The Others "İslam fiilen laikleşiyor"

"İslam fiilen laikleşiyor"

02.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:

İstanbul İsveç Araştırma Enstitüsü ile İsveç'in Göteborg Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi, 28 - 30 Ekim tarihleri arasında "Sivil Toplum" konulu bir uluslararası akademik konferans düzenledi. Konferansın dünyaca tanınan katılımcılarından biri Suriyeli filozof Sadık Celal El Azm idi.Türk asıllı olan El Azm'ın dedesi II. Abdülhamit 'in Sofya Valisi Sadık Paşa. 1977'den bu yana Şam Üniversitesi 'nde Çağdaş Batı Felsefesi profesörü olan El Azm, çeşitli Batı üniversitelerinde, bu arada ABD'nin Yale ve Princeton üniversitelerinde dersler verdi. Kant'ın felsefesi üzerine iki ciltlik eseriyle tanınıyor.İslam, sivil toplum, demokrasi, laiklik ve insan hakları konularında bildirilerin tartışıldığı İstanbul'daki konferansta El Azm, "İslam laikleşebilir mi?" başlıklı bir bildiri sundu. El Azm ile bildirisi üzerine konuştuk.İstanbul İsveç Araştırma Enstitüsü / Svenska Forskninginstitutet i İstanbul, İsveç'in Akdeniz bölgesindeki üç araştırma enstitüsünden biri. Roma enstitüsü 1925'te, Atina 1948'de, İstanbul 1962'de kuruldu. Enstitü'nün amacı, Türkiye ve Yakın Doğu'da akademik, disiplinlerarası araştırmaların geliştirilmesi.Enstitü'nün merkezi, İsveç'in yurtdışındaki en eski ve en değerli temsilcilik binası olan, Tünel'deki Başkonsolosluk binasının bahçesinde bulunan "Dragoman Evi". Enstitü'nün şimdiki direktörü Bengt Knutsson; program direktörü ise ODTÜ sosyoloji bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Elisabeth Özdalga.Enstitü, 8 - 11 Kasım 1995'te yapılan "Avrupa'nın Sınırları Nereden Geçiyor?" başlıklı konferanstan sonra, bu yıl "Sivil Toplum" ve son olarak "Osmanlı ve Modern Türkiye'de Aleviler: Din, Kültürel Kimlik ve Toplumsal Örgütlenme" (25 - 27 Kasım) konulu konferansları düzenledi. "Entellektüel Bakış" okurları için ilginç konferansları izlemeyi sürdürecek.

İslam fiilen laikleşiyor

* "İslam laikleşebilir mi?" sorusunun İslam dünyası için yeni bir soru olmadığını söylüyorsunuz. Neden?
Çünkü bu soru Napoleon Bonaparte 'ın Mısır 'ı işgal ettiği 1798 yılından bu yana çağdaş Arap ve İslam düşüncesi ve tarihinin gündeminde oldu. En azından Arapların 19. yüzyılın son çeyreğinden, yani Albert Hourani 'nin "Arap Düşüncesinde Liberal Çağ" olarak nitelediği dönemden bu yana yanıtlamaya çalıştıkları bir soru.
* Peki, "İslam laikleşebilir mi?"
Bu soruya gerçekçi bir cevap verebilmek için başka bir soruyla başlamak gerekir: Hazreti Muhammed 'in ve İslam cemaati tarafından seçilen ilk dört halifenin yaşadıkları dönemin sade ve eşitlikçi İslam anlayışı, Müslümanlar tarafından fethedilen Bizans ve İran Sasani imparatorlukları gibi karmaşık, sınıflı ve hiyerarşik toplumlarla ve onların babadan oğula geçen hükümdarlıklarıyla bağdaşabilir miydi?
Bu sorunun iki doğru cevabı var: "Dogma" açısından, yani gündelik olumsuz anlamıyla değil, "inananlar topluluğunun doğru olduğunu kabul ettikleri inanç sistemi" anlamında dogma açısından verilecek cevap, "hayır" dır. Ama soruya tarih açısından bakarsak, cevap kesinlikle "evet" tir. Çünkü bunların kısa bir sürede fevkalade bağdaşabilir oldukları görülmüştür.
İslam'ın ilk döneminde, Mekke ve Medine döneminde hakim olan İslam anlayışının, veraset yoluyla geçen monarşiyle bağdaşmaz olduğunu savunanlar, dogma açısından tamamen haklıydılar. Ancak "tarihsel evet" her zaman "dogmatik hayır" a galebe çaldı.

"Tarihsel evet"
* Buradan "İslam laikleşebilir mi?" sorusuna nasıl geçiyorsunuz?
Şöyle:
"İslam laikleşebilir mi?" sorusunun da iki doğru cevabı vardır. Dogma açısından bakarsak cevap "hayır" dır. Ama tarihsel açıdan cevap "Evet, İslam laikleşebilir." İslam'ın bu tarihsel laikleşme süreci iyi kavranmadan, bugünkü dogmatik reaksiyonlar, tepkiler anlaşılamaz.
* Görüşünüzü açar mısınız?
Onu "ebediyen geçerli, hiç bir şekilde değişmez ilkeler bütünü" olarak anlayacak olursak, İslam'ın kendisinden başka hiç bir şeyle bağdaşmayacağı tabiidir. Ama onu canlı, çok farklı ortamlara ve hızla değişen tarihsel koşullara uyum sağlayarak, dinamik bir biçimde evrilen bir inanç sistemi olarak görürsek, İslam'ın krallıktan cumhuriyete, kölelikten özgürlüğe, aşiretten imparatorluğa, eski kent devletlerinden modern ulus - devlete kadar uzanan her türlü sosyal, ekonomik ve siyasal sistem ile bağdaşabildiği tartışılmaz bir gerçektir.
İslam, 15 yüzyıl boyunca, göçebe aşiret toplumundan feodal tarım toplumu ve kapitalist sanayi toplumuna kadar uzanan çok çeşitli toplum biçimlerine, çok farklı kültürlere, çok değişik yaşam tarzlarına kendini uydurmayı başarmıştır.
Bu tarihsel gerçekler ışığında İslam'ın laiklikle bağdaşmaz olduğu iddia edilemez. Tarihsel tecrübenin gösterdiği gibi İslam, hayatiyetini sürdürebilmek için çok farklı ortamlara uyum gösterme ve sonsuz bir biçimde yeniden yorumlanmaya açık kalma yeteneğini göstermiştir.
İran cumhuriyeti
* Görüşünüze İran'ı dahi örnek gösteriyorsunuz. Nasıl?
Evet, bugünkü İran'da bile "dogmatik hayır" ile "tarihsel evet" arasındaki çelişkiyi görmek mümkün. Ayetullahlar iktidarı ele geçirdiklerinde, Şii İslam tarihinde hilafet kurumu mevcut olduğu halde, hilafeti yeniden kurma yoluna gitmediler. Aksine İran'ın uzun tarihinde ilk kez bir cumhuriyet kurma ilan ettiler.
Bugün İran cumhuriyetinde seçim yapılıyor. Tartışmaların yapıldığı bir parlamento var. Bir Cumhurbaşkanı, bir yüksek mahkeme, 1958 tarihli Fransız anayasasını andıran bir anayasa, vs. mevcut. Bu uygulama, düzeneleme ya da kurumların dogma olarak İslam ile hiç bir ilgisi yok; hepsinin esin kaynağı çağdaş Avrupa...
Oysa İran'ın ruhban sınıfı, yani dogmatik Şii inancının muhafızları, her zaman cumhuriyetin ve cumhuriyetçiliğin şiddetli muhalifleri olmuşlardı. Ayetullah Humeyni 'den önce mollalar İran'da cumhuriyet ilanına, Avrupa kurumlarının, yabancı düzenlemelerinin ithal edilmesine dogmatik İslam adına her zaman karşı çıktılar.
Bugün İran'ı yöneten mollaların söyleminde ilahiyat, dinsel dogma, hilafet - imamlık ile ilgili meselelerden ziyade ekonominin planlanması, sosyal reform, servetin yeniden dağılımı, ekonomik bağımlılık, kalkınma, halk kitlelerinin rolü, kimlik, modernleşme gibi kavramların yer aldığını görüyoruz.
* Bugün İslam dünyasındaki iç mücadeleler "dogmatik hayır" ile "tarihsel evet" arasındaki çatışma ile açıklanabilir mi?
Evet, radikal İslamcıların itirazlarının temel nedeni, çağdaş İslam'ın temel ilkelerine uyulup uyulmayacağı kişinin tercihine bağlı inanç ve ibadet biçimleri haline gelecek kadar kişiselleşme, özelleşme, hatta bireyselleşme yönünde hayli yol almış olması. Bu görünürde geri dönüşü olmayan süreci geriye çevirebilmek için bazı yerlerde silahlı isyana varan mücadelelere girişiyorlar.
* Radikal İslamcıların itiraz ettikleri yalnızca İslam'ın bireyselleşmesi mi?
Hayır, itirazlarının başka boyutları da var. Erkeklerin kadınlar üzerindeki geleneksel egemenliğinin yıkılmasına, çekirdek aileye geçişe, kadınların eğitiminin ve çalışma yaşamına katılmalarının yaygınlaşmasına da karşı çıkıyorlar. Aileye yeniden geleneksel saygı, itaat, kadın - erkek ayrımı ve erkek egemenliğinin hakim kılınmasını istiyorlar.
19. yüzyılın sonundan bu yana İslam, özellikle Arap ülkelerinde kadınların toplumdaki rolü ve çocukların yetiştirilmesi konusundaki tartışmalar dikkatten kaçmamalı.

Türk ve Arap tecrübesi
* Tarihsel laikleşme süreci açısından Türkiye ile Arap ülkelerinin tecrübelerini karşılaştırdığınızda ne gibi sonuçlara varıyorsunuz?
Arap toplumları, Türkiye'deki gibi devletin yukarıdan laik ilan edildiği, devletle dinin ayrıldığı bir dramatik değişimi yaşamadılar. Türkiye'de laikliğin kabulünün İslam dünyasında yol açtığı şoku Batılılara anlatmak için şu örneği veriyorum: İtalyan milliyetçileri 1871'de zafere ulaştıklarında Papalığı lağvetme yoluna gitselerdi, Katolik dünyada benzer bir şok yaşanırdı...
Bilindiği gibi İtalyan milliyetçiliği papalığı lağvetme yoluna gitmediler; Vatikan 'ı İtalya'dan ayırıp, Papa'nın bütün Katolik dünya üzerindeki ruhani liderliğini kabul ettiler. Atatürk 'ün 1922'de bir ara "İtalyan çözümü" nü düşündüğünü biliyoruz. Ancak sonunda, doğabilecek bir meşruiyet tartışmasının ve geriye dönüş girişimlerinin önünü kesmek için bu gibi tavizlerden kaçınmaya karar verdi.
Hayli dramatik olan Türk deneyiminden farklı olarak başlıca Arap ülkelerinde laikleşme yavaş, tedrici, biçimsel olmayan, duraksamalı, pragmatik, kısmi tavizlere dayalı bir süreç olarak ilerledi.
Süveyş Kanalı 'nın 1956'da millileştirilmesinden hemen sonra Mısır Başkanı Cemal Nasır, Kemalist modelde bir laiklik reformu yapabilirdi. Ama yapmadı. Mısır bunun sonuçlarını bugün İslam köktenciliği, radikal ve şiddet uygulayan İslamcılık, vs. şeklinde yaşıyor.
* Sovyetler'in dağılmasından sonraki gelişmelerin "İslam'ın asla laikleşemeyeceği" tezini savunanları şaşırttığını söylüyorsunuz. Neden?
İslam'ın laikleşme yeteneğine sahip olmadığını iddia edenler, Sovyetler Birliği'nin bir İslam Devrimi ile yıkılmasını bekliyorlardı. Onlara göre Sovyetler Birliği'nde bir Rus nasıl her zaman Rus kalacaksa, "Homo İslamicus" da, yani bir Müslüman da, her şart altında, tarihsel deneyimler ne olursa olsun daima "özü" ne sadık kalacaktı. Bu yüzden Sovyetler Birliği, "laik ve laikleştirici merkez" e karşı Müslüman cumhuriyetlerden gelen bir isyanla yıkılacaktı.
Ama bilindiği gibi, sözde "laikleşmeye ebediyen direnen İslam" ın SSCB 'nin dağılmasıyla hiç bir ilgisi olmadı. SSCB'yı dağıtan kuvvetlerin hepsi imparatorluğun batısından geldi ve hepsi Hristiyandı. Minik Baltık cumhuriyetleri imparatorluğun dağılmasında öncü rol oynarken, Müslüman cumhuriyetler son ana kadar birliği kurtarma eğiliminde oldu. SSCB'nin dağılmasından sonra da ne komşu İran 'daki devrimci İslam ne de komşu Afganistan 'daki silahlı İslam devrimi modellerine yanaştılar.