The Others Merkeze kayan sosyalist

Merkeze kayan sosyalist

30.09.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Merkeze kayan sosyalist

Merkeze kayan sosyalist

       Schröder merkeze kaymasını şöyle açıklıyor: "Gerçekle teori çatıştığında gerçeğin yanlış olduğuna dair Hegelci düşünceyi terketmek zorunda kaldım. Çünkü gerçek çoğu zaman doğrudur."

       "Gençliğimde tasarladığım devrim gerçekleşmedi. Artık ondan söz etmenin bir anlamı yok. Öğrenmek politikanın özüdür. Artık öğrenecek birşeyi kalmadığını söyleyen politikacılara güvenmeyiniz."

       Almanya'da 27 Eylül günü yapılan seçimleri, partisinin oylarını 1994'te yüzde 36.4'ten 41.2'ye yükseltmeyi başaran Sosyal Demokrat Parti kazandı. Avrupa'nın en eski, ilk sosyalist partisini 16 yıl aradan sonra yeniden iktidara taşıyan kişi, Almanya'nın yeni başbakanı Gerhard Schröder. En büyük ticaret ortağımız; iki milyondan fazla yurttaşımızın yaşadığı ülke olarak Almanya ile ilişkilerin Türkiye açısından büyük önemi var. Bu bakımdan Almanya'nın yeni başbakanını yakından tanımalıyız. ABD'nin saygın gazetesi The New York Times'ın Almanya muhabiri R. W. Apple, Jr.'ın 4 Eylül günü yayımlanan Schröder profilini biraz kısaltarak dikkatinize getiriyoruz.

       Gerhard Schröder, zamanla değişti. Alman siyasetinde adını ilk kez 1970'lerde Sosyal Demokrat Parti'nin radikal eğilimli, Amerikan - aleyhtarı, nükleer silahlanma karşıtı Junos'un lideri olarak duyurdu. 1981'de ilk kez parlamentoya girdiğinde, kravatsız olarak kürsüye çıkıp konuşan ilk milletvekili oldu. Fazlasıyla bira içtiği bir gece Başbakanlık binasının parmaklıklarına tırmanıp, "Buraya girmek istiyorum!" diye haykırması çok sık anlatılan bir hikaye.
       Ne var ki siyasetin basamaklarını tırmanıp yaşlandıkça Schröder daha serinkanlı oldu. ABD'yi beğenmeye başladı. Son 8 yıldır Federal Almanya'nın yüzölçümü bakımından ikinci ve nüfus bakımından üçüncü büyük eyaletinin başbakanı olarak, fevkalade pragmatik bir politika izledi; amacına ulaşmak için gerektiğinde partinin sol kanadını hiçe saydı, gerektiğinde onunla işbirliği yaptı. Sürekli kravat takmakla kalmadı, pahalı Havana puroları içmeye ve Armani marka elbiseler giymeye başladı. Şirket yöneticileriyle öylesine içli dışlı oldu ki, sendikacılar ve partisinin ideolojik bakımdan katı mensupları, ona "der Genosse von Bossen", yani "patronların yoldaşı" diyorlardı.
       Kohl'e karşı üç kez yenik düşen sosyal demokratlar sonunda umutlarını Schröder'e bağladılar. Yakışıklı, telejenik ve çalışkan bir kimse olan 54 yaşındaki Schröder, rakibi 68 yaşındaki Kohl'den en az bir nesil gençti. Tony Blair'i İngiltere'de, Bill Clinton'u ABD'de iktidara getiren türden bir seçim kampanyası yürüttü: Söyledikleri muğlak ve somut olmaktan uzaktı, medyada kazanmaya ağırlık verdi.

       Schröder'in karşı karşıya olduğu en önemli sorunu, Avrupa'da sol kanat siyasetçilerin, ABD'de Demokratların temel meselesi: Geniş bir kamu sektörünün ayakta tutulmasının çok yüksek bir maliyeti var. Kısmen Almanya'nın birleşmesinden sonra doğuya yapılan harcamalar, kısmen de daha azla yetinmek zorunda kalan ülkelerle rekabet yüzünden Almanya'nın artık, Sosyal Demokrat Parti'nin geleneksel olarak savunduğu işten çıkarmayı sınırlandıran kanunlarını, yüksek emeklilik maaşlarını ve cömert sağlık hizmetlerini finanse edecek gücü kalmadı. Batılı bir diplomat durumu şöyle açıklıyor: "Artık bir Batı Almanya adası kalmadı. Artık Almanya'nın hepimizin kurallarına uyması gerekiyor. Bu da sosyal harcamaların azaltılması demek. Schröder'in ve partisinin esas sorunu bu."
       Almanya'nın en etkili gazetelerinden biri olan Süddeutsche Zeitung'un editörlerinden Josef Joffe, "Bu adamı elle tutmak mümkün değil" diyor. "Hayli solunda olan parti liderleri, başbakan adaylığını onaylarken fazla istekli değildiler. Ama kazanabilecek tek adayın o olduğunu görüyorlardı. Onun için Schröder hem partisinin sol kanadını hoş tutmaya, hem de kararsız seçmenleri yanına çekmeye çalışıyor. Bunun için de muğlak konuşuyor, kaçamak güreşiyor, olabildiğince az şey söylüyor."

       Schröder'in kültür bakanı adayı, Alman asıllı New York'lu yayıncı Michael Neumann, farklı düşünüyor. Ona göre Schröder Almanların ulusal bir özlemini giderme potansiyeline sahip. Şöyle diyor: "Schröder, Almanların yaşamının merkezindeki büyük psikolojik boşluğu doldurabilir, yani şaşırtıcı maddi refahımızın ortasında ne için yaşadığımıza bir tanım getirebilir."
       Anlaşılan Schröder, halkın Kohl'den usandığını, ama izlediği politikalardan fazla bir sapma istemediğini düşünüyor. Bunun için, tıpkı Clinton gibi, "Yeni Merkez"den söz ediyor. Ağustos ortasında, partisinin seçim bildirisini açıklamadan bir gün önce verdiği mülakatta şöyle diyordu: "Refah devleti sınırlarına ulaştı. Sosyal harcamaları arttırmamız mümkün değil." Ancak bir takım vergi kaçaklarını önleyerek, Kohl'ün yaptığı küçük kısıntılardan vazgeçebiliriz."
       Schröder, merkeze kaymasını da şöyle açıklıyordu: "Gerçekle teori çatıştığında, gerçeğin yanlış olduğuna dair Hegelci düşünceyi terketmek zorunda kaldım. Çünkü gerçek, çoğu zaman doğrudur." Kohl'un gençliğindeki radikal fikirleri kendisine karşı kullanıp kullanmayacağı sorulduğunda cevabı şuydu: "Sanmıyorum. Tasarladığım devrim gerçekleşmedi. Dolayısıyla o sıralar söylediklerimi öne sürmenin bir yararı yok. Öğrenmek, politikanın özüdür. Artık öğrenecekleri birşey kalmadığını söyleyen politikacılara güvenmeyiniz."

       Schröder dört kez evlendi. Birincisi üç yıl, ikincisi dokuz yıl sürdü. Oniki yıl süren üçüncü evlilik ise 2 yıl önce son buldu. Üçüncü karısı Hiltrud Hamel, kendisini terkedip Bavyeralı gazeteci Doris Koepf'a kaçması üzerine şöyle demişti: "O bir korkak, oportünist ve egoist." Seçim kampanyası sırasında Hıristiyan Demokrat gençlik örgütünün dağıttığı broşürde de şöyle deniyordu: "Schröder yanlış tercih. Üç kadın da yanılıyor olamaz."
       Schröder, seçimleri kazanacak olursa, Yeşillerle koalisyon yapmasının ideolojik bakımdan daha uygun, Hristiyan Demokratlarla koalisyonun ise istikrar bakımından daha anlamlı olacağı şeklindeki bir yoruma katılıyordu. Ancak müstehzi bir gülümsemeyle şunları ekliyordu: "Bu ülkede eski bir deyiş vardır: Eğer başarılı olmak istiyorsanız, önce ülkenizi, sonra partinizi düşünün." Bu kimin deyişi diye sorulduğunda da cevap veriyordu: "Benim deyişim."
       Ancak kararı tek başına vermeyecek. Almanya'da partilerin önemi var ve Schröder partisini kontrol etmiyor. Kampanya boyunca Schröder'i destekleyen parti başkanı Oskar Lafontaine'in seçim sonrasındaki tavrının ne olacağı merak konusu. Schröder kendisini Clinton ve Blair'e benzetiyor. Ama benzerlik tam değil. Blair ve Clinton partilerindeki ideolojik mücadeleyi kazandıktan sonra seçildiler. Schröder'in partisinde önemli ideolojik sorunlar çözülmüş değil.
       Örneğin "milyarder kapitalistler"in şiddetli muarızı Lafontaine gelir vergisi tavanını yüzde 53'ten 49'a indirmek istiyor; Schröder ise 45'e. Schröder bazen Jost Stillman gibi bir sanayiciyi ekonomi danışmanı olarak atadığında yeni teknolojilere yatırım yapan "modern" bir Almanya'yı vurguluyor. Bazen de Alman ekonomisinde modernleşmeyi savunanların kaçınılmaz gördükleri emeklilik sisteminde reformlara ve iş kanunlarında esnekliğe karşı çıkıyor. Öte yandan, yazılan binlerce sayfa yoruma rağmen, Schröder'in Almanya'nın en ciddi sorunu olan işsizliği azaltmak için tam olarak ne yapacağını kimse bilmiyor.

       Seçim bildirisinde, Schröder hükümetinin sendikalardan "çalışma hayatına daha esnek bir düzenleme getirilmesine" izin vermelerini isteyeceği söyleniyor. Sermayedarların daha çok yatırım, daha çok yenilik yapmaları ve daha çok çıraklık sağlamaları; hükümetin de bürokrasiyi azaltması, araştırmaya ayrılan harcamaları arttırması gerekir deniyor. Yüz bin gencin eğitim kurslarına alınarak işsizliğin azaltılacağı belirtiliyor. Ancak programın ayrıntıları meydanda yok.
       Bir konuda kesinlik var: Schröder başbakanlığındaki Almanya ABD'nin yakın müttefiki olmayı sürdürecek. Bazen Amerikan - aleyhtarı görüşleri terkedişini dramatize ediyor. "Kızım New York'ta doğdu" diyor, ama kızı dördüncü karısının çocuğu.

       Kısaca Gerd olarak anılan Gerhard Schröder, uzun kariyeri sırasında, başkalarının kolaylıkla yılgınlığa kapılabileceği durumlarda ilerlemenin yolunu buldu. Hayata Bill Clinton'dan daha avantajlı bir konumda atılmadı. Gerd henüz üç günlük iken, Rusya'dan çekilmekte olan Alman ordusunda asker olan babası savaşta öldü. Annesi temizlikçi olarak çalışarak Gerd'i büyüttü. Gerd 14 yaşında okulu terketti ve gece kurslarına devam etti. Sonra 1968'in fırtınalı günlerinde Göttingen Üniversitesi'nde hukuk okudu.
       1984'te Aşağı Saksonya başbakanlığına aday oldu. O defa kaybetti ama 1988'de kazandı. Geçen Mart ayında eyalet seçimlerini üçüncü kez ve açık farkla kazandı. Böylelikle federal başbakanlık adaylığını perçinledi.
       Schröder bu adaylığını, parti liderlerinin değil sıradan üyelerinin desteğiyle kazandı. Eski parti başkanı Hans - Jochel Vogel hatıralarında "Schröder'in iktidar hırsı, gerçekten etkileyicidir" diye yazdı. Ne var ki giderek sık sorulan soru, bu iktidarla ne yapmak istediği.
       Seçim kampanyası sırasında gerek Schröder gerekse öteki parti liderleri sık sık hem insancıl hem de etkin olan bir ekonomi kurmaktan söz ettiler. Alman toplumunda düşük gelirlilerin sıkıntılarından bahsettiler ve emek, sermaye ve hükümet arasında yeni bir ittifaka değindiler. Ama kimse sosyalizmden söz etmedi. Zaman zaman Schröder eski sosyal demokrat eldivenlerini giydi ve, mesela, Kohl hükümetini iş yerinde sakatlanıp emekli olan işçilere maaşlarının yalnızca yüzde 80'inin ödenmesi nedeniyle yerden yere vurdu. Bu 8 - 10 bin kişilik mitinglerde iyi bir izlenim bıraktı. Ama kalabalıkların dikkati de daha ziyade Schröder'in esas hedefine, yani seçimlerin kazanılmasına kilitlenmişti. Onun için Schröder en büyük alkışı şunları söylediğinde aldı: "Kazanmak istiyoruz... Kazanacağız... Çünkü Alman halkına birşeyler vermek istiyoruz..."