The Others Kanı yerde kaldı

Kanı yerde kaldı

24.01.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kanı yerde kaldı

Kanı yerde kaldı

Gazeteci Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin üzerinden 5 yıl geçti. Yetkililerin "cinayeti çözmek namus borcumuz" açıklamalarına rağmen, soruşturmada herhangi bir ilerleme sağlanmadı

TÜRKİYE'nin yetiştirdiği en büyük hukukçulardan Prof. Muammer Aksoy 31 Ocak 1990'da katledildi. Bu olayı 7 Mart 1990'da Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç, 4 Eylül 1990'da 2000'e Doğru Dergisi yazarı Turan Dursun, 6 Ekim 1990'da da Doç. Dr. Bahriye Üçok'a yönelik suikastlar izledi. Öldürülenlerin ortak yanı, "Laik, Atatürk ilke ve devrimlerine inanan, her türlü yobazlığın, bağnazlığın karşısında olmaları" ve cinayetlerin "faili meçhul" kalmasıydı.
Yaşananları milyonlarca insan gibi kaygıyla izleyen, araştırmacı gazeteciliğin cesur kalemi Uğur Mumcu, Hukuk Fakültesi'nden hocası Aksoy'un ölümü üzerine, Cumhuriyet gazetesindeki "Gözlem" köşesinde, "bir şeylerin" ilk işaretini veriyordu:
"Devlet, İslami hareket adına, uçlarına susturucu takılmış silahlarla cinayet işleyen çetelere karşı bu kadar çaresiz midir? Yoksa devlet dediğimiz şu büyük aygıta takılan başka susturucular var da biz mi bu susturucuları bilemiyoruz?"

Karanlık güçler, bu cinayetlerin "yeterince ses getirmediğini" düşünmüş olacak ki, yeni bir hedef seçtiler. Hedef, "birşeyler döndüğünün" farkında olan ve bunu korkusuzca yansıtan Mumcu'ydu. Mumcu, 24 Ocak 1993'te, evinin önündeki otomobiline yerleştirilen C - 4 tipi plastik patlayıcının infilak etmesi sonucu yaşamını yitirdi.
Mumcu'nun ölümü, büyük yankı buldu. Cenazesi, "uyuyan dev"in uyanışının ilk adımıydı. Hedef, İran ve şeriatçılara yöneldi; "Türkiye, İran olmayacak", "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganı yeri göğü inletti.
Mumcu ailesinin Karlı sokaktaki evine gelen dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, "cinayeti çözmenin, devletin namus borcu olduğu" sözünü verdi. Aynı dakikalarda, Karlı sokaktaki patlamayla etrafa dağılan çok sayıda kanıt, çalı süpürgesiyle süpürüldü.
Suikast üzerinden 60 ay, yani koca bir beş yıl geçti. Devlet, "namus borcunu" ödeyemedi. 3 Kasım 1996'ta Susurluk'ta meydana gelen kaza "devlet - mafya - aşiret" üçgenindeki kirli ittifakı ortaya çıkarınca, Mumcu suikasti de yeni bir boyut kazandı, "Acaba devlet, Mumcu suikastinin çözülmesini istemiyor mu?" sorusu gündeme geldi.

Suikaste karıştığı belirtilen İslami Hareket Örgütü (İHÖ) militanlarından Gudbettin Gök, Mehmet Ali Şeker, Abdülaziz Ocakhanoğlu, Mehmet Şah Çınar, Mehmet Candirek, Yusuf Altun, Ayhan Usta, Serdar Altun ve Fahrettin Baytap'ın, suikastten bir gün önce, 23 Ocak'ta gözaltına alındığına ilişkin tutanakta "tahrifat yapıldığı" ortaya çıktı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün fezlekesinde, İHÖ militanlarının 23 Ocak'ta yakalandığı belirtilirken, 19. yasama döneminde kurulan TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu raporunda, yakalama tutanağındaki "27 Ocak 1993" tarihinin, tahrifatla, "23 Ocak 1993" olarak değiştirildiği saptamasına yer verildi. Tanık ifadelerine göre, Gök'ün, suikastten bir gün önce Ankara'da bulunduğu belirlendi. Tutanak tahrifatını soruşturan Ankara DGM Başsavcılığı, polislerin "yorgunluk ve uykusuzluk" nedeniyle tarih hatası yaptığını iddia etti.

Sezgin, suikastten 2 ay sonraki açıklamasında, İHÖ militanları İrfan Çağırıcı, Şefik Polat, Ekrem Baytap, Zübeyir Gümüş, Abdullah Yiğit ve Abdullah Çiftçi'nin yakalanmasıyla cinayetin aydınlatılabileceğini söyledi. Baytap, cinayetten 10 ay sonra yakalandı, ancak ifade vermedi.
İHÖ "icra şurası" üyesi Polat, suikastten 2 gün sonra, örgütün Ankara Sorumlusu Necmi Aslan'ın evinde yakalandı. Ancak, polis tarafından serbest bırakıldı. Daha sonra yurtdışına kaçtığı belirlenen Polat, Almanya'nın Hambrug kentinde "Kürt" olduğunu belirtip, sığınma isteminde bulundu. Alman makamları, isteme olumlu yanıt verdi. 10 Mart 1995'de Almanya'yla imzalanan suçluların değişimini öngören protokol gereği Polat'ın iadesinin istenmesi gerekirken, Türkiye girişimde bulunmadı.
Polis, kilit isim İHÖ "genel emiri" Mustafa Kayacan kod adlı Çağırıcı'nın yakalanmasının, "düğümü çözeceğini" söyledi. Emeç'in katil zanlısı olarak da aranan Çağırıcı, 7 Mart 1996'da İstanbul'da yakalandı. Çağırıcı, Mumcu suikastiyle ilgili iddiaları reddetti.

Soruşturma sürerken ortaya çıkan "sürpriz" tanık Ayhan Aydın, patlamadan 10 dakika önce Mumcu'nun aracı çevresinde şüpheli kişiler gördüğünü söyledi. Aydın, ifadesinin araştırılması yerine, "apar topar" TRT - 1'de "Ateş Hattı" programına çıkarılarak "sorgulandı" ve yalancılıkla suçlandı. Dönemin DGM Başsavcısı Nusret Demiral da, Aydın hakkında suç duyurusunda bulundu. Yalancı tanık suçlaması davasında aklanan Aydın, bir daha ortalıkta görünmedi. Bu, yeni tanıkların ortaya çıkmasını da engelledi.
Cinayet ardında İran parmağı bulunduğu ve yakalanan İHÖ'lülerin İran'daki kamplarda eğitim gördüğü tartışması sürerken, Refahyol'un Adalet Bakanı Şevket Kazan, cinayetin İsrail gizli servisince işlendiğini iddia etti.
Soruşturma uzadıkça, kördüğüme dönüştü. Faili meçhul siyasi cinayetleri araştıran komisyonun kararlı çalışması, bir süre sonra adeta engellenmeye başlandı. Soruşturma komisyonu olmadığından eli kolu bağlı kalan komisyonun raporu da, Meclis'teki muhalefet nedeniyle "kadük" kaldı. 20. dönemde kurulan yeni komisyon da, benzer engellemelerle karşılaştı.

Devletin kurumları arasındaki çekişme soruşturmayı unutturdu. Birçok önemli konunun üzerine gidilmedi. Suikastten bir gün önce Büyük Ankara Oteli'nde kaldığı belirlenen "ülkücü baba" Alaaddin Çakıcı, 809 numaralı odadan, "14 leşi" bulunduğunu televizyon ekranlarından anlatan itirafçı ülkücü Tevfik Ağansoy'a ait "266 46 86" numaralı telefonu defalarca aramıştı. Bu olgu, dikkate bile alınmadı.
Ağansoy'un eşi Hülya Ağansoy, komisyon ifadesinde, Çakıcı'nın Ankara'daki "ikameti" açısından önemli olabilecek ipuçları verdi:
"Mumcu'nun "Mafya - Ağca" kitabını okuyordum. Bazı bölümleri ona da (Tevfik Ağansoy'a) sesli olarak okurdum. 'Yazık oldu, iyi gazeteciydi' dedi. 'Nasıl olmuş' diye sordum. `Ne kadar az şey bilirsen, o kadar çok yaşarsın, fazla sorma' dedi. 'Sen biliyor musun?' dedim, 'Sen ne yapacaksın, ne diyorsam onu dinle. Nasılsa bir gün öleceğim. Size birşey olmasın. Konuşmam kimsenin işine gelmez' dedi."

Susurluk kazası, faili meçhul çok sayıda olayın "faillerini" gözler önüne serdi, "Mumcu suikasti, devlet içindeki çetelerin işi mi?" sorusu gündeme getirdi. Bunun en önemli nedeni, Güldal Mumcu'nun, "Coşkun bana, `Bu olayı devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözülür' dedi" açıklamasıydı.
Susurluk sonrası suikastle ilgili en önemli gelişmelerden biri de, Cumhuriyet gazetesi Ankara Bürosu'nca tutulan telefon listesi oldu. Defterin, 6 Haziran 1992 sayfasında, Mumcu'yu telefonla arayanlar arasında, "Mehmet Özbay" ismi ve bıraktığı İstanbul'daki "273 23 00" telefon numarası bulundu. Deftere, Özbay'ın Mumcu'yu "zırhlı araç alımıyla ilgili" aradığı da not düşüldü. (Numaranın, İstanbul Dedeman Oteli kumarhanesine ait olduğu, gazetecilerce saptandı.) "Mehmet Özbay", Bahçelievler katliamının firari sanığı, ülkücü Abdullah Çatlı'nın takma adıydı.
Susurluk'tan yıllar önce yazdığı yazılarda, Çatlı ve "devletteki çete"yi gözler önüne seren Mumcu, 6 Kasım 1987'de tarihli yazıda, Çatlı'nın, İsviçre'nin Basel kentinde ortaya çıkarılan uyuşturucu madde kaçakçılığı nedeniyle Fransa'da tutuklandığını, ancak Basel Savcılığı'na hemen teslim edilmesi yerine 3 yıldır Fransa'da tutulduğunu belirterek şöyle devam ediyordu:
"Çatlı ve Oral Çelik'in `gizli ve karanlık ilişkilerini' biliyoruz. Ancak bu ilişkilerin `yazılı belgelerini' bulamıyoruz. Bu gizli ve karanlık ilişkiler belki de devlet sırrıdır. Öyle midir, değil midir? Kime sorsak ki?"
Mumcu, tam da PKK - MİT ilişkisi üzerine çalıştığı bir dönemde, haince bir tuzağın kurbanı oldu. Çatlı'nın Özbay kimliğiyle Mumcu'yu araması da, savcıların "ilgisini" çekmedi.

Adalet Bakanlığı müfettişleri, Ankara 2 Nolu DGM yedek yargıcı, Binbaşı Ülkü Coşkun'un "soruşturmayı savsakladığı"nı kanıtladı. Adalet Bakanlığı'nın, Coşkun hakkında yaptırım uygulanması başvurusu, dönemin Milli Savunma Bakanı Vefa Tanır'ca "rafa" kaldırıldı.
Mumcu Ailesi, "suikastte ağır hizmet kusuru bulunduğu" gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine maddi - manevi tazminat davası açtı. İçişleri Bakanlığı, Mumcu Ailesi'ne 5 milyar 55 milyon lira maddi, 5 milyar lira da manevi tazminat ödemeye mahkum oldu.

Son olarak, Almanya'da cinayet ve gasp suçundan tutuklu Cengiz Ayhan adlı ülkücü terörist, suikasti 5 arkadaşıyla yaptığını açıkladı. Ayhan, Hiram Abbas, Aksoy ve Üçok cinayetini de üstlendi. Mumcu soruşturmasının 4. savcısı Hamza Keleş, Almanya'da Ayhan'ın ifadesini aldı, ancak iddiaları ciddi bulunmadı.
24 Ocak 1993'ten bu yana 5 Başbakan, 7 İçişleri Bakanı, 5 Adalet Bakanı, 4 savcı değişti. Ancak soruşturmada "bir arpa boyu yol" alınamadı.
Bugün 24 Ocak 1998. Suikastin çözmenin "namus borcu" olduğunu söyleyen yetkililer, hala önemli görevlerde. 5 yıldır olduğu gibi, bugün de, saat 13.30'da Mumcu'nun Karlı Sokak'taki evi önünde toplanan yüzbinler, hep bir ağızdan haykıracak: "Devlet, namus borcunu ödesin!"

Susurluk sonrası ortaya çıkan gelişmeler üzerine, TBMM 19. Dönem Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Kırıkkale eski Milletvekili Sadık Avundukluoğlu'na, "Mumcu suikastiyle çete bağlantısını" sorduk. "Herşey gün gibi ortada, daha ne söyleyeyim" dercesine, acı acı gülümseyen Avundukluoğlu, şunları söylemekle yetindi:
"Özellikle Mumcu dosyasında engellemelerle karşılaştık. Türkiye'nin içinde bulunduğu durum itibariyle dosya faili meçhul olarak kalacak gibi görünüyor."

Mumcu'nun ağabeyi Avukat Ceyhan Mumcu, DGM yargıcı Coşkun'un, "Bu işi devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözülür" sözlerinin, komisyonca da doğrulandığını söyledi. Devletin cinayetin çözülmemesi için her türlü organizasyonu yaptığını iddia eden Mumcu, cinayetin aydınlatılması için dönemin DGM Başsavcısı Demiral, yargıç Coşkun, Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu ve Emniyet Müdürü Mehmet Canseven hakkında suç duyurusunda bulunulması gerektiğini belirtti.
TBMM'nin, cinayet dosyalarının Mumcu Ailesi'yle avukatlarına açılması kararına hükümetten destek gelmediğini vurgulayan Mumcu, şöyle devam etti:
"Bülent Ecevit, gerçekten Uğur'un dostuysa, milyonlarca imzalı dilekçe karşısında gerekeni yapmalıdır. Mesut Yılmaz, zırhlı araç olayı sırasında Uğur'un yanında yer aldı. Cindoruk da, Uğur'un yakın dostuydu. Hükümet, cinayetle ilgili gereken ne varsa yapmalı."

TBMM Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu'nun Başkanı RP Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay, Mumcu cinayetinin hala çözümlenememiş olmasının ve komisyonun 30 kamu görevlisi hakkında yaptığı suç başvurusu konusunda hiçbir işlemin yapılmamış olmasının cinayetle ilgili olarak "Devlet yaptı" diyenleri haklı çıkardığını söyledi.
Yarbay, komisyonun devleti ve kamu görevlilerinin korumaya özen gösterdiğini de belirterek, "Şimdi hiçbir işlem yapılmadığını gördükçe acaba yanlış mı yaptık diye düşünüyorum" dedi.
Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu'nun görev süresinin 4 Haziran 1997 de bittiğini belirten Yarbay şunları söyledi:
"Araştırmalarda suikast konusunda iyi bir araştırma yapılmadığını, savsaklama ve ihmal olduğunu gördük. Sonuçta da oy birliğiyle 30 dolayında kamu görevlisi hakkında suç duyurusunda bulunma kararı aldık. Suç duyurusunda bulunduk. Ancak Milli Savunma, İçişleri ve Adalet Bakanlıkları suç duyurusunun gereğini yapmadı. Üç bakanlık da hiçbir işlem yapmadı."
Yarbay, komisyonun çalışmalar sırasında devleti ve kamu görevlilerini suçlamamaya özel bir önem verdiğini belirterek "devleti ve görevlilerini korumaya özel bir özen gösterdik. Ama şimdi bu dosyalar hakkında işlem yapılmayınca acaba yanlış mı yaptık diye düşünüyorum" dedi.
Yarbay, bakanlıklarda "benim mensubum suç işlemez" psikolojisi ve böyle bir davranış sezinlediğini belirterek, herkesin kendi içindeki suçluları çıkarıp, cezalandırmak için harekete geçmesi gerektiğini söyledi.
Komisyonun hakkında suç duyurusunda bulunduğu kişiler arasında dönemin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanı Nusret Demiral, DGM Savcısı Ülkü Çoşkun, Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu, Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Cansever ile Mumcu'nun öldürmesinde kullanılan 68 kilo C4'ün ele geçirilmesi ve bunların imha tutanaklarında imzaları bulunan görevliler ile 25 kg patlayıcı maddenin kaybedilmesinden sorumlu kamu görevlileri de bulunuyordu.