The Others 'Kaset devlet arşivinden...'

'Kaset devlet arşivinden...'

25.10.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

'Kaset devlet arşivinden...'

Kaset devlet arşivinden...

       "Milliyet çalışanlarını kutlamak istiyorum" diyor Fikri Sağlar; "Basına kiri sokmadılar. Medya bir kez kirlenirse o toplumu temizlemek, mümkün olamaz çünkü."
       "Kaset eline geçtiği andan, basın toplantısına dek geçen sürede ne yaptı Fikri Sağlar? Olayın kronolojisi an an nasıl gelişti?"
       Bu soruların cevabını, gelecek hafta "Boyut" yayınlarından çıkacak "Kod Adı Susurluk: Bir Kamyon, Bin Kaset" adlı kitabında bulacağımızı söylüyor. Kitap çıkmadan konuşmak istemiyor.
       Çok az insanın kendinde bulabileceği bu büyük cesareti, arkasındaki CHP taban örgütü ve sivil toplumun gücünden aldığını söylemekle yetiniyor şimdilik. Kaset sürecinin kendisini değiştirdiğini, "çok ama çok" olgunlaştırdığını, beklemediği insanlardan, beklemediği tepkiler aldığını anlatıyor. Yaşadığı iki kritik anın özellikle altını çiziyor yalnızca:
       Biri Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunduğunda, karşılaştığı savcının "aman bunu bize değil başka yere verin!" demesi.
       Diğeri, Genel Başkan Deniz Baykal'ın: "Bunu sen açıkla!" şeklindeki tepkisi. "Acı çektiğim bir andı bu" diyor Sağlar: "Bu önemli kilometre taşının, partime mal edilmesini arzu ederdim. Tercihim buydu..."

       - Başbakan Yılmaz "artık çete olmayacak" diyor...
       - Çeteler çoğalacak demek. Bunu bir sağ siyasetçi ancak "bundan sonra çeteleri sağlam tutacağız" anlamında söyler. Malum. Zam yok deyip, ertesi gün zam yaparlar. Kutlu Savaş'ın "devlet adam öldürebilir ama bunu kuralına uygun yapsın!" saptamasını Mesut Yılmaz sahiplenmemiş miydi?
       - Ve "çeteler bizim dönemde değil, bir önceki hükümet döneminde çıktı..." diyor Yılmaz...
       - Tamamen temelsiz. Gerçekle hiç bağdaşmayan bir söz olduğu gibi söyleyenin de samimi olmadığını gösteriyor. Bilakis. Mesut Yılmaz'ın Kasım '96'da ANAP başkanlık divanına yaptığı bir açıklama, itiraf var. Diyor ki; 8 yıl önce biz MİT'e alternatif bir emniyet gücü oluşturduk; bu daha sonra siyasilerin eline geçti. Bunlar o kadar tehlikeli noktadadırlar ki, hiçbirimizin can güvenliği yok diyor...
       - Siz çete olgusunu, 40 yıl öncesine bağlıyorsunuz...
       - Ben '50'lerden itibaren diyorum. NATO içindeki "gladio" ile ortaya çıkan bir resmi yasadışı yapılanmanın sonucu bu. Orada yetişen bir anlayış, devletin ideolojisi olarak alınmış. Siyasi partiler - özellikle bir siyasi parti içinde saklanmaya çalışılmış. Yeni versiyonuyla; '83'ten sonra, Türkiye'nin uyuşturucu üretimi ile birlikte hızla kara para yaratan sistemle bütünleşmiş. Başka bir siyasi parti ile tanışarak, merkez sağ partilere yerleşmiş.
       - İtalya'da da bu yaşandı. Ama Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla "gladio", Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından açıklanıp, lağvedildi.
       - Türkiye hala var mı, yok mu tartışması yaşıyor. Resmi itiraf hiç yapılmadı. Ecevit "gladio"nun varlığını önce söyledi ama dönemin Genelkurmay Başkanları bunun yanlış anlatıldığını ileri sürdü. Bugün de Özel Harp Dairesi olduğu söyleniyor ve kontgerilla, gladio yok deniyor. Susurluk Komisyonu'nda JİTEM ile bilgilere ulaştığımızda, böyle bir kuruluşun olmadığını ama bu isim altında faaliyet sürdürmeye çalışanların bulunduğunu; yuvarlak sözlerle ifade eden bir açıklama gelmişti. İtalya'dan farklı olan şu. Bizde devleti kurtarmaya niyetli kurtarıcılar var. O kurtarıcılardan kurtulamıyoruz.
       - Brecht'in sözü: "Ne mutlu kurtarıcıya ihtiyacı olmayan halklara!"
       - Haklı. Kurtarıcılardan kurtulamamanın sıkıntısını yaşıyoruz. Kendisini kurtarıcı görenlerden de halkın haberi yok. Yaşadığımız ortam bu. Üstü kapalı bir devlet yapısının içindeki oyunları takip edemeyen bir ülke konumundayız.
       - Üç yıl sonra, Susurluk'ta gelinen nokta?
       - Susurluk, '50'lerden bu yana sağ zihniyetlerin oluşturduğu bir düzen. Rapor, bu düzeni yakaladı. Eksik kalan yerleri, devletin resmi raporu noktaladı. Devlete sızmış, devlet gücünü kullanan, siyasi koruma altında olan bir siyasetçi, bürokrat, mafya üçlüsü çıktı ortaya. Bu yapıya "bulaşık" bir merkez sağ; "bulaşık siyasetçiler" çıktı. Hukuk devleti olmadığımız ortaya çıktı. Birey hakkı olmadığı, yurttaş kavramının gelişmediği ama bunun hızlı bir uyanışa dönüştüğü çıktı. Son kasetle işin ekonomik yönü, toplumun suratında tokat gibi patladı. Hızlı bir şekillenme yaşıyoruz.

       - Korkmaz Yiğit - Çakıcı kaseti, ekonomik sistemin de siyasi sistemle birlikte kronik bir deformasyon, kuralsız bir "far west" kapitalizmi yaşadığını gösterdi...
       - Gerçekte asıl kirlenme ekonomideydi. '83'ten beri uygulanan modelin, bu kirliliği getireceği açıktı. Kirlenmeyi yaratan güçlerin bilinçli, sistemli faaliyeti sonunda bu siyaset kirlenmesi olarak gündeme geldi. Kara para ve yeraltı ekonomisi, vahşi kapitalizmin güler yüzüyle dışa vurdu.
       - Pazar da her türlü objektif kuralın dışında...
       - Tamam. Vahşi kapitalizmi gizlemek için, demokrasinin yerleşmemesine gayret ediliyor. Ekonomik boyutu bunun arkasına gizlenmiş. Bant bunu çıkardı.
       - Susurluk raporunda ekonomik boyutun eksikliği eleştirilere yol açıyor. Örneğin "Niye, Evcil'in çeşitli bankalardan aldığı milyonlarca dolar tutarında krediler araştırılmadı? Bunları hangi teminat ve ilişkilerle aldığı soruşturulmadı?" deniyor...
       - Susurluk raporu sadece Evcil'e verilen kredileri ve onun kara para ilişkilerini irdelememekle kalmadı; diğerlerininkini de irdelemedi. Biz Susurluk'un polisiye kısmıyla ilgilendik. Toplum o zaman siyasetçi ve polisiye tarafı ile ilgilenmemiz yönünde pompalandı. Devletin kaynakları; ekonomik boyutu araştırmaya kapalıydı. Ama biz bunların araştırılması gerektiğine inandık. Hepsini Maliye Bakanlığı'na, bakanlara yazdık.
       - Erol Evcil'i de mi?
       - Hayır hepsi. Mehmet Ağar'la ilgili iddialar, banka ortaklıkları, Havaş'la ilişkileri falan gibi. Bunlar araştırılmalıydı.
       - Engellendiniz mi?
       - Engellendiğimizi hissediyorum; hissetmekten öte biliyorum. Hükümet "faso - fiso" diye bakıyordu olaya. Hükümet ortağı bir siyasi parti, doğrudan olayın içindeydi. Erol Evcil'le ilgili bir mektup gelmişti bana. Ama imzası yoktu. Kime ne soracaktınız? Çok mektup geliyordu. 30 bine yakın belge vardı. Hangisi doğru, hangisi değil; tespit edemiyordunuz. Şimdi çorap söküğü gibi gidiyor.

       - Ama büyük karmaşa içinde oluyor bu. Türkbank'la ilgili konulara Başbakan, 4 aydır vakıf. Başbakan Yardımcısı bir aydır biliyor. Merkez Bankası Başkanı Erçel uyarılmış. Ama Başbakan'ı uyarmış mı belli değil. Hazine Müsteşarı Dinçmen konuyu bantlardan öğrenmiş...
       - Benim duyduğum iddia şu: İçişleri Bakanlığı, Merkez Bankası'na bir istihbarat yazısı göndermiş. İhale gerçekleştikten saatler sonra. Yani, İçişleri Bakanı görevini bir zamanlama hatasıyla yerine getirmiş. Diğer taraf da bu uyarı bana iş verildikten sonra geldi diyor. İki taraf da kendini kurtarmış. Bu da bir düzen.
       - Ne gibi?
       - Bu devlet arşivlerinde olan bir bant olduğuna göre; bu bilgileri onlar benden daha önce dinlediler. Biliyorlar. Dinlemekle kalmadılar, olayı yaşadılar. Yani insanlar "bizi koruyun" diye kendilerine başvurdu. Başbakan, "Kimini koruduk, kimini kendi rızalarıyla takip ettik" diyor. Dolayısıyla bu iş biliniyor. Buna rağmen 4 Ağustos'ta ihale niye veriliyor? Bir iddia şu: İçişleri Bakanlığı'ndan konuyla ilgili yazı gelmesi üzerine Mesut Yılmaz, Güneş Taner'e soruyor: "Şimdi ne yapacağız?" diye. Güneş Taner'le Yılmaz MİT'ten böyle bir ilişki olmadığına dair bir belge alıp, belgeyi Başbakan'ın sorumluluğu altında Merkez Bankası'na göndermeyi kararlaştırıyor. Başbakan "sorumluluğu ben alırım" diyor...
       - Güneş Taner, Yiğit - Çakıcı ilişkisinden haberi olmadığını söylüyor:
       - Ama Korkmaz Yiğit de ben Güneş Taner'in talebiyle bu işi yaptım diyor. Yani bir başka kamu kurumundan alınan belge ile emniyetin yazısı çürütülerek işlem devam ettirilmek istenmiş... Bu bir iddia. Sonuca baktığınızda iddia doğru gibi. Bunu kamu görevlilerinin itirafları aydınlatacak. Şu gerçek: Devletin önemli kademelerinde konu biliniyor. Diyelim 4 Ağustos'ta 6 saat sonra yazı geldi. İhale bitti; arkadan geldi. Aradan geçen 2 ay var. O iki ayda niye durdurulmuyor? Neden, kamuoyuna açıklandığı an donduruluyor ihale? Demek mecburen oluyor bu.
       - Siyasetçiler mi olayı kamufle etti?
       - Ben kamu görevlilerinin bilgilerini siyasetçilere aktarmış olmalarına rağmen, siyasetçilerin bu işin üstünü kapatma yoluna gittikleri düşüncesindeyim. Çünkü bantın da bana böyle dürüst kamu görevlileri tarafından postalandığını düşünüyorum. Bantı bana değil de, sahibine verselerdi bundan çıkar elde ederlerdi. Onun için ben, saydığınız bu çok önemli kurumların, üst düzey yetkililerinin, vicdani sorumluluklarına uygun bir şekilde gerçekleri açıklayacaklarına inanıyorum. Düğüm öyle çözülecek.

       - Bantı Başbakan'la ne zaman konuştunuz?
       - Basın toplantısından sonra. Önce Çakıcı'nın gönderdiği bant diye olayı küçümsemeye kalktı. Sonra bantın Çakıcı'nın gönderdiği kaset olmadığını bildiğini ve devlet arşivleri içinde yer aldığını söyleyince geriledi. Yapacağı şey kalmadı. Çakıcı'nın bundan önceki kasetleri başka manipulasyon. Eyüp Aşık falan, iç kavgaların ortaya çıkardığı kasetler onlar. Bu devlet arşivlerinde yer almış, doğrudan devleti ilgilendiren konu.
       - Salı günü Yılmaz, bürokratlarla basını yüzleştirecek. Başbakan, bu araştırmayı niye basına yaptırıyor?
       - Medya 3 yıldır önemli bir sınav verdi. Milliyet, el değiştirirken gösterdiği kararlılıkla tarihi bir görev yapmıştır. Başbakan, bunun farkında. Medyanın güvenilirliği en üst noktada. Onun güvenilir mensupları konunun hakemi olacak. Bu doğru yol.

       - Şeffaflık adına öyle. Ama Meclis nerede? Yürütmeyi, medya değil, yasamanın denetlemesi gerekmez mi?
       - Haklısınız. Bu düşünceyle biz ayrıca Meclis araştırma önergesi verdik. Ve yargıya başvurduk. Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunduk. Ama bazı savcılar; "bize değil, başka yere gönderilsin" dediler. Bu, hangi konumda olduğumuzun göstergesidir. Yargı her nekadar bağımsız değilse de, kamuoyunun gücü, kararlılığı, bu konuda görev yapanlara gösterdikleri ilgi, o insanları cesaretlendirmelidir. Malki cinayetinde Korkmaz Yiğit ilişkileri de araştırılmalı ve araştırılacaktır. Yiğit'in Malki ile ortak olduğu söylenmektedir. O işin arkasından çok şey çıkacağını düşünüyorum. Çok işadamı tanık olarak dinlenecek. Yiğit'e yurtdışı yasağı getirilmesi, onun sanık olarak dinlenebileceğini düşündürüyor.

       - Kaset açıklanmasaydı, Milliyet ve Türkbank, Yiğit'e kalır mıydı?
       - Kalırdı. Kendilerini çok güçlü görenler dahi, medya husumetinden korkuyorsa; kasetin çıkmaması halinde, bu işler devam ederdi. Bir devrim oldu. Bir ateş topu çıktı ve ortalığı birden aydınlattı. Herkes bu aydınlıkta gerçek yüzleri gördü ve gereğini yaptı.

       - Baykal niye topun aydınlığına kapılmadı? Neden basın toplantısında sizinle değildi? Neden demeç vermedi?
       - Kendince haklı nedenleri vardır muhakkak. Onların ne olduğunu bilemem. Ama o nedenlerin ne örgütümüzün, ne sivil toplumun, ne de temiz toplum mücadelesinin nedenleriyle uyuşmadığı belli. Ama neticede açıklandı bu kaset. Bir avuç, on milletvekili arkadaşımızın yürekli davranışı ile.
       - Bu cesareti sivil toplumdan mı buldunuz?
       - Sivil toplum çok güçlü. Bugün yaşanan çelişkiler ordan kaynaklanıyor. Belki sayısal anlamda küçük bu örgütler. Ama evlerin içinde, kahvede, büroda, sokakta, parkta büyük güç oluşturuyorlar. Dört duvar arasında siyaset yapanlar bunu görmüyor. Ayakta kalanlar ise bunu gören siyasetçiler. Biz ciddi bir kamuoyu desteği aldık. Etrafımda koruma çemberi oluşturan CHP taban örgütü de tabii bana büyük destek verdi.
       - Bu vicdan hesaplaşması ve cesaret toplama sürecini nasıl yaşadınız?
       - Kaseti yakın arkadaşlarımla tekrar tekrar dinledim. Bunun partimize mal edilerek açıklanmasını isterdim. Acı çektiğim nokta, genel başkanın bunu benim açıklamam gerektiğini söylemesiydi. Buna sevinmedim. Çünkü partimin önemli bir iş yapmasını istiyordum. Parti ve çevremde, ummadığım insanlardan gördüğüm ummadığım tavırlar beni çok olgunlaştırdı. Çok.