The Others Hakimin gözyaşları

Hakimin gözyaşları

03.06.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hakimin gözyaşları

Hakimin gözyaşları


Teröristlerin eşini gözleri önünde şehit ettiği Yıldız Namdar’ın konuşması, mahkeme başkanını ağlattı


Hakimin gözyaşları
Abdullah Öcalan davasında söz alan davacı müdahil Yıldız Namdar, astsubay olan eşinin, araçtan indirilerek götürüldüğünü ve daha sonra öldürüldüğünü anlatırken, Mahkeme Başkanı Turgut Okyay gözyaşlarını tutamadı.
Davanın dünkü duruşmasında Okyay, müdahil isimlerinin tutanağa geçirilmesinden sonra, müdahil olma istemlerine ilişkin savcıdan mütalaa istedi. Başsavcı Cevdet Volkan, suçtan zarar gördükleri gerekçesiyle müdahilliklerine karar verilmesini talep etti. Mahkeme Heyeti, aynı gerekçeyle istemi kabul etti.
Okyay'ın davacı müdahillere konuşmaları için sırayla izin vermesinin ardından müdahillerden Yıldız Namdar, üç sayfadan oluşan metni, sürekli ağlayarak okumaya çalıştı. Astsubay olan eşi Murat Namdar'ın, izin dönüşü Erzincan yolunda terör örgütü PKK mensupları tarafından öldürüldüğünü ve olayı bizzat yaşadığını belirterek şöyle konuştu:
"Murat kocamdı, canımdı, herşeyimdi. Kürt - Türk diye hiçbir ayrım yapmadı. Askerlerine yol parası verdi. Yemin ediyorum hiç kimseye ayrım yapmadı. İnsanlık bu mu?
O da anasını özlemişti. İzne gidiyordu. Erzincan'ı geçtiğimizde yolu kestiler kimlik sordular. Adını söyleyerek, 'Murat' dediler. Tuhaf birşeyler vardı çevirenlerde. Şerefli Türk askerlerinin elbiseleri vardı üzerlerinde. Ben şüphelenmiştim. Babam ve halam da aynı arabadaydı. Ancak Murat çok sakindi. Bana, ellerimi tutarak, 'Sakin ol hayatım, bir şey yok' diye bizi, beni teskin ediyordu. 'Murat bunlar terörist' diyordum. İnsanlıktan çıkmışlardı. Biraz gittiğimizde yolun her tarafını çevirmişler ve bütün araçları durdurmuşlardı. Çocuklar, babam ağlıyordu. Arabadan indirip götürdüler, orada yalvarıyordum. Bizi dinlemediler."
Namdar'ın bu sözleri, salonda bulunanları, özellikle müdahiller ve avukatlarını gözyaşları arasında bırakırken, Mahkeme heyetinin çok duygulandığı bu anda Başkan Okyay'ın kürsü altından mendiliyle gözlerini sildiği görüldü.
Namdar'ın, elinde Türk bayrağı ve eşinin resmiyle Öcalan'a dönerek, "Biz size ne yaptık. Çok acı çekiyorum. Biz hiç kimseye bir şey yapmadık" demesi üzerine Öcalan, oturduğu yerden öne eğilerek, "Acılarını paylaşıyorum" dedi.

"Vampir asılsın"

Şehit yakını müdahil Züleyha Türkyılmaz, şehit düşen Sabri Türkyılmaz'ın kardeşi olduğunu belirterek, Öcalan'ın özrünün sahte olduğunu söyledi. Türkyılm az, "Vampir Apo'nun canı alınırsa öyle affedebilirim" dedi.
Türk - Kürt ayrımının olmadığını söyleyen Türkyılmaz, Avrupa Konseyi'nin, "Öcalan'ın insan haklarından söz ettiğini, kendi ağabeyi ve kardeşinin insan haklarının ne olacağını" sordu ve Öcalan'a dönerek, "Sesini boşa yorma, senin sonun idamdır" diye konuştu.
Müdahillerden Kadir Tekelioğlu da Jandarma Kıdemli Üstçavuş Lütfü Tekelioğlu'nun Şırnak Gülyazı'da şehit olduğunvurguladı. Tekelioğlu, Öcalan'a dönerek, "Biz, Apo'nun özrünü kabul etmiyoruz. Küçük çocukların canını nasıl verecek. İdam edilsin, ondan sonra özür dilesin" dedi.
Müdahillerden Bayram Elyürek de oğlu Alaaddin Elyürek'in şehit olduğunu belirterek, Öcalan'a ve ailesine "Kendilerinin başına böyle bir şey gelirse ne yapacakları" sorusunu yöneltti.
Müdahillerden Mehmet Gencer, Deniz Piyade Astsubay olan oğlu Serhat Gencer'i kaybettiğini söyledi. Türkiye'de bugüne kadar birçok isyanın olduğunu, bunların tarihte yer aldığını kaydeden Gencer, şöyle konuştu:
"Şimdi İngiltere'yi suçluyor. Tarih bilmiyor mu? Örgüt lideri olduğunu söyleyen, bunları ve tarihi nasıl bilmez? Yüce Türk Devleti seni affetsin mi? Asker ve polise neden saldırdın. Bu kabul edilemez. Çocukları PKK örgütü öldürdü Sayın Abdullah Öcalan."
Gencer'in, "Sayın" ifadesine müdahiller, "Sayını bırak" diye tepki gösterirken, Gencer, "Ben insanlığımdan bunları söyledim" dedi.
İlhami Çiçek de mahkemeden üç talebi olduğunu belirterek, bunlardan ilkinin şehit olan oğlu Taner Çiçek'in kalan 2.5 aylık askerliğini kendisinin yapmak istediğini, ikinci isteğinin "Türk ve Müslüman olmayan sanığın idam edilmeden önce isminin değiştirilerek, gerçek isminin verilmesini" talep etti. Çiçek, üçüncü isteğinin de babası ve oğlunun şehit olduğu topraklarda, sanığın cesedinin bırakılmaması olduğunu söyledi.

Hain pusu

Tarih 23 Eylül 1995. Erzincan'da güz mevsimi. Terörle mücadele bölgesinden hareket eden araç, içindekileri başka bir coğrafyaya, Akdeniz'e taşımak için yola koyuluyor. 3. Ordu Komutanlığı Bando Bölügü'nde görevli genç Astsubay Murat Namdar, notalarını ve silahını geride bırakmış, İçel'deki babaevine doğru yol alıyor. Yanında çok sevdiği eşi hemşire Yıldız Namdar, dokuz aylık evladı Buğra, kayınpederi Tahsin Gökalp ve görümcesi var.
Otomobil, Sivas il sınırlarına girdikten hemen sonra, İmranlı ilçesi Kızılarmut mevkiinde durdurduluyor. İlk tahmin, olağan bir güvenlik kontrolü yapıldığı yolunda. Asker giysileri içindeki silahlı grup göründüğünde bu olasılık kesinleşiyor. Murat astsubay, kendisini tanıtıp "Ben de askerim" demekten çekinmiyor. Oysa, yanında güvenlik nedeniyle hiç kimlik taşımayan astsubay için bu tavır, acı sonu hazlandırıyor. Ve çok geçmeden, beklenmedik bir gerilim doğuyor, itiş-kakış arasında kimlikler toplanıyor. 23 yaşındaki Murat Namdar birden beliren terörist grup tarafından ismen çağrılıyor, kayınpederi Tahsin Gökalp ile bir dereye götürülüyor. Bu sırada, bir yolcu otobüsü ile otomobil hızla bölgeden uzaklaşınca kurşunlara hedef oluyor. Terör pususuna düşenler, cumartesi karanlığında bir kaç dakika sonrasını göremez hale geliyor, zifiri karanlığa gömülüyor.

Kan vermek istedi

Hayat arkadaşına, kızı Buğra'nın babasına koşup yardım etmek isteyen Yıldız Namdar, dereden gelen silah sesleriyle yıkılıyor. Az sonra babası geri geldiğinde, dereden silah sesleri yayılıyor etrafa. Milli Eğitim'de soför olan baba otomobille hızla ilerideki güvenlik noktasına yöneliyor. Yıldız Hemşire "Kan vereyim, yaşatayım Murat'ı" diyor ama, orada tutuluyor. Ve dört kişiyle birlikte öldürülen eşiyle ertesi gün morgda yüzyüze geliyor.
Terörle mücadelenin hüküm sürdüğü bölgeden, izin kağıdıyla babaevine gitmek isteyen astsubaya, terör, o akşam geçit vermiyor. Birliğindeki yazıda, "izinde bulunacağı adres: İçel - Bozyazı" diye not düşülen astsubay, bu zorunlu adresine bayrağa sarılı olarak gidiyor.
Herhalde o gün, Astsubay Namdar toprağa verilirken, hiç kimse kabir başında ağlayan genç kadının bir gün İmralı'da ayağa kalkıp, örgütün bir numaralı ismine, "Ne istedin Murat'tan, O Kürt çoçuklarıyla gömleğini, ayakkabısını paylaşıyordu. Suçu neydi?" diye soracağını aklına bile getiremezdi. Tarihi dava tutanaklarında, şimdi böyle bir haykırış var.