The Others Gıyabında torpil

Gıyabında torpil

17.02.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Gıyabında torpil

Gıyabında torpil

Yargıcın haberi olmadan ona torpil yapanlardan söz eden Avukat Mehmet Yıldız, vatandaşın bu tür olaylara inanır hale geldiğini söylüyor.

ARTIK günümüz Türkiyesi'nde "torpil", yaşamımızın bir parçası haline geldi sayılır. Yargıda bunun değişik ve ilginç örneklerine rastlanıyor. Bunlardan bir türüne, belki de "gıyabi tutuklama"dan hareketle "gıyabi torpil" diyebiliriz.
İnsanlarımız arasında "adliyede iş bitirme" anlayışının ne durumda olduğunu 25 yıllık Avukat Mehmet Yıldız'dan dinliyoruz:
"Bazı toplantılarda somut iki hadise ile karşılaştım. Beni bir arkadaşına, 'On beş yıldır hukuk müşavirliğini yapan avukatım' diye tanıttığında, karşı taraf 'Ha öyle mi? Senin çok işin oluyor, senin işlerini yürüttüğüne göre, benim de avukata ihtiyacım var, ama hakimlerle savcılarla ilişkisi nasıl?' diye sordu. Her iki olayda da böyle oldu. Benim avukatımın iyi hukuk bilgisi var, 15 yıldır güveniyorum" diye ısrarla bunu tekrarlamasına rağmen, 'Bana öyle avukat lazım değil. Ben hakimlerle, savcılarla diyaloğu iyi olan, onlara istediğini yaptırabilen avukat lazım' lafını iki ayrı kişiden duydum."
Avukat Necla Yıldız da eşinin sözlerine katılıyor:
"Öyle basit işlerde müvekkiller de şey yapıyorlar. 'Aaaa!.. İşte hakim para yemiştir herhalde de onun için...' Diyorum ki, 'yahu senin bu paranın hepsini hakime versen, zaten yine bir şey olmaz.' Ama insanlarda öyle bir kanaat oluşmuş. Çok çirkin bir şey. Birkaç çürük elmanın yüzünden bütün sepettekiler lekeleniyor."
Sözü tekrar eşinin ağzıdan Mehmet Yıldız alıyor:
"Ben bir adım daha ileri giderek söyleyeyim. 'Bak, ben hakimle konuşuyorum' diyor. İçeri giriyor, başka bir iş için, havale etmek üzere hakimin odasına giriyor, girmesiyle çıkması bir oluyor. Dışarı çıkar çıkmaz da, 'Hakim bey, bunun için benim yanıma bile gelmene lüzum yok, dedi. İşiniz garanti, oturup konuşmaya bile gerek duymadı' diyor. Dışardaki zavallı da ona inanıyor."

"Bunu yapan avukat mı?" diye hüzünle soruyoruz. Daha katmerli bir hüzünle yanıt geliyor:
"Maalesef... Maalesef... Ve halk bu tür şeylere kendini o kadar inandırmış ki, geçen gün biri telefon açıyor bana, ağır cezadaki işini polislikten emekli bir vatandaşın tavassutuyla çözeceğini söylüyor ve bu mahkeme heyetinde kimlerin olduğunu soruyor.
Polislikten emekli birisi ağır cezayı etkileyecek. Vatandaş bu tür hadiselere inanır hale gelmiş. Bana göre, en içler acısı durum bu."
Necla Yıldız da hüzünle başını sallıyor:
"En kötüsü bu. Yargıtay'da da aynı şey var. Yargıtay toto oynuyorlar. Yani, aslında vermiyor, yapmıyor, hakimin haberi bile yok, ama veriyormuş, yapıyormuş gibi... İşte... İşin olursa şu kadar paranı alırım diyor. Olursa, hakikaten o parayı alıyor. Olmazsa da, olmadı, diyor almıyor. Böyle de toto oynuyorlar."

Henüz mesleğinde yedinci yılını süren Avukat Aysen Yavuz, ilk yılların düş kırıklıklarını dile getiriyor:
"Hoşuma gitmeyen bazı durumlarla karşılaştım. Mesela bir hakimin yeri geldiği zaman taraflı davranabildiğini gördüm. Benim müvekkilim o hakimi etkileyebileceğini söyledi. Ben 'Hiçbir meslektaşıma bunu yakıştıramam, sakın gitme' dedim. Ben böyle söyledikten sonra karşı tarafın etkilediğini gördüm. Bu, yargının aksaklıklarından biri. Hakimlerimiz bazı konularda tarafsız davranmıyorlar."
Masum bir soru:
"Sizin müvekkiliniz hakimi tanıyor muymuş? Nasıl etkileyecekmiş?"
Ve masum bir yanıt:
"Yani, tanıdık vasıtasıyla etkileyeceğini söyledi. Başka türlü de yaklaşacağını söyledi. Önünü kestim, 'Hiçbir meslektaşıma böyle gitme' dedim. Çünkü hakimler de meslektaşımız. Ne yazık ki, bazen hatır gönül ilişkisi içinde hakimlerimizin taraflı davrandığını gördüm."
"Anladığım kadarıyla hatır gönül ilişkilerinin dışında başka..." derken Aysen Yavuz tamamlıyor:
"İlişkiler de var. Ben o kadar teferruatını söylemek istemiyorum artık."
İşte, bugün dürüstçe, büyük bir özveriyle çalışan yargıçların "gıyabında", onların haberi bile olmadan yaşanan bu tür olaylara rastlanıyor.

Anayasa Mahkemesi önceki Başkanı Yekta Güngör Özden de "hatır - gönül" olaylarını şöyle doğruluyor:
"Avukatlık ve baro başkanlığı yaptığım zamanlarda da biliyorum, vatandaşlar davalarını dürüstlükle sürdürecek, kendisini doğru biçimde savunacak avukat aramak yerine, yargıçları ve savcıları tanıyan, onlara etki yapan avukat kimdir, onu arardı. Böyle insanlar artmaya başladı. Yargıç ve savcılardan kimilerinin, kimi yargıç ve savcılara yakışmayan ilişkilerde bulunduğu, gezilere katıldığı, armağanlar kabul ettiği, onlarla arkadaşlıkları ilerlettiği durumları çok yaşadık. Ben, baro başkanı iken bunlardan çok şikayet aldım. Eğlence yerlerinde yakalananları, fotoğraf çektirenleri, başka ilişkiler kuranları - kadın erkek - çok duydum.
Bunların hepsi, yargıda çalışanların büyük çoğunluğunu üzen, anlamları çok çirkin olan olaylardır."

Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'nun elbet "bu konularda" da görüşleri var. 17 Kasım 1997'deki "Yargı Bağımsızlığı" konferansından:
"Yargı bağımsızlığının önündeki birinci engel biziz. Biz derken, biz insanlar, toplumun önündeki kesimler. Yani yargı bağımsızlığı diyoruz ama, yargı bağımsızlığını hepimiz, her noktada içimize sindirdik mi? Bizim başımıza bir iş geldiği zaman, bu işi aşmak için acaba kimleri kullanalım, nasıl kullanalım, neler yapalım diye çeşitli çareler arıyor muyuz, aramıyor muyuz? Önce kendimizden başlarsak, toplumun en üst kesiminden başlarsak, gönül rahatlığıyla bunu söyleyebilir miyiz?"

YARGIDA bilirkişi kullanımı giderek artıyor. Özellikle büyük kentlerde, bilirkişiliğin asıl amacından saparak yozlaştığı ve bazı mahkemelerde kurumsal hale gelen belli bilirkişiler üzerinde çeşitli yorumlarla karşılaşıldığı görülüyor. Bilirkişilik konusunda iki görüş sunuyoruz.
Anayasa Mahkemesi'nin önceki Başkanı Yekta Güngör Özden, 1950'li yılların ikinci yarısında avukatlığa başladığını, Osman Bölükbaşı'nın, İsmet İnönü'nün, Ecevit'in avukatlığını yaptığını anımsatarak, o günlerden örnekler veriyor.
"Ben, eşek sözcüğünü bilirkişiye gönderen yargıç hatırlıyorum. Benim bir müvekkilime bir genel müdür, eşek, dedi. Biz manevi tazminat davası açtık. Bu eşek sözcüğü hakareti içeriyor mu, içermiyor mu diye, yargıç dosyayı bilirkişiye gönderdi. Bilirkişi de Uğur Alacakaptan. Bu olacak iş değil.
Son zamanlarda, hepsini demiyorum, kimi yargıçlar üşeniyorlar, konuları bilmiyorlar, sorumluluğu üzerlerinden atmak için, bilirkişiye veriyorlar dosyaları. Bilirkişinin raporuna göre karar yazıyorlar. Adeta kararı bilirkişiler veriyor.
Kira tespit davalarında, destekten yoksun kalmak davalarında, trafik davalarında, arazi işlerinde teknik bilirkişi incelemeleri elbet zorunludur. Bunlarda da yargıç bilirkişinin raporuna bakarak, sonucu yargı olarak ortaya koyar. Ama gelin görün ki, cezada da hukukta da birçok dava bilirkişi eliyle yürütülmekte. Gerici bir insan dava açmışsa, savcı da o eğilimdeyse, gerici bir bilirkişi bulur, dava açılmasın diye. Kimi savcı da ilerici eğilimdeyse, ilerici bir bilirkişi buluyor, suç olmasın diye. Ya da bunun tersi oluyor, cezalandırılsın diye."
Avukat Tamer Heper bugün bilirkişilik kurumunun genelde işleyişini şöyle anlatıyor:
"Bugün çoğunlukla yapılan şu: Dosyadaki deliller toplanır, dosya bir rapor alınması için bilirkişiye gönderilir. Ama mühendislik, mimarlık, ama tıp olsun, doğrusu işin çeşidine bakılmaz. Gerekçesi de şu: Hakimin iş yükü o kadar ağır ki, bütün bu dosyaları işleyemez. Mesela ödeme makbuzlarının rakamları toplanacaktır, borç ödenmiş mi, ödenmemiş mi? Kısmen mi ödenmiş, tamamı mı ödenmiş? Bu hesaplamaları yapmaya vakti yok, onun için bilirkişiye gönderiyor.
Bilirkişilik yapacak kişinin, bir yandan branşında teknik bilgiye sahip, ama bir yandan da biraz hukuk bilgisi olması gerekiyor. Rapor nasıl yazılır? Raporda çok önemli husus, hakimin görevine müdahale etmeden rapor yazmaktır. Şimdiki bilirkişiler raporunu hakimin nihai (son) kararı gibi yazıyor. Raporu alıp bakıyorsunuz, bilirkişi karar vermiş, davayı bitirmiş.
Şimdi bilirkişilik müessesesi biraz dejenere olmaya yüz tutmuş vaziyette."

YARIN: Aynı suça farklı karar