The Others Devlet toplumun üzerinde

Devlet toplumun üzerinde

27.10.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Devlet toplumun üzerinde

Devlet toplumun üzerinde

Türkiye'deki ekonomik yapı niçin "sivil toplum" yaratamıyor?

Türkiye'de demokratikleşmenin önemli bir boyutu, sivil toplumun güçlenmesi. Bu alanda son yıllarda yaşanan gelişmeler acaba yeterli mi? Yaşamını İsveç ile Türkiye arasında bölen, İsveç Yazarlar Birliği üyesi, romancı ve denemeci Demir Özlü, devletin ekonomideki ağırlığı sürdükçe, beklenen sonucun doğmayacağını savunuyor.
TÜRKİYE'de sivil toplumun olmaması, tarihsel olarak, sadece Rönesans dünyasına girememiş olmamızdan değil. Ekonomik yapının işleyişi - dün de, bugün de - buna olanak vermiyor.
Geçtiğimiz Nisan ayı sonunda Strasbourg Üniversitesi'nde Prof. Server Tanilli onuruna yapılan kollokyumda "Türkiye'de Burjuvazinin oluşumu ve Aydınlanma" konusunda düşünceler yürütmeye çalışırken, Türkiye sosyal tarihi üzerinde uzun yıllar çalışmış olan Prof. Mustafa Akdağ'ın, biraz aşırı gibi görünen, şu radikal yargılarına da yer vermiştim.
Onca araştırmadan sonra öyle yazıyordu Akdağ:
"Türkiye'nin daha kuruluşunda, devlet, toplumun gidişatına göre biçimlenecek yerde, tersine toplum devletin elinde yoğrulmuş, toplumsal sınıflaşmayı, geniş çapta, siyasal gerekler bu sayede biçimlendirebilmiştir. Demek ki, Türk toplumunun siyasal ayrışımını yaratan faktör devletin kendisi olmuş bulunmaktaydı."
Batı'daki toplumsal/tarihsel gelişmelerin tam tersi bir oluşumdur bu.
Batı'da toplum, Rönesans'tan başlayarak, sivil burjuva toplumu olarak gelişmiş, yarattığı kültürel değerlerle, toplumu da, zihinleri de teokratik/ dinsel iktidar egemenliğinden kurtarmış, daha sonraki yüzyılların sivil demokratik devletini yaratmıştır.
Bu devlet, sivil toplumun üzerinde, onu biçimlendiren bir güç değildir. Daha çok sivil toplum devlet mekanizmasını biçimlendirmektedir; devlete, toplumun ereklerine bağlı düzenleyicilik işlevi verilmiştir. Nitekim Batı'da, faşizm, nasyonal - sosyalizm gibi devleti, parti yoluyla, toplum üzerine çıkaran akımlar çökmek zorunda kalmışlardır.
Bu yüzden Batılı ülkelerde 14 - 16. yüzyıllarda doğan burjuvaziler bugün de yaşamaktadırlar. Bunlara sonraki yüzyıllarda sanayi burjuvazisi, ticaretin geliştiği alanlarda oluşan ticaret burjuvazileri eklenmiştir. Sivil toplumun doğuşunun temel öğelerinden olan finans burjuvazisi, belki günümüzde en çok genişlemiştir.
Batı'da burjuva sivil toplumun güçlülüğü, geniş ölçüde bağımsızlığı yanında "devamlılığı" da vardır. Türkiye'de olmayan budur.
Akdağ'ın Türkiye tarihi için söyledikleri bugün için de geçerlidir. Türkiye'de hala devlet (siyasi iktidarlar), kısa sürelerle yeni sınıflar (elbette köksüz sınıflardır bunlar) yaratmaktadır. Ekonomik yapı böyle işlemektedir ve bu yapı sürekli bir burjuvaziyi (dolayısıyla sivil toplumu) yaratmaya elverişli değildir.
Başka bir deyişle, zenginlik devlet eliyle kazanılmakta, servet siyasi iktidar ve onun sağladığı olanaklar yoluyla elde edilmekte, zenginlikle devlet çakışmakta, dolayısıyla toplumu biçimlendiren devlet olmaktadır.
Bu ekonomik yapının sivil toplum yaratması olanaksızdır. Bugün bazı derneklerle meslek kuruluşlarına "sivil toplum örgütleri" denmesi de yanlıştır.
Bu, 12 Eylül rejimi gibi toplumsal bir kıyım yapmış rejimlere karşı terminoloji yoluyla yapılan duygusal bir karşı koyuşun ifadesidir sanırım.
Türkiye'de devlete yön veren bu arkaik kuvvet yapısını, kontrollü, demokratik bir düzenleme aygıtı biçimine dönüştürecek, bağımsızlaşmış toplumsal yapılar yoktur.
Rejim, faşizm ya da nasyonal - sosyalizm olmasa da devlet, toplumun üzerindedir. Öte yandan da ekonomik yapı ve onun işleyiş biçimleri de sivil toplum üretmemektedir.
Bu konuyu biraz daha açalım:
Yüzyılın başındaki burjuva devrimi de denilen II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki rejimi kendi zenginlerini yaratmıştır. Devlet yatırımları ile I. Dünya Savaşı koşullarının partizanca kullanılması sonucu doğan "II. Meşrutiyet burjuvazisi" dönemin çöküşüyle birlikte inisiyatifini ve servetini kaybetti.
1909'da Abdülhamid'in tahttan indirilmesi için Yıldız Sarayı'na giden heyette bulunan Talat Paşa'nın yakın arkadaşı Emmanuel Karasu'nun, mütarekeden sonra İtalya'da intihar etmesi bu oluşumun en belirgin bir taslağını verir bize.
Aynı oluşum Cumhuriyet'in ilk döneminde de yaşandı. Bunu ekonomistlerden çok, Yakup Kadri'nin romanlarında görmek olasıdır. Ardından Cumhuriyet'in ikinci dönemi: II. Dünya Savaşı yılları zenginleşmesi gelir. Daha sonra da Demokrat Parti yoluyla zenginleşme.
27 Mayıs 1960'dan sonra gelişmek için daha rasyonel bir ortam bulan (terminolojiyi çok güçlükle kullanırsak) "sanayi burjuvazisi" hep devlete ve siyasi iktidarlara dayanarak (devlet olanaklarını sömürerek) palazlandı.
Özal rejimi ve sonrasında servet edinenler, kamu bankalarını yağmalayarak zengin olmadılar mı?
Zenginleşme dönemleri giderek kısalmış, zenginleşme yöntemi devlete yaslanma olmaktan da çıkarak, kamu sermayesinin yağmalanmasına dönüşmüştür.
Sonuç ortada: Akıl dışı bir enflasyonla, mafyalaşma dozu giderek artan bir ekonomi. Nereye sürükleneceği bilinemez bir toplumsal yapı.
Orta tabakalarına tasarruf olanağı bırakmayan bir enflasyon rejimi, işleyen bir kapitalizm yaratabilir mi?
"Anadolu kaplanları" diye öne sürülen oluşumların da (elbette olmaları olmamalarından daha iyidir), Türkiye'nin global ekonomisini temelden etkilemediklerini, ama belli bir kesimce daha çok, propaganda aracı olarak kullanıldıklarını düşünüyorum. Aslında, tarihsel süreç içinde II. Dünya Savaşı öncesinde doğabilmesi gereken bir sektördü bu.
Herhangi bir ülke, bazı alanlarda hakiki sanayi kurmadan ve teknoloji birikimi yapmadan birinci sınıf ülke elbette olamaz.
İslamcıların sivil toplumu temsil ettiklerini ya da bir sivil toplum yaratacaklarını sanmak da büyük bir yanılgıdır. Yaratacak oldukları hiyerarşik bir Şark toplumudur. Yeni Şark zenginleri ve yeni köleler yaratacaklar.
Kendilerini besleyen ekonomik kaynaklardan sonra (Müslümanlardan tarikatlar yoluyla toplanan paralar, teokratik devletlerin egemen sınıflarının fonlarından akan kaynaklar, İslamcı siyaseti yaygınlaştırmak isteyen devletlerin bu amaç için ayırdıkları paralar, hatt ahalkın din duyguları ile dindaşlarıyla dayanışma eğilimlerinden cebe atılan biriktirimler...) şimdi de devlet olanaklarının ele geçirilmesinin zengin olanaklarını görmüşlerdir.
Bütün gürültü patırdının ardında yatan bu ekonomik yapıdır.
Bu ekonomik yapı sivil toplum doğurmuyor.