The Others MEDYADA 28 ŞUBAT

MEDYADA 28 ŞUBAT

12.03.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Medya eleştirileriyle tanınan gazeteci Ragıp Duran, 28 Şubat tartışmalarının günümüzde iktidara yakın gazetecilerce savcıları harekete geçirecek bir ihbar furyasına dönüşmesine karşı çıkıyor

MEDYADA 28 ŞUBAT

‘Postmodern darbe’ olarak anılan 28 Şubat sürecinde medyanın rolü sorgulanırken dönemin mağdurlarının günümüzde ‘rövanşist’ duygularla gazetecileri hedef göstermeleri mesleki ve etik bir tartışmanın ötesinde bir ihbar furyasına dönüşmüş durumda.
Medya etiği yazılarıyla tanınan gazeteci Ragıp Duran, gazeteciliğin, gazetecilik dışında siyasi bir misyon üstlendiğini belirterek, eski dönemin hesaplarının da gazeteciler üzerinden görüldüğünü söylüyor.
Duran’ın Akşam gazetesinde Şenay Yıldız’a verdiği röportaj yakın tarihi yorumlamak açısından önemli dersler içeriyor.Duran medya eleştirilerini ‘Apoletli Medya’ adlı kitabında toplamıştı.

Aynısını yaptılar
28 Şubat medyası ile günümüzün ‘iktidar yanlısı’ medyanın tutumlarının benzerliklerine dikkat çeken Ragıp Duran özetle şöyle diyor:
“28 Şubat’a ilişkin bugünkü tartışmaların bu kadar çıkmaza girmesi, kutuplaşması, sertleşmesinin önemli sebeplerinden biri aslında başka bir renkte 28 Şubat’ın devam ediyor olması. Yani, sonuç olarak iktidar ve muhalefetteki isimler değişti. Ama medya pratiği açısından bakıldığında, her dönemin kendine has ilişkileri olmasına rağmen medya-iktidar ilişkileri açısından özde değişen bir şey yok.

Apoletli medya
Benim ‘Apoletli Medya’ dediğim, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, dolayısıyla askeri iktidarın medya üzerinde uyguladığı toplumu yönlendirme, toplum mühendisliği yapma girişimlerine 28 Şubat’ta tanık olduk.
O dönemki mevcut kutuplaşmada açık bir şekilde TSK’nin safını tutan insanlar bugün muhalefetteler. O dönemin mağdurları ise bugün iktidar oldu. 28 Şubat’ın mağdurlarının bugün iktidardayken yaptıkları da o zaman kendilerine yapılanlara çok benziyor. Bu nedenle, 28 Şubat’ta mağdur veya iktidarda olan gazetecilerin bugün farklı söyleyecekleri, çok haklı oldukları bir nokta yok bence.
Bu sadece mesleki değil, siyasi bir mesele. Sadece eski iktidar ve yeni iktidara, yani her iki iktidara da 28 Şubat’tan önce de, sonra da tutum almış kesimlerin bugün bir şey söylemeye hakkı var. Çünkü 28 Şubat’ta mağdur oldukları halde kafalarını kaldırmayanlar, protesto etmeyenler bugün iktidara gelip, benzeri uygulamaları yapıyorlar. Keza bu dönemde mağdur olanlar, aynı şeyleri vakti zamanında rakiplerine yaptılar.
Burada temel mesele iktidardır. İktidarda kimin olduğu çok fark etmiyor. Ali iktidardayken Veli’yi; Veli iktidardayken de Ali’yi ezer. Tabii ki mekanizmalar, işlemler tümüyle aynı olmaz. Ama iktidar olmanın verdiği gurur, kibir, üstten bakma, ezme ihtiyacı sürüyor. 28 Şubat’ta olduğu gibi bugün de birtakım insanlar gazetelerinden uzaklaştırılmak isteniyor, işten atılıyor. Burada gerçek anlamda özgürlükçü, her iki kutba birden karşı çıkabilme cesaretini gösterebilmiş benim bildiğim az sa yıda kesim, kişi veya grup var.

Tencere dibin kara
AKP iktidarını yitirdikten sonra yapılacak olan medya tahlillerinde de bugün daha henüz savcı iddianamesine girmemiş bilgilerin yandaş gazetecilerin köşelerinde yazıldığı, yayınlanmamış kitabın terör örgütü belgesi olarak gösterilip meslektaşlarımızın içeri atıldığı ve bunun doğru olduğunu yazan insanlar da yazılacak. Gerçekten tencere dibin kara, kimsenin kimseye bu dönemde yapabilecek bir eleştirisi yok.
Eğer bu mekanizma düzelmezse, yarın öbür gün de bugünkülerden hesap sorulacak. Ama bu ‘Sen niye doğru dürüst gazetecilik yapmadın?’ diye değil, ‘Sen niye o tarafı tuttun?’ şeklinde siyasi bir hesaplaşma. Girin bir partiye, aday olun, siyaset yapın. Kimse bir şey demez. Meselenin özü şu: Türkiye’de işin başından beri gazetecilik yapılmadı ve hala da yapılmıyor.



‘İMAM NİKAHI’ REKLAMI

Milliyet Ekonomi Servisi’nden arkadaşımız Songül Hatısaru emlak kralı Ali Ağaoğlu ile bir röportaj yaptı.. Röportajda Ağaoğlu’nun yaşadığı mekanların yanı sıra birlikte yaşadığı Ayten Alpar’la ilişkisine yönelik sorular da vardı.
Haberde “Beni 12 yıllık hayat arkadaşı Ayten Alpar ve 6 yaşındaki oğulları Mert’in” oturduğu My Dream villalarına davet etti. Ali Ağaoğlu’nun üç evi var: Ataşehir’de nikahlı eşi Semra Hanım’ın oturduğu evi, Ayten Alpar’ın oturduğu Altunizade’deki ev ve “Bekarlık evim” dediği Vaniköy’deki evi. Hep aşklarıyla gündemde olan Ali Ağaoğlu’nun ikinci evliliği pek bilinmiyor. “Eşim” dediği Ayten Alpar da ilk kez konuşuyor.” İfadelerine ise okurlarımızdan tepki geldi. Bahar Sunbay adlı okurumuz şöyle diyor: “İkinci evlilik diye bir şey olamaz. İmam nikahı dememiş olmanız bir şey değiştirmiyor. Bu olay sadece evli bir insanın eşini rencide etmez aynı zamanda boşanmadığı halde bir erkeğin başka bir kadınla beraberliğini ondan bir çocuk yapmasını meşru hale getiriyorsunuz.



OMBUDSMAN’IN GÖRÜŞÜ

Röportajda öne çıkan Ayten Alpar’ın Ağaoğlu ile olan beraberliği, çocuğu ve evlilik dışı ilişkisi ister istemez röportajın bir parçası haline gelmektedir. Ayrıca röportaj sırasında Ağaoğlu’nun ‘nikahlı eşi’nin bu duruma nasıl bir tavır sergilediği, bu ilişkiyi bilip bilmediği sorgulanmıştır. Yine de imam nikâhını “ikinci eş” ya da ikinci evlilik gibi vermek okurumuzun da belirttiği gibi duruma meşruluk kazandıran bir algı yaratmaktadır. Okurumuz uyarısı aile değerleri açısından önemlidir.Haber değeri nedeniyle öne çıkan yaşam biçimi ‘imam nikahı reklamı’na dönüşmemelidir.


KALEM KAVGALARINDAN MUHBİRLİK POLEMİĞİNE


Türkiye basın tarihinde Nazım Hikmet ile Peyami Safa arasında olduğu gibi gazeteciler arasında bugünküyle kıyaslanmayacak nitelikte polemikler olduğunu biliyoruz. Ama bugünkü manzaraya baktığımız zaman bir gazeteci adeta savcı yardımcısı gibi başka meslektaşlarının yakında tutuklanacağını veya savcılık tarafından çağırılacağını bildirebiliyor. O gazetecinin işi değildir. Türkiye basınında -mevcut siyasi kutuplaşmaya da uygun olarak- gazeteciler arasında bu kadar zıtlaşma olması, birbirlerini ihbar edecek hale gelmeleri ve bir muhalefet mesleğinin bir iktidar mesleğine dönüşmesi çok vahimdir. Benim hatırladığım, darbe dönemlerinde bile gazeteciler arasındaki husumet bugünkü aşamada değildi. Ayrıca yazılmamış kitap nedeniyle de kimse tutuklanmamıştı.
İleri demokrasi adı altında tek ses oluşturulmaya çalışıyor. Farklı sesler çıkaranlar tasfiye ediliyor. Medyanın bu kadar aşırı siyasi renk taşıması medyayı siyaset dünyasının taşeronu yaparken, gazeteciler de siyasi askerler haline dönüşüyor.”



YAZIM HATALARI

Tarık Konal adlı okurumuz gazetede çok sayıda yazım hatasının olduğuna dikkat çekmiş: ‘’ Bugün gazetemizin 16. sayfasındaki bir haberin başlığında “Paris’ten diktatör varislerine savaş” deniyordu. “Varis” bir toplardamar hastalığıdır.
Burada anlatılmak istenen “bir mirastan pay alanlar” olsa gerektir; o da “miras yiyen” anlamındaki Arapça “vâris” sözcüğüyle dile getirilir. Bu tür gülünç yanılgılara düşmemek için yapılması gereken, yazarken-konuşurken öz Türkçe sözcükleri yeğlemek olmalıdır. Bu nedenle Arapça “vâris” yerine öz Türkçe “kalıtçı”; Arapça “dâhi” yerine öz Türkçe “üstüninsan”; Arapça “hâkim” yerine öz Türkçe “yargıç”; Farsça “hakÓm” yerine öz Türkçe “bilgekişi” sözcüklerini kullanmak gerekir. Bize, öz Türkçe tutkunlarına yakışan da budur. Erinç ve gönenç içinde olmanızı dilerim. 6 Mart 2012 günü sayfa 13’te “arttırdı” biçiminde yanlış yazdığı sözcüğün doğru yazım biçimi “artırdı”dır. Söz konusu sözcüğün kökü “art-”. “Para art-mış.” Bu tümcede nesne almıyor, geçişsiz Eylem tabanına -r (-ır ir) , -t , -dir (-tir) geçişlilik eklerinden uygun olanını getirilerek nesne almayan geçişsiz eylemin geçişli yapılması durumunda sözcük “art -ır- mak” olur.’’

Yazarlar