The Others MHP kendine döndü

MHP kendine döndü

27.10.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

MHP kendine döndü

MHP kendine döndü

       Türkeş sonrası bir yılın genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse, MHP'nin, o ünlü sloganlarına uygun bir şekilde "titreyip kendine döndüğü" söylenebilir. 1990'lı yıllarda kendine "liberal" bir imaj çizmek isteyen MHP, bu amaçla merkez sağ partilerinde başarısız olmuş birkaç politikacıyı ve siyasete kestirmeden ama en yükseklerden girmek isteyen bazı ekonomik ve sosyal statüsü yüksek şahsiyetleri transfer etmişti. Alparslan Türkeş'in bizzat yürütmeye çalıştığı bu yeni strateji, hareketin geleneksel olarak güçlü olduğu İç ve Doğu Anadolu'da büyük tepkilere yol açmıştı.
       Tuğrul Türkeş, medyanın da geniş desteğiyle "bıyıksız ülkücülüğün" bayraktarlığını yaparken, Devlet Bahçeli geleneksel tabana ve onun değerlerini yaslandı ve kazandı. Geçen bir yıl içinde MHP'nin vizyon ve vitrinini değiştirme arzusundan vazgeçildiğine, ülkücü hareketin geleneklerine sıkı sıkıya sarılındığına tanık olundu. Bahçeli ve ekibi ağırlığı İç ve Doğu Anadolu başta olmak üzere geleneksel kalelere verdi.
       Bu noktada 28 Şubat süreciyle birlikte RP ve İslami hareketin bir dizi sorunla boğuşması MHP'nin manevra kabiliyetini artırdı. "Derin devlet"in İslamcılara indirdiği darbelerin İç ve Doğu Anadolu'nun devlete itaatı şiar edinmiş muhafazakar Sünni seçmende kabaca iki sonuca yol açtığı görülüyor: Devlete karşı öfke temelinde daha tavizsiz bir şeriatçı çizgiye yönelmek ya da İslami hareketten uzaklaşmak.
       Her iki durumda da MHP avantajlı gözüküyor. Çünkü İslamcılıktan uzaklaşanların bu bölgelerde çalacağı ilk kapılardan biri MHP, kaldı ki bunların arasında köken itibariyle ülkücü olup sonradan RP'yi seçmiş kişilerin sayısı epey fazla. Öte yandan devlete açıktan cephe alan İslamcılarla ideolojik olarak mücadele etmek MHP için çok daha kolay.

       Her ne kadar kasetlerden MHP'li politikacılardan ziyade ANAP ve DYP'liler çıksa da "ülkücü mafya" olgusu MHP'nin başını ağrıtmaya devam ediyor. Ülkü Ocakları Genel Başkanı Atilla Kaya bu konuda oldukça sert konuşuyor:
       "Geçmişte ülkücü hareket içinde bulunma şerefini taşıyamayarak hareketten kopan ve ülkücülerin vicdanında mahkum edilen birtakım zavallıları bahane ederek, soylu ve tertemiz bir davayı zan altında bırakmak tek kelimeyle insafsızlıktır. Türkiye'de 12 Eylül cuntacılığının tertiplediği ve henüz tam manasıyla açıklığa kavuşmamış feci ve arsız bir oyun sahnelenmeye devam ediyor. Bürokratik cihazın şurasına burasına sızmış karanlık mihraklar ölçüsüz derecede mağdur ettikleri bir camianın kenarından köşesinden devşirdikleri zorda kalmış bazı unsurları kullanarak ülkücü hareketi zan ve töhmet altında bırakmaya çalıştılar ki ülkücü hareketin kurumsal bu tür kirli ilişkilerle hiçbir bağının olmadığı bir kere daha ortaya çıkmıştır."
       Ülke çapında bin 20 "Ülkü Ocağı" dergisi temsilciliği bulunuyor ki bu dergi Kaya'nın başkanı olduğu Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı'nın yayın organı. Bu ocaklarda lise ve üniversite öğrencileri başta olmak üzere onbinlerce genç ülkücü doktrini öğrenip örgütleniyor. Aralarında organik bir bağ olmadığının altını ısrarla çizmelerine karşın, ocaklılar önümüzdeki seçimlerde MHP için fedakarca çalışacaklarını belirtiyorlar ki onların dinamizminin MHP'ye çok şey kazandıracağı ortada.
       Yine ocaklarda "provokasyon endişesi"nin çok yaygın olduğunu gördük. Özellikle 28 Şubat sürecinin başlamasıyla birlikte ülkücülerin önce 8 yıllık eğitim karşıtı, ardından türban için yapılan eylemlere katılmamaları için MHP ve Ülkü Ocakları yetkilileri çok ciddi uyarılarda bulunuyorlar.

       Tanıl Bora ile birlikte "Devlet - Ocak - Dergah" adlı kitapta ülkücü hareket ve MHP'nin tarihsel gelişimini inceleyen gazeteci Kemal Can, MHP'nin günümüzdeki durumunu Milliyet için değerlendirdi:
       "MHP'nin bugün geldiği noktayı daha iyi anlamak için geçen yılki kongre sürecinin ve sonucunun ortaya çıkarttığı iç dinamiklerin çok belirleyici olduğunu görmek gerekiyor: 1990'lı yılların başlarından itibaren gelişen "pop milleyetçi" dalga ile paralel bir "şişme" yaşayan MHP, Alparslan Türkeş ve çevresinin bu dalganın gereklerine uygun bir biçimlendirme operasyonu denemesi yaşadı. Fakat, 1994 yerel seçimlerinde büyük bir sıçrama yaratan bu ivme, çok kısa sürede hız kaybetti ve 1995 seçimlerinde durakladı. Bu ani fren bünyede de önemli bir sarsıntı eşliğinde yaşandı. Çünkü, sözkonusu operasyon, başlangıçtan itibaren "asli unsurlar"a rağmen uygulamaya konulmuştu.
       Türkeş'in ölümünden sonra girilen kongre sürecinde, "asli unsurlar" veya bir başka deyişle "gelenek", önemli bir zafer kazandı. İşte bu zaferin getirdiği "özgüven", "sahiplenme" ve "motivasyon"un yarattığı moral etkiyi, MHP'nin bugünkü durumunu anlamaya çalışırken önemli bir unsur olarak görmek gerekiyor.
       İkinci önemli neden ise, yine iç dinamiklerle yakından ilgili ama dış konjonktürden beslenen başka bir gelişme: "İslamcı dalganın sistemin duvarına toslayarak geri çekilmesi".
       Önce, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "ırkçı tehdit"den bahsedilmesi, ardından yükselen "şiddet", peşinden de "babalar operasyonu" gibi birtakım risklerle karşılaşmış olsa da, 28 Şubat sürecinin henüz MHP'yi açıktan hedef aldığını söylemek mümkün değil. Ayrıca, bu sürecin yarattığı siyasi atmosfer de, MHP'nin "rahat" hareket etmesi ve toparlanması için elverişli bir zemin oluşturuyor.
       Daha birçok nedenle birlikte etkili olan bu iki neden, MHP'nin en azından kısa ve orta vadede önemli bir siyasi güç olmaya, hatta belki de "anahtar" bir rol edineceğini düşündürüyor.
       Bu gelişmenin önündeki en önemli engeller de, yine iç dinamiklerden kaynaklanıyor: Beklenti çıtasının çok yükselmiş olması ve "kontrolsüz büyümenin" mirası olan karmaşık yapı. Bunlara bir de, şimdilik elverişli görünen siyasi konjonktür üzerinde fazlaca etkili olamamayı da eklemek gerekiyor."

       Ülkü Ocakları Genel Başkanı Atilla Kaya, türban sorununa bakışlarını Milliyet'e şöyle anlattı:
       "Türban yasağı anayasayla teminat altında olan din ve vicdan hürriyeti hakkına müdahale ve insan hak ve hürriyetlerinin ihlali anlamına gelmektedir. Dolayısıyla türban taktıkları için insanların öğrenim haklarının engellemesini kabul etmek mümkün değildir. Ancak türbanı vesile ederek ülkede yeni gerginlikler meydana getirmek ve meseleyi sokakta çözmeye çalışmak da yanlış bir tavırdır... Sağ siyasetçiler (FP, ANAP, DYP) iki yüzlülüğü bir yana bırakarak, hadiseyi istismardan vazgeçerek gerekli yasal düzenlemeleri bir an evvel gerçekleştirmek suretiyle türban meselesini Türkiye'nin gündeminden çıkarmalıdırlar."

       Yarın: MHP bölünüyor mu?