The Others Hiç bir şey tartışmanın dışında değildir

Hiç bir şey tartışmanın dışında değildir

09.07.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hiç bir şey tartışmanın dışında değildir

Hiç bir şey tartışmanın dışında değildir


Tartışmalar ve bilim bizi nereye götürüyorsa oraya gideriz. Geçen sene, toplantının sonuçlarını "dinsizlik" diye ilan edenler de oldu... "Beklediğimiz reformçuluk ortaya çıkmadı" diye itiraz edenler de... Bizim üzerinde durduğumuz konu, İslamiyet'in anlaşılması, yorumlanması, tefekkür ve bilimdir.


Naki Özkan


Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından geçen sene Temmuz ayında Abant'ta toplanan "İslam ve Laiklik Sempozyumu" büyük gürültü koparmıştı. Aynı muhtevalı toplantının üç gün sürecek olan ikincisi bugün başlıyor. Birinci Abant toplantısında yayımlanan sonuç bildirisi, bazı yazarlar tarafından "Fethullahçıların küstahlığı ve aymazlık..." olarak değerlendirilmiş, "Milli iradeye hakimiyet hakkını veren Allah'tır" anlamına gelen paragraflara imza atılması eleştirilmişti. Toplantıya katılan laik bilim adamlarına ve yazarlara, "Dinciler ile laikler arasında gerçekten bir uzlaşmaya ihtiyaç vardır ama bu uzlaşmayı dincilerin temel verilerini esas alarak yapmaya çalışırsanız ulusun de insanın da içine yaparsınız" itirazları yükselmişti. Diğer bir eleştiri de bildiride Aleviliğe yer verilmemesiydi.
Diğer taraftan 1. Abant toplantısı "'Akıl'ın 'nakil'e üstünlüğü"nü gösterdiği için olumlu tepkiler de almıştı: "Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olma ilkesinin Allah'ın mutlak hakimiyetiyle çelişmediğinin ve laikliğin hiçbir dini veya felsefi görüşe ödün vermeme anlamında anayasal bir tanıma kavuşturulması ihtiyacının vurgulandığı belgeyi Türkiye ve dünya müslümanları açısından umut verici bir işaret olarak görmek gerekir" denmişti.
2. Abant toplantısının bilimsel koordinatörlüğünü 9 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Aydın yapıyor. Prof. Aydın ile 1. ve 2. Abant toplantıları üzerine konuştuk.

*Neden "İslam ve laiklik", "Din - devlet ilişkisi"? Neden Abant toplantısı?
Bilindiği gibi din - devlet ilişkileri, laiklik üzerinde dururken, dinin uygulamaları sözkonusu olurken, arka planda dinin nasıl anlaşılması, yorumlanması gerektiği sorusu duruyor. Bunu geçen sene tartıştık. Bu sene yine tartışacağız. Geçen sene sadece din - devlet ilişkisiydi. Bu sene hem "din - devlet ilişkisi", hem de "din - toplum" ilişkisi tartışılacak.
Din - devlet ilişkisinin her iki ucu da topluma dayandığı için, bu sene din - toplum ilişkisini ayrı bir başlık altında inceleyeceğiz. Toplantı geçen sene o kadar başarılı oldu ki, sonuç bildirisi yurtdışında bile büyük yankı uyandırdı. Üniversiteler yakından ilgilendiler. İlahiyatçıların ağırlıkta olduğu bir seksiyonda "Akıl - vahiy" ilişkisi gibi daha teorik bir konu da tartışmaya açılacak.

*1. Abant bildirisinin ana noktaları neydi? Farklı görüşler de ortaya çıkmıştı...
Temel görüşler üzerinde bir görüş birliği oldu. Ayrıntılar üzerinde, haklı olarak birtakım ihtilaflar çıktı. Birinci toplantıda dinin yeniden konuşulması, anlaşılması gerektiği üzerinde durmuştuk. Din tarih boyunca zaten hep yorumlanmıştır. Dolayısıyla daha önceki yorumlar belli ölçüde tarihi yorumlardır. Dini, bizim, kendimizin, kendi şartlarımız içinde yeniden yorumlamamız lazım. Bu yorumlamayı da tarihi inkar ederek değil, tarihin zenginliğinden yararlanarak yapabiliriz. Bugün pek çok konuda, meseleleri tek boyutta düşünüyoruz. Halbuki tarihte bir boyut çeşitliliği var. Bunların gündeme getirilmesi problemlere yaklaşmamızı kolaylaştırıyor.
Yine, devletin laiklik özelliği üzerinde duruldu. Hiç ihtilaf olmayan konuların başında laiklik konusu geliyordu. Israrla şu vurgulandı: "Laik devlet dini tanımlayan devlet olamaz. Laik devletin bir din politikası olamaz. Laik devlet dini inanışlar karşısında hukuk devleti çerçevesi içinde tarafsız olur. İnananla inanmayan ve inanç mensupları arasında bir ayrım yapmaz. Temel vatandaşlık hak ve hukukunu zedeleyen hiç bir şeye izin vermez. Devlet, 'din budur' demez. Öte yandan dinin de devlet olma talebi olamaz."
Devletin laik olması meselesi bu çerçevede tartışıldı, sonuç bildirisine de böylece yansıdı. Geçen sene tartışılamayan Diyanet ve din eğitimi konusunu bu sefer tartışmaya çalışacağız.
Bu konular tartışılırken, bilimsel koordinatörlüğünü ben yaptığım için açıkca şunu söyleyebilirim: Tartışmacılar hiç bir telkin altında değiller. Buraya çağrılan insanlar bilimsel objektifliği, bilim ahlakı olan insanlar, günlük dalgalanmalardan ettkilenmezler. Popülist bir yaklaşımla, bunu söylersek toplumda şu tepki uyanır diye düşünmezler. Toplumun duyarlılıklarını elbette ki dikkate alırız. Ancak, kendimizi toplumun hoşuna gidecek şeyler söylemek zorunda da hissetmiyoruz.
Tartışmalar ve bilim bizi nereye götürüyorsa oraya gideriz. Geçen sene, toplantının sonuçlarını "dinsizlik" diye ilan edenler de oldu... "Beklediğimiz reformçuluk ortaya çıkmadı" diye itiraz edenler de... Bizim üzerinde durduğumuz konu, İslamiyet'in anlaşılması, yorumlanması, tefekkür ve bilimdir. Biz Hrıstiyanlık'ta olduğu anlamda bir reform peşinde değiliz...

*"Dinsizlik" diye niteleyenlerin argümanı neydi?
Sonuç bildirisindeki bir maddeye dayandılar. "Eğer nassta bir şey belirtilmişse o konuda söylenecek bir şey yoktur" diyorlar. Bildiride ise, nassların yani ayetler, hadisler ve tarihi uygulamaların yorumlanması gerektiği üzerinde duruldu. Biz hiçbir şeyi tartışmanın dışında düşünmüyoruz. Herhangi bir dini hükmün yeniden düşünülmesi, yorumlanması gerekir. Bu mutlaka değiştirilmesi anlamına gelmiyor. Aynı fikir aynı uygulama belki bugün için de geçerli. Ama yine de gözden geçirmek lazım. Bazı çevreler bu tip gözden geçirmeleri pek hoş karşılamıyor.

*Bu seneki toplantıya "Din - toplum ilişkileri" konusunu neden eklediniz? Burda sorunlar neler?
Din - toplum ilişkisinin Türkiye'de bilinmediği konusunun ciddi olarak tartışılması lazım. Türkiye'nin inanç çoğrafyası bilinmiyor. Türk toplumunun neye inandığı konusunda elimizde neredeyse hiç bilimsel veri yok. "İrtica birinci tehdit" diyoruz. O zaman bu iddianın yüzlerce bilimsel çalışmaya konu olması lazım. Türkiye'de sünniliğin, Aleviliğin, tarikatların durumu nedir? Toplumda din ne gibi bir fonksiyon icra ediyor? Toplumu yönlendirmede, ayrıştırmada ya da pekiştirmede dinin rolü nedir? Bu soruları yanıtlayabilmemiz lazım. Türkiye'nin ekonomik, ticari, siyasal hayatı az çok biliniyor ama hakkında en çok söz ettiğimiz, toplumun din hayatı hakkında, içinde olan birisi olarak söylüyorum, bilgisizlik beni korkutuyor. Çünkü, bilgisizlik uygulamaya, icraya yansıyor ve siyaset oluyor. Türkiye kapalı bir toplum olsaydı, bu bilgisizlikler o kadar önemli olmazdı. Yukarıdaki irade bir şey söyler, siz yapardınız. Ama, açık toplumda bu mümkün değil. Mesela son günlerde ortada dolaşan bazı "rapor"lar var. O "rapor"larda verilen bilgiler yani bilgisizlikler insanı korkutuyor. Bir İslam ülkesinde İslam üzerine bu kadar cahalet olmamalı. Din diye, irtica diye adlandırılan şeyler, İslam'ın şartları ve İslami hayatın normal pratikleri arasında. Raporları yazanlar bunları bilmiyor.

Dinin yorumlanmasında ilahi bir yetkili yoktur

On maddelik 1. Abant Toplantısı Sonuç Bildirisi'nin özeti şöyle.

1. İslam düşünce tarihinde aklın önemini küçümseyen bazı anlayışlar olmasına rağmen, hakim çizgi, vahiy ile akıl arasında bir zıtlık bulunmadığıdır. Hiçbiri fert veya zümre dinin anlaşılması ve yorumlanması hususunda ilahi bir yetkiye sahip olduğu iddiasında bulunamaz.
2. İslam'ın ilk dönemlerinde vahiy - hayat ilişkisi çok daha somut bir biçimde kurulmuş, fonksiyonel akla önem verilmiş, hatta bazı nassların açık ifadelerine rağmen, dinin ana maksatları ve zaruretler dikkate alınarak, hükümlerin farklı yorumları yapılabilmiş ve uygulamalara gidilebilmiştir. Bu çerçevede günümüz Müslümanları da İslam dünyasının gündelik problemlerini çözüme kavuşturma yetkisine sahiptirler.
3. Son zamanlarda, İslam dünyasında kargaşaya sebep olan kavramlardan birisi de "hakimiyet" kavramıdır. Kuran açısından bakıldığında, alem üzerinde mutlak hakim hiç kuşkusuz Allah'tır. Fakat, bu "hakimiyet" kavramı ile "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesinde yer alan "hakimiyet" kavramı birbirine karıştırılmamalıdır. "Hakimiyet milletindir" ifadesi, "hakimiyet bir ferdin, sınıfın, zümrenin tabii veya ilahi hakkı değildir" anlamına gelir; siyasi manada "milli irade"yi esas almak ve onun üstünde bir güç tanımamak demektir.
4. Devlet metafizik veya siyasi anlamda kutsallığı bulunmayan beşeri bir kurumdur. Devletin her türlü ideolojiye, inanç ve felsefi görüşe eşit mesafede bulunması gerekir. Devletin totaliter, otoriter, sert, dayatmacı bir resmi ideolojisi olamaz.
5. İslam'ın demokratik hukuk devletinin evrensel ve temel değer ve ilkeler dışında, siyasi rejimin ayrıntılarının düzenlenmesini topluma bıraktığı görüşündeyiz.
6. Devlet, hukuk devleti çerçevesi içersinde, dini inanışlar ve felsefi kanatlar konusunda tarafsız bir konumda olmalıdır. Vatandaşların inanma veya inanmama haklarını korumalı ve inançlarını hayata geçirmelerinin karşısında duran engelleri ortadan kaldırmalıdır. Laiklik esas itibarı ile bir devlet tutumudur ve laik devlet dini tanımlamaz, bir din siyaseti de gütmez.
7. Laiklik, din karşıtlığı değildir ve insanların yaşam tarzlarına müdahale edilmemesi biçiminde anlaşılmadır. Laiklik bireyin özgürlük alanını genişletmeli, özellikle kadına karşı ayrımcılık şeklinde sonuç doğurmamalı, ona kamu alanındaki haklarından mahrum etmemelidir.
8. Özgürlükçü demokrasinin kökleşmesi ve sevil toplumun güçlendirilmesinin önündeki engellerin kaldırılması sağlanmalıdır.
9. Laiklik ilkesi, hiçbir dini veya felsefi görüşe ödün vermeme anlamında bir anayasal tanıma kavuşturulmalıdır.
10. Sorunlarımız, ne kadar büyük olursa olsunlar, vatandaş insiyatifleri ile çözülebilir.