The Others En büyük sponsorumuz, halk...

En büyük sponsorumuz, halk...

01.09.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

En büyük sponsorumuz, halk...

En büyük sponsorumuz, halk...

Halk öyle istiyor diyerek halka, kalitesiz müziği layık görenler yanılıyor. Halk adına karar verme gibi hatalı bir alışkanlık var. Oysa halk, bu kararları verenlerden çok ilerde.

Bilkent Üniversitesi Uluslararası Dördüncü Anadolu Müzik Festivali 24 Ağustos gecesi Yunus Emre'nin köyü Mihalıççık'ta Ahmet Adnan Saygun'un "Yunus Emre Oratoryosu" ile başladı. Bolu, Kapadokya, Efes, Bodrum, Marmaris, Altınoluk, İstanbul, Bursa ve Sinop konserleriyle sürecek. Festivali hayata geçiren Profesör Ersin Onay, Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Dekanı. 42 yıldır müzikle meşgul. İstanbul ve Ankara konservatuvarlarının yöneticiliğinden sonra, son 10 yıldır Bilkent'te. Profesör Onay'dan, Anadolu Festivali'ni anlatmasını rica ettik.
- Bilkent Senfoni Orkestrası yine Anadolu yollarında. Dört yıldır bunu yapmayı alışkanlık edindiniz.
Biz, birinci turneden önce gezmeye başlamıştık aslında. Anadolu Festivali 4 yaşında ama hazırlık süreci bundan çok öncelere dayanır. Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi 1986 - 87 öğrenim yılında açıldı. Hem geleceğin sanatçılarını yetiştirelim, hem de sanatçıların geleceğini hazırlayalım diye düşündük. Tüneli iki taraftan kazalım. Böylece ışığı daha çabuk görebiliriz. Çünkü, öğrencinin yetişmesi için çok güzel bir sanat ortamı yaratmak gerek. Ülkemizde bunu her zaman bulamıyoruz. Çok uçurumlu bir müzik yaşamımız var. Çok nitelikli ile çok niteliksiz bir arada. Bazan ikincinin oranı birinciye göre daha fazla. Onun için çocuklara, "çalışırsan başarırsın" demek yerine, iyi çalıştıkları takdirde "kim" olabileceklerini göstermek için sanat etkinliklerinin ağırlıklı olmasını düşündük.

- Ne gibi sıkıntılar çektiniz kuruluş aşamasında?
Bir müzik fakültesinin kurulması çok güzel bir şey ama son derece de zor. Kapıda fakülte yazıyordu, bir de ortaokul lise dönemini kapsayan bir müzik hazırlık okulu vardı. Ama içerden tek bir enstrüman sesi gelmiyordu. Öğrencimiz yoktu. Birinci sınıfı açsaydık 10 yıl sonra, yani bugün bizim ilk mezunumuz olacaktı. Bu kadar sabırlı olamadık. 1987'de Birinci Uluslararası Yaz Okulu'nu açtık. Hem de bir icra kuruluşu olarak Bilkent Uluslararası Gençlik Senfoni Orkestrası'nı kurduk. Hemen bu orkestra ile 15 - 20 günlük bir staj döneminden sonra konserlere başladık. Aklımızda hep bir düşünce vardı: Bu konserler, klasik müziğin kümelendiği büyük kentlerde kalmasın. Bu sanatı, girmediği yörelere taşıyalım. Uluslararası olma, eğitimle uygulamanın içiçeliği, bir de sanatı müziğe aç yörelere taşıma gibi bir fikir birleşince Anadolu etkinlikleri gündeme gelmiş oldu. Ankara dışına çıkmaya, özellikle Ankara'da da olsa, konser salonlarının dışına çıkmaya çalıştık.

- Klasik müziği, alışılan mekanlar yerine, halka daha yakın mekanlara taşımayı düşündünüz?
Ankara'da Hipodrom'da ilk konseri yaptık. O zaman bizim aklımızdan kuşku duydular. "Kim dinler bu müziği?" denildi. Ben, Gürer Aykal ve Suna Kan denemeye kararlıydık. Sonuçta Hipodrom'da 40 bin kişi izledi! Bize, "İşte 400 - 500 kişi için sandalye getirin, dolarsa ne ala" demişlerdi. O tarihlerde Hipodrom adeta terkedilmişti. Tribünleri rulolarca atık kağıtla temizledik. Hipodrom konseri bizim için çok önemli bir işaret oldu. Fakültenin içinde sıkışıp kalmama, toplumla bütünleşme ve sanat yaşamına yapabileceğimiz katkı varsa onu yapma... Anadolu konserlerinde de inanılmaz bir ilgi gördük. Her gittiğimiz yerde. Örneğin, halıcı, kilimini verdi sahneye döşeyelim diye. Bu ilgi bize, Anadolu'da senfonik müziğin, operanın bütün evrensel müzik türlerinin gayet ilgi göreceği izlenimi verdi... Ülkeye nitelikli müziği yayalım. Senfonik müziğin gitmediği yerlere bunu götürelim. Ülkemizin tarihi ve doğal zenginliklerini bu müzik fırsatıyla buluşturalım ve ülkemizin tanıtımında kendimizce bir katkı yapalım. Bunu yaparken de tarihi yıkıntıları, antik mekanları, antik tiyatroları, müzeleri nasıl kullanabiliriz diye düşünüyoruz.

- Anadolu'dan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
"Anadolu'da bu müzik hiç sevilmez, hiç tutmaz" gibi, burada yaşayanlar adına birilerinin iddiaları vardır. Anadolu, sözcük güzelliğinin dışında bizim için bir kapsama alanı, bir etkinlik alanı oldu. Bu, zoru seçmekti ama yapılması gereken de budur diye düşünüyoruz. Daha uzun vadeli bir amacımız da var. Gittiğimiz yere tekrar dönmek suretiyle orada yavaş yavaş ilgi uyandırmak ve yerel bir organizasyonun oluşumunu sağlamak istiyoruz. Örneğin Kapadokya bölgesinde geçen yıl Zelve Vadisi'nde verdiğimiz konserde özellikle bölgede sermaye ve karar mercileri bizim girişimimize o kadar ilgi duymadı. Ama halk çok büyük bir ilgi gösterdi. Biz, Kapadokya'ya insanların örneğin bir müzik festivali için de gitmesini istiyoruz. Bölgenin çok büyük bir avantajı var. Böyle bir yer dünyanın başka bir yerinde olsa kaç tane uluslararası festivale ev sahipliği ederdi. "Halk sevmez" diyorlar. Oysa halk, müzik için oradaydı. Bu yıl ise bölgede karar mercileri bize çok sıcak bakıyorlar. Bizim bütün tanıtımımızı oradaki oteller birliği üstlendi. Gelecekte, hayal gibi gözüken "kendi organizasyonunu yapma" aşaması da gelecektir.

- Ama bu olana kadar siz, turnelere devam?
Bunun için özel bir seyyar sahne alacağız bir tane. Turne sırasında en büyük zorluk, sahne. Özellikle düz olmayan zeminlerde. Sahne, çok ağır olduğu için çok sayıda taşıyıcıya ihtiyaç var. Seyyar sahnemiz 170 metre kare olacak. 20 santimden 1.30 metreye kadar yükseklik de verebilecek. Taşıması kolay olacak. 45 dakikada istediğimiz yere monte edeceğiz. Arkada üç katlı koro balkonu olacak. Çünkü şimdi üç TIR dolusu sahne eşyası taşımak zorundayız.

- On yıl önceki deneyimlerinizle bugün arasında nasıl farklar var?
On yıl önce ben, bir senfonik müzik etkinliği tanıtımı için bir turizm ofisine resmen başvurduğum zaman beni kovuyorlardı. Broşürleri ben kendim dağıtıyordum. Sokakta insanlarla konuşuyordum. Kim ne diyor ne düşünüyor onu görüyordum. Örneğin, bir halıcı dükkanına girip elimdeki broşürleri ona verdiğimde halıcı memnun oluyordu. "Bunu gören turist bize güvenir" diyordu. Tabii, onun aklında halıyı biraz daha pahalıya satma fikri her halde vardı. Ama olsun. O, itibar kazanmanın, bu işin önemli olduğunun, bu müziği seven insanın artı değerlere önem verdiğinin farkındaydı...

- Türkiye'de klasik müziğin daha geniş bir dinleyici bulması mümkün olur mu sizce?
Ülkeye egemen olan kitle müziği, herkese aynı şeyi düşündürür. Klasik müzik ise herkese farklı şey düşündürür. Burada kişi, soyuta açılır. Kitle müziğinde iki slogan, bir söz, bir dize ile şarkı bitiyor. Onun amacı o çünkü. Sanayi toplumuna geçişin müziği. Üniforma gibi. "Kitle müziği daha çok tutuluyor, o halde daha iyidir" denilemez. Bir pop müzik konserine 10 bin kişi gidiyorsa bu müzik daha değerli denilemez. Klasik müzik konserine gitse gitse 700 kişi gidiyor. O zaman klasik müzik değersiz mi? Böyle bir karşılaştırma yapılamaz. Bizim yapmamız gereken şey, klasik müziğin de ilginç olduğunu göstermektir.

- Ya maliyet sorunu?
Bu yılki festivalin maliyeti 300 bin Dolar kadar. Ancak böyle bir festivalin daha ucuza çıkması mümkün değildi. Bizim fakültede çalışma düzenimiz farklı. Biz geniş bir öğretim kadrosu kuracaktık. Bu, bütün devlet okullarında olduğu gibi kaçınılmaz. Hoca ile öğrenci arasında bire - bir ilişki kurulan bir okulda aşağı yukarı üç öğrenciye bir hoca düşüyor. Öğrenitm kadrosuna ek olarak bir de orkestra kuracaktık. Bir kadro da orada olacaktı. İki bütçe olacaktı. Oysa biz böyle yapmadık. Hem ders veriyoruz, hem orkestrada görevliyiz, hem de festival gibi ek işler yapıyoruz... Bizim şimdi 40 kemancımız var. Onar öğrenci alsalar 400 keman öğrencisi eder. 14 viyolonselcimiz var. Onar öğrenci alsalar 140 öğrenci yetişir.


- Türkiye'de müzik eğitiminin geleceğinden umutlusunuz umarım?
Bizim en büyük sponsorumuz, halk. Halk öyle istiyor diye, kalitesiz müziği halka layık görenler yanılıyor. Halk adına karar vermek gibi hatalı bir alışkanlık var. Oysa halk, bu kararları verenlerden çok daha ilerde. Çok kültürlü bir yapımız olduğunu hatırlamamız şart. Anadolu dediğimiz zaman kaç tane uygarlığı kastediyoruz. El sanatları, folklör ve müziğimizin zenginliğine paha biçilemez. Bugün bir kenara attığımız klasik müziğimizde, Avrupa müziğine 400 yıl egemen olmuş makamlar vardır. Büyük bir birikimin mirasçısıyız. Atatürk'ün, "Asıl musiki Anadolu'da işitilendir, ama bunu evrensel tekniklerle işleyip evrensel değere ulaştırmalıyız" fikri en doğrusu. Ama o ölene kadar bu konudaki yasa çıkartılamadı bile. Bir tür ayak sürümeye tanık olduk hep. Şimdi ise 8 yıl kesintisiz eğitimden müzik de payına düşeni alırsa bu konuda geleceğe daha güvenle bakabiliriz.

- Türkiyede konservatuvar eğitimi bugüne kadar yeterli olmadı her halde?
Tek bir konservatuvarla uzun yıllar yetinileceği yerde 5 - 6 tane açılsaydı? Bu konuda bir tutuculuk hep var. Belki de bu, "Bizim müziğimiz değil" görüşünün sonucu. Atatürk'ün, konservatuvarlar açılsın, orkestralar kurulsun şeklindeki özlemi çok geç gerçekleşiyor. Ankara, İstanbul ve biraz da İzmir'le sınırlı bir müzik etkinliği yaşandı uzun yıllarca. Müzik, ülke çapında yaşanan bir şey olmadı. Ülke çapında yaşanılır olursa buna ilgi daha da artacaktır.

- Türkiyede sanatçı kavramı da son onyıllarda yozlaşmadı mı? Artık herkes "sanatçı"?
Sanatçı kavramı, bu konudaki değerlerin tersine dönmesiyle değerini ne yazık ki yitirmişti. Televizyona çıkan, kendisini sanatçı ilan ediyor. Bir şarkıcı, "Altı aydır falanca hocadan ders alıyorum" diyor. Sanatçının yetişmesi için uzun yıllar gerekir. Oysa kendisini sanatçı ilan edenler için eğitim, sadece aylarla ölçülecek kadar kısa. Halk da 6 ayda sanatçı olacakken neden bir kemancının yetişmesinin yıllar süreceğini haklı olarak sorar.