The Others Ege’de fırtına

Ege’de fırtına

16.06.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ne kadar karmaşık ve hassas olursa olsun, işimiz gelişmeleri okurlar için anlaşılır kılmak. Ege krizine ilişkin haberler ‘daha iyisi’ için derslerle dolu

Ege’de fırtına



Mayıs ortaları. Bilgilerine her zaman güvendiğim, Ankara’nın" içini" iyi bilen bir kaynak, ikili konuşmamız esnasında, "Haziran ayında Ege’yi iyi izleyin, çok iş çıkacak size" deyiverdi.
Gerisini getirmedi. Endişeliydi.
Ondan bir hafta kadar sonra, Türkiye - Yunanistan yakınlaşmasına sempati ile bakan bir başka - Yunan - güvenilir kaynaktan kısa bir not aldım. "Ege’yle ilgili olarak burada bazı kontrol dışı gelişme işaretleri var, durum sıkıntılı" diyordu özetle.
Ayrıntıya hiç girmeden.
Kendimizi geçenlerde birdenbire bir Ege krizi ile karşı karşıya bulunca bu iki mesajı hatırladım. Sizlerle paylaşmayı gerekli buldum.
Sebebi basit: İki ülke arasında Kardak/İmia gibi krizler öyle uluorta patlak vermiyor. İlişkilere çok farklı bakan güç odakları var ve her iki tarafta da "fay tetiklemeleri" bazı ‘dinamiklerin’ harekete geçmesiyle oluyor.
Son Ege krizi konusunda da benzer bir durumla mı karşı karşıyayız? Yaklaşan AB Selanik Zirvesi, Kıbrıs’taki sıkıntılı hava, Türkiye’nin AB yönünde hareketlenmesi hesaba katılırsa, bunun aksini düşünmek mümkün değil.
Gittikçe kritik bir hal alan, hassas dengeler üzerinde yürüyen bir süreç...
İki ülke ilişkileri nasıl sorunlu ise, iki ülke medyalarının ötekindeki haberleri izleme ve birbiriyle ilgili olarak kendi kamuoylarını - haydi "yönlendirme" demeyelim - bilgilendirme, haberdar etme tarzları da aynı ölçüde sorunlu.
Ege’de bir Olympic yolçu uçağının Türk jetleri tarafından taciz edildiğine ilişkin iddialar, Türk Genelkurmay’ının bu iddiaları sert bir açıklamayla "provokasyon" diye nitelemesi, Yunanistan’ın Türkiye’ye nota verip konuyu AB ve NATO gündemine taşıması, resmi suçlamaların birbirini kovalaması, elbette ki pek çok soruyu gündeme getirdi.
Ege’nin öte yakasından gelen haberler, Yunan basınının, TV ve radyolarının bu konuda hiç iyi bir sınav vermediği, Atina’nın resmi açıklamalarından başka farklı kaynaklara pek rağbet etmeyip Yunan okurları ve izleyicileri krizin ne olduğuyla ilgili olarak çok kötü bilgilendirdiği doğrultusunda.
Yunan medyasını tek tek incelemedim, ama yıllardır iki ülke medyasının ortak toplantılarına katılmış, ortak sorunlarına kafa yormuş biri olarak, bunu hiç şaşırtıcı bulmadığımı belirteyim.
Peki biz? Bu ciddi tırmanmayı haber olarak işlerken Milliyet - veya diğer Türk gazeteleri - iyi bir sınav verdi mi?
Üç okurumuzun tepkilerini kısaca yansıtayım:
Ahmet Zarif: "Bu önemli konuya çok az yer verdiniz. Şahsi kanaatim odur ki, burada hükümeti zor duruma düşürücü anlaşılmaz olaylar zinciri var".
Elif Hürbaş: "Ege tacizinin neden ve nasıl olduğunu tam olarak anlayamıyorum. Haberleriniz daha ayrıntılı olmalı. Karışık bir olay.."
Tolga Zarifoğlu: "AB sürecine yeterli önemi vermiyorsunuz. Verseydiniz bu olayın üzerine daha çok giderdiniz."
Ege’de sınırlar ve Türkiye’nin AB süreci, her biri kendi içinde karmaşık olan, ayrıca iç içe geçen iki önemli konu. 2004 sonuna kadar AB süreci kesinlik kazanacak. Saat geriye doğru işlerken, Türkiye’de AB eksenli tartışmalar daha da şiddetlenirken, AB ile bağlantılı her konuyu okurlara anlayacakları şekilde anlatmamız gerekiyor.
Enine boyuna. Her yönüyle.
Gazetecilik kuşku ve soru sorma mesleği. Biz, kendi resmi kaynaklarımıza da kuşkuyla bakma, ulusal güvenlik içerikli gelişmeleri çok yönlü verme konusunda - arzu edilen noktaya henüz ulaşmamış olsak da - Yunan basınının hayli ilerisindeyiz.
Ancak, son Ege krizi ile ilgili haberlerimizde ciddi eksiklikler, kopukluklar var. Okur, "fotoğrafı" net göremedi.
Bu da soru sorma refleksinin yeterince işlemeyişinden, resmi açıklamalara fazla önem verme kolaycılığından kaynaklandı.
Yunanistan neden bu konuyu aniden gündeme taşıdı?.. Kriz neden Selanik zirvesi öncesinde patladı?.. Ege’de Türk uçuşlarının sayısında bir artış mı var?.. Atina’nın sözünü ettiği Türk F - 16’larına "taciz emrine" ilişkin bant kaydı gerçek mi?.. İlk tepkiyi neden Türk hükümeti değil de, Genelkurmay verdi?. Hükümetle askerler arasında soruna yaklaşım konusunda neden bir üslup farkı var? Atina’da perde arkasında neler oluyor? Madem bir kriz çıktı, İsmail Cem ile Yorgo Papandreu döneminde oluşturulduğu mutlulukla belirtilen kriz önleyici güvenlik mekanizmaları (kırmızı telefon hattı vs.) neden devreye sokulmuyor? İki ülke askerleri arasında İsmail Hakkı Karadayı döneminde hayli düzelmiş olan ilişkiler ne durumda? Bozuksa ne zaman bozuldu? vs. vs.
Ne yazık ki okurlar bu soruların pek azına tatmin edici yanıt bulabildiler. Çünkü bu haberleri sadece "şu oldu, bu oldu, o bunu dedi" şeklinde verdik (Bunun tek dikkat çekici istisnası, Fikret Bila’nın Doç. Hasan Ünal’ın tespitlerini de içeren dünkü yorumu oldu).
AB ekseninde gelişen bu krize, hiçbir tarafı kayırma kaygısı gütmeden, sadece ve sadece okuru iyice, etraflıca bilgilendirmek amacıyla sıkı şekilde "asılmak" gerekirdi. Aynı şekilde, olup bitenleri yerli yerine oturtacak analizlerin de bunları beslemesi gerekirdi. O zaman, okurları bilgilendirme ve karmaşık konulara açıklık getirme görevimizi yerine getirmiş sayabilirdik kendimizi.
AB süreci hızlandıkça böyle gelişmelerle sık sık karşılaşacağız. Bunu hesaba katarak, Türk - Yunan ilişkilerini serinkanlı bir bakışla, her iki "tarafın" adım, amaç, niyet ve eğilimlerini doğru yansıtarak, dürüst ve dengeli şekilde vermeye hazır olmakta yarar var. Öyle bir süreç ki bu, mesleki sorumlulukta meydana gelecek her "sapma", ilişkilerin yönünü çok olumsuz etkileyebilir.
Bizim sınavımız, süreçte hayati önemde...