The Others İstanbul Zirvesi Kafkasya gölgesinde

İstanbul Zirvesi Kafkasya gölgesinde

16.11.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

İstanbul Zirvesi Kafkasya gölgesinde

İstanbul Zirvesi Kafkasya gölgesinde


Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Duygu Bazoğlu - Sezer, kuruluşundan İstanbul Zirvesi'ne Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı - Teşkilatı'nın gelişimini yorumluyor.


       Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, AGİT 18 - 19 Kasım'da İstanbul Zirvesi'ni gerçekleştirecek. Yetki alanı Kuzey Amerika'dan Rusya'nın Pasifik kıyılarına kadar uzanan AGİT, özellikle Kuzey Yarıküre'de 21. yüzyılın gündemini oluşturan siyasi ve insani değerleri temsil eden bir süreç. Bu denli önemli olmasına karşın, kamuoyunda profili oldukça düşük.
       AGİT'in doğuşu, iki kutupluk ve Soğuk Savaş'ın dünya politikasına egemen olduğu 1970'lere dayanır. Fikir babası, Sovyetler Birliği'dir. Doğu Avrupa'daki statükonun meşruiyet kazanması için bir Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) fikrini gündeme getiren Moskova'nın umudu, bu yolla Doğu Avrupa'daki sınırları, yani Avrupa'nın bölünmüşlüğünü onaylatmaktı.
       Amerika ve NATO önce öneriyi reddetmiş, ancak çetin pazarlıklar sonucunda Ağustos 1975 tarihli "AGİK Nihai Senedi" imzalanmıştır.
       AGİK, 1975 - 94 yılları arasında bir konferanslar süreci olarak kaldı. 1994 Budapeşte Zirvesi, bu gevşek yapıyı bir örgüte, AGİT'e dönüştürdü, ancak sürekli bir oluşum niteliğini ve kararlarının hukuki değil siyasi bağlayıcılığını saklı tuttu. Helsinki Nihai Senedinin 34 katılımcı devleti, NATO ve Varşova Paktı üyeleri ile Avrupa'nın tarafsız ve bağlantısız ülkelerinden oluşmaktaydı.
       Bu nedenle AGİT, NATO gibi sınırlı üyeliğe değil, tüm Avrupa'yı kapsayan bir katılıma sahip oldu. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerinin katılmasıyla üye devlet sayısı 55'e çıktı.
       AGİT'in temel felsefesi, sınırların zor yolu ile değişmezliği ve insan haklarına saygıdır. Soğuk Savaş sona erince, 1991'de kabul edilen "Paris Şartı" ile AGİT iyice önem kazandı. O günden bu yana üç alanda siyasal bağlayıcılığı olan davranış kuralları geliştirildi ve devletlerin üstlenmiş oldukları yükümlülüklere uymalarını sağlamak üzere çeşitli denetim mekanizmaları kuruldu. Söz konusu alanlar şunlar:
       1) "İnsani boyut" alanı: Bu alan hukuka, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı, demokrasinin geliştirilmesini ve demokratik kurumların güçlendirilmesini amaçlayan alandır. "Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi" ve "Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiseri" yetkili kurumlardır.
       Üye devletlerin insani boyut alanındaki yükümlülüklerine uyup uymadıklarını denetleyen, hesap soran ve ağır ihlal durumunda katılımı donduran mekanizmalar ise 1989 Viyana Nihai Belgesi ile saptandı.
       2) "Çatışmaların önlenmesi ve kriz yönetimi" alanı: AGİK'i AGİT'e dönüştüren 1994 Budapeşte Zirvesi, yepyeni bir görev ve yetki alanı tanımladı: Erken uyarı, çatışmaların önlenmesi ve kriz yönetimi. 1990 sonrasında patlak veren Bosna savaşı gibi çeşitli bölgesel çatışmalar karşısında telaşlanan karar - vericiler, bu tür çatışmaları daha çıkmadan önce önleyebilecek mekanizmalara ümit bağlayıp, bu bağlamda AGİT'e yöneldiler.
       AGİT'in Viyana'daki "Çatışmaları Önleme Merkezi" bu görevi üstlendi. AGİT, bu bağlamda sayısız programlar yürütmekte. Bosna, Arnavutluk, Kosova, Hırvatistan, Rus azınlığı sorunu nedeniyle Baltık ülkeleri, Çeçenistan, Tacikistan ve Karabağ AGİT'in arabuluculuk yaptığı çatışma alanlarından bazıları.
       3) "Avrupa güvenliği" alanı: AGİT'in en önemli üçüncü işlevi de, Avrupa güvenliğine katkı yapmaktır. Ancak bu konuda özellikle ABD ile Rusya arasında ciddi görüş ayrılığı var. Moskova, Soğuk Savaş'ın sonundan beri NATO'nun değil, AGİT'in Avrupa'nın birincil güvenlik örgütü olması için çırpınmış, Washington ise NATO'nun bu rolünden taviz vermemiştir.
       NATO'nun doğuya genişlemesi ve Kosova harekatı, onun Avrupa güvenliğindeki başat rolünün hem coğrafi hem de işlevsel anlamda daha bile güçlendiğini ortaya koymuştur.
       AGİT'in Avrupa güvenliği misyonu tartışmaları özellikle Rusya'nın girişimi ile "21. Yüzyılda Avrupa Güvenlik Modeli" konusunu gündeme getirmiştir. İdeal, Avrupa'yı ortak bir güvenlik alanına dönüştürmektir. 1996 Lizbon Zirvesi'nde kabul edilen "Güvenlik Modeli Bildirgesi" AGİT'e bu konuda "merkezi" bir rol vermiş ve "Avrupa Güvenlik Şartı" hazırlıkları başlamıştır. Ancak NATO genişlemesi ve Kosova operasyonu gibi gelişmeler konuyu arka plana itmiştir.
       İlke olarak İstanbul Zirvesi'nde üç belgenin onaylanması beklenmektedir: 1) Üst düzey ilkeler belgesi. 2) AKKA'yı ("Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması") Soğuk Savaş sonrası koşullarına göre yenileyen belge. 3) "Avrupa Güvenlik Şartı". Ancak henuz hiç bir belge üzerinde anlaşma sağlanamamıştır. "Avrupa Güvenlik Şartı"nın da oldukça sulandırılmış bir belge olarak çıkması beklenmektedir. İnsani boyut çerçevesinde "ulusal azınlık" olarak Romaların, yani çingenelerin sözü sık sık geçecektir.
       Kafkaslardaki son gelişmelere kadar, İstanbul Zirvesi'nde AKKA'yı yenileyen belgenin onaylanmasına kesin gözü ile bakılıyordu. Ancak Çeçenistan savaşı gerekçesi ile Rusya'nın bölgeye ek zırhlı araç kaydırıp AKKA sınırlarını ihlal etmekte olması hesapları ciddi olarak bozmuştur.
       Türkiye açısından Zirve'nin anlamı, halkla ilişkiler boyutundan çok daha ciddi. En önemlisi, "İnsani Boyut" çerçevesinde Türkiye'nin merceğin altına yatırılacak olmasıdır. Bunu özellikle yabancı sivil toplum kuruluşları yapacaktır. Dünya iç işleri ile dış işlerinin bütünleşmesi yolunda hızla ilerliyor. AGİT'e katılan hiç bir devlet insan hakları konusunda "bu benim içişlerim" diyemez. Türkiye gibi değişime direnen ülkeler, kendi iradeleriyle evlerinin içini düzeltmezlerse dünya kamuoyunun, AGİT kamuoyunun baskısı altında harekete geçmek zorunda kalabilirler. Aksi takdirde, dışlanma ve yalnız kalmayı göze almalıdırlar.
       Kafkaslar'da son aylarda tırmanan savaş ve istikrarsızlık AGİT İstanbsul Zirvesi için bir talihsizliktir. Bu gelişmeler; demokratik ve insancıl değerlerin egemen olduğu ortak bir Atlantik - Avrupa - Avrasya alanı yaratmayı ideal edinmiş olan örgütün temel zaafiyetini, yani yaptırım gücünden yoksunluğunu, gözler önüne sermektedir.