirel düşündü.
Böyle bir ortamda Genelkurmay Başkanı acaba ne söyleyecekti?
Ne söyleyeceğini aşağı yukarı tahmin edebiliyordu.
Zira askerin Refah'tan rahatsızlığı sürüyordu.
Cumhurbaşkanı bir "manevra" yaptı.
Önce Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ı Çankaya Köşkü'ne çağırdı.
Erbakan'dan sonra da Genelkurmay Başkanı'na randevu verdi.
Org. Karadayı Köşk'e çıktığında, Prof. Erbakan "yeni hükümeti kurmakla görevlendirilmişti".

Eğer Cumhurbaşkanı o gün akşam saatlerinde Prof. Erbakan'ı Köşk'e çağırmasaydı.
"Ertesi güne" bıraksaydı...
Erbakan Hoca yine hükümeti kurma görevini alabilir miydi?
İşte bunu kimse bilmiyor.
Bilemeyecek de.
24 Aralık 1995 seçimlerinden sonra, demokrasiye "ikinci ince ayar" işte o gün, Cumhurbaşkanı Demirel tarafından yapıldı.
Bu ince ayar nedeniyle, asker, Devlet Başkanı'na biraz "incindi, kırıldı".
Demirel ise askerin gönlünü şu sözlerle aldı:
- Silahlı Kuvvetlerimiz bir demokrasi sınavı vermektedir.
Bu "ikinci ayar" döneminde emekli Orgeneral Halis Burhan yine "uzlaşmacı" bir rol oynadı.
Tansu Hanım "bazı mesajlarını" onun aracılığı ile yolladı:
- Merak edilmesin. Biz güvenceyiz. Endişe duyulacak bir şeye fırsat vermeyiz. Bir mecburiyet doğdu... Çaresizlik. Gereken fedakarlığı yaptık. Meclis Başkanlığı'nı ANAP'a verdik. Başbakanlığı da verdik. Ama Mesut Bey ortaklığı yürütemedi.

Prof. Erbakan ile Prof. Çiller oturdular, konuştular, bakanlıkları paylaştılar.
Sıra hangi koltuğa kimin oturacağına geldi.
Prof. Çiller "DYP'liler arasında" görev taksimine başladı:
- Bursa Milletvekili Turhan Tayan, Milli Eğitim'de başarılı oldu... Yine Milli Eğitim Bakanlığı'na...
- Kilis Milletvekili emekli Orgeneral Doğan Güreş'in partimize büyük katkısı oldu... Ayrıca asker, bu hükümet konusunda tedirginlik sergiliyor. Onun için Doğan Paşa, Milli Savunma Bakanlığı'na...
Kabine listesi "şekillendi".
Ama açıklanamadı.
Asker, kendi bağrından çıkan bir emekli Orgeneral'i elbette seviyor, sayıyordu.
Yalnız, aynı Orgeneral'den "Refah'a... Refahyol'a karşı bir tepki" de bekliyordu.
Org. Güreş "Refah'a bir şans tanınmasından" yana olunca...
Asker de "onun, Milli Savunma Bakanı olmamasından yana" renk verdi.
Çiller itiraz edemedi.
"Doğan Güreş'te direniyorum" diyemedi.
Onun adını çizdi.
Yerine "yeni bir isim" yazdı:
- Milli Savunma Bakanı... Prof. Dr. Mehmet Sağlam.
Ama "o isim" de veto yedi.
Denildi ki "Sayın Sağlam değerli bir şahsiyettir. Ancak falanca dini cemaate karşı sempatisi vardır. O nedenle Milli Savunma Bakanlığı'na getirilmemesi..."
Sonuç:
Prof. Mehmet Sağlam, Milli Eğitim'e kaydırıldı.
Turhan Tayan da Milli Savunma Bakanı oldu.
İşte, 24 Aralık 1995 seçimlerinden sonra, demokrasiye yapılan "üçüncü ince ayar".

Devam edecek

REFAH Partisi'nin tabanında ve TBMM grubunda şu kanaat hakimdi:
- En rahat koalisyon kuracağımız parti ANAP'tır.
Hoca bunu müteaddit defalar Mesut Bey'e de söyledi. Ve 1995 seçimlerinden sonra Refah Partisi ile ANAP arasında koalisyon görüşmeleri başladı.
- Sayın Kutan, görüşmeler nasıl gidiyordu?
- Her şey iyiydi. Tam mutabakat halindeydik. Arada hiçbir ihtilaflı husus kalmadı. Bizimkiler ümitliydi. ANAP'lı arkadaşlar da gelişmelerden memnunlardı.
- Sonra?
- Bakanlık dağılımı da oldu. Her şey bitmiş gibiydi. Fakat bir gece içinde bir şey oldu.
- Ne oldu?
- Ne olduysa oldu. Bunu hala çözebilmiş değiliz.
- Ne olmuş olabilir?
- Bizim için fevkalade büyük sürprizdi. "Allah, Allah, ne oldu" diye söylendik.
- Sonra ne yaptınız?
- Bir arkadaşımız gitti, ANAP genel başkan yardımcıları ile görüştü ve bize haber getirdi.
- Neydi getirdiği haber?
- Olumsuzdu. Mesut Bey'in havası "olmaz" şeklindeymiş. Ne yapalım. "Hayırlısı" dedik.
- Kendi aranızda bu konuda neler konuştunuz?
- Defalarca toplandık. Çeşitli değerlendirmeler yaptık. Ama makul bir gerekçe bulamadık.
- Asker faktörünü aklınıza getirdiniz mi?
- Hayır. Asker tarafından bir baskı olabileceği aklımızın ucundan bile geçmedi. Ama durup dururken ne olabilirdi. Bir gecede bu değişiklik neydi? İzahsızlık içinde kaldık.

Devam edecek