The Others New York’ta telefon çaldı karşımda Demirel

New York’ta telefon çaldı karşımda Demirel

10.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

New York’ta telefon çaldı karşımda Demirel

New York’ta telefon çaldı karşımda Demirel


Kemal Sunal’ın Balalayka filmindeki rolünü üstlenen Uğur Yücel: Film bitene kadar Kemal Sunal’la ruhsal ilişki içinde olacağım. Hayatımın en eğlenceli iki kadını ise Sezen ile Müjde


       Antonioni’nin filmi “Yolcuöda, Jack Nicholson’ın canlandırdığı gazeteci, Kuzey Afrika’da bir otel odasında sessizce ölen bir savaş muhabirinin kimliğini alarak cansıkıcı hayatından ve karısından kaçmayı dener. Bir süre için, ölen meslektaşının ajandasına göre yaşar. Kimliğine büründüğü muhabirin hayatındaki karanlık yollara saptığındaysa, onun gerillalara silah sağlayan bir organizasyonun içinde olduğunu öğrenerek, bir süre yeni kimliğinin gereklerini yerine getirdikten sonra riskler karşısında bu oyundan vazgeçer. Ama o hayatının kendisini hiç hazırlamadığı bu rolden sıyrılmaya çalışsa da, kendisini ölüme götürecek mekanizmanın zembereği çoktan boşalmıştır: “Bam!"
       Ölümüyle start verdiği bir “parsa toplama yarışıönda, filmlerine dair yıllarca tek bir olumlu söz etmeyen seçkinci aydınların bile hakkında derinlikli övgüler kaleme aldığı, televizyon sunucularının “vur dediği yerde öldüren" bir halkın, evinin önüne yas seferleri düzenlediği Kemal Sunal’a kısmet olmayan “Balalayka" filmindeki “Necati" rolünü üstlenen Uğur Yücel de, giderek ölüsevici bir hal alan bu toplumsal ortamda böylesi bir risk almış olabilir mi?
       Ama ne yapsın Uğur Yücel; hayat da gösteri de sürmek zorunda.

       Show must go on!
       Kemal Sunal gibi birinden bir rolü devralmış olmak nasıl bir duygu?
       Bu ölüm beni herkes gibi çok etkiledi, bunu herhangi bir vatandaş gibi söylüyorum. Her şeyi, herkesi bir sıraya koyuyoruz kendimizce, sevdiklerimizi, ama Kemal Sunal’a hiç yakışmadı ölüm. Çok sırasızdı. Bizde perde kapanmaz, bir oyuncunun başına bir şey gelse, bir başka oyuncu alır eline teksti, sahnede okur. “The show must go on." Ben bunu yapacağım. Bu film boyunca manevi bir haz alacağımı biliyorum. Ve kederliyim de. Öte yandan bir ruhsal ilişki olacağını zannediyorum film bitene kadar Kemal Sunal ile.

       Karakteri çıkarırken “Acaba Kemal Sunal nasıl oynardı" gibisinden sorular soracak mısınız kendinize?
       Hayır. Çünkü bu film Kemal Sunal standardında bir film değil. Çok başka bir film. Zaman zaman televizyon dizilerinde, sinemada kendi çizgisinin dışında arayışlar içerisindeydi Kemal Sunal. Bu da öyle bir rol. Bu rol Kemal Sunal’lık bir rol değil. Avantajım bu benim. Seyirci filmi seyrettiği zaman “Ya, burada Kemal Sunal olsaydı ne kadar güzel olurdu" duygusunu verecek bir film değil. Eğer Kemal Sunal tarzında bir sinema olsaydı bu, olabilirdi. “Salako" rolüne Kemal Sunal’dan başka kimi koyabilirsiniz ki...

       Oyunculuk açısından nasıl değerlendirirsiniz Sunal’ı?
       Yaratmış olduğu karakteri, çok iyi hesaplanmış, çok sağlam bir karakter olarak görüyorum. Bu önemli eşiklerden atlamakla olunabilecek bir şey, tesadüfen bulunabilecek bir şey değil. Kemal Sunal’ın aklının da devreye girdiğini ve Türkiye’deki şehirleşme dinamiğini çok iyi algıladığını, yüzünün kendisine sunmuş olduğu olanakları çok standart biçimde kullanan ve salt “İnek Şabanödan ibaret biri olmadığını düşünüyorum.

       Peki, yeni döneminin, yeni rollerinin de üstesinden geliyor muydu?
       Meslektaşlarımın yapmış oldukları işler konusunda değerlendirme yapmak istemem.

       Ölümüne kadar sanki entellektüel çevreler biraz yan bakardı ona...
       Sağlığında da bütün bu yazarlar Kemal Sunal için şimdi söylediklerini söyleyeceklerdi, ama şunu da ekleyeceklerdi: Çok film çekti, çok fazla oynamış. Kemal Sunal, bulmuş olduğu bu Şaban karakterini bugünkü aklıyla çok dozunda tutardı. Her kanalda Kemal Sunal olması belki kendi suçu değildi ama her kanalda olacak malzemeyi vermişti onlara. Belki Kemal Sunal sinemasında eleştirilebilecek olan bu. Bence Kemal Sunal’ın yaratmış olduğu karakter çok kayda değer ve üzerinde çok konuşulması gereken bir karakter. Sanatçı dediğin adam güvencesiz bir dünyada yaşıyor. Herhalde Kemal Sunal “Yakaladık bir karakter, bari birazcık yarınımızı kuralım" diye bunların içerisine girmiştir. Şunu hesaplayamazdı, bugün her televizyon kanalında onun filmleri olacak.

       “Toplum feriştahını yaptı"
       Totaliter rejimlere destek verenlerle nekrofiller yani ölüseviciler birbirlerine benziyor. Birinciler toplumsal hayatın durmaksızın değişen, yenilenen çehresinden, iktisadi sistemin tekinsiz işleyişinden, ikinciler sevgilinin ruh halindeki gel gitlerden, gözünün biraz dışarıda oluşundan, bir zaman sonra çekip gitme olasılığından korkuyor. Birinciler toplumu, ikinciler sevgiliyi, durdurmak, dondurmak, ondaki hayatiyeti ortadan kaldırmak istiyor. Ünlü kişilerin ölümleri sizce neden bir kitle psikozuna yol açıyor?
       Medya bugün insanları sokağa dökecek güçte. Yarın ayaklanma başlatabilir medya. Mesela buradan Rusya’ya gidebiliriz, teknelere binip Yunan adalarına gidebiliriz. Savaş başlatabilir. Medya bir yandan devletin çözemeyeceği sorunları çözdü, öte yandan toplum yavşarken yavşamak trendini yakaladı, biraz daha yavşatalım dedi, toplum kıçını başını tutamaz oldu. Medya topluma “Şunu yapın" diyor, toplum “Biz bunun feriştahını yaparız" diyor.

       Siz televizyonla pek barışık olmadınız? Neden televizyondan uzak durdunuz?
       İçim kaldırmıyor. Yüreğim kaldırmıyor. Ben şovmenliğe zorunluluk neticesinde başladım. İyi filmler çekmek, iyi tiyatro oyunları oynamak için para kazanmak zorundaydım. Bir oyuncu için bundan daha trajik bir şey yoktur. 25 senedir aynı şey sürmekte.

       Sezen ve Müjde’yle film
       Sezen (Aksu) Hanım ve Müjde (Ar) Hanım ile yaptığınız şovları da mı istemeyerek yaptınız?
       Memnuniyetsizdim. Ama Sezen ile, Müjde ile ilgili değil bu. Hayatımın en eğlenceli iki kadınıydı onlar. Bir gün her ikisi de birlikte benim filmimde oynayacaklar, bunu biliyorum. Onlarla çalışmak istiyorum.

       Peki, bütün sinema yönetmenlerinin bu televizyon starlarını tercih etmesi...
       Ben, Mustafa Altıoklar, Sinan Çetin ya da popüler isimlerle çalışan yönetmenlerin bu ilişkilerini sürdürmesinden yanayım, bu şekilde sinema bir endüstriye dönüşüyor, seyirci artıyor. Sinema seyircisini harekete geçiren herkesi alkışlıyorum. Ama gaddar bir sinema seyircisi olarak hiçbiri beni heyecanlandırmıyorlar. Bunu Uğur Yücel duruşu ile söylemiyorum, bütün sinema seyircileri gaddardır, kimseye kıyak geçemem, ama Uğur Yücel’in fikrini sorarsanız bir kelime oyunuyla hepsini methederim, çünkü hepsi meslektaşlarım.
       tÖlenler çocuğum gibi saftı

       Politik yaşamdaki figürler şovmenleri hep beslemiştir. Siz Türk politikacılarından besleniyor musunuz?
       Politikadan, politik dünyadan espri çıkarabilmek için o dünyayla sevişiyor olmak lazım. Benim politik dünyayla ilişkilerim hep zoraki oldu.

       Bir dönem Demirel taklitleri yapardınız.
       Ben bunu sahnede de anlatıyorum. Geriye baktığımda, koca 43 yıllık hayatımda bir tane esprili siyasetçi varmış, o da Demirel. Ama onun da çok acı verdiğini düşünüyorum. “Milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz" demişti. Bunu söylediği zaman benim arkadaşlarım milliyetçiler tarafından öldürülmüştü. Ama arkadaşlarımın hepsi gerçek yurtseverdi, benim çocuğum kadar saftı, masumdu. Bence Deniz Gezmiş masumiyetin abidesiydi. Bunların hepsi kesildi, biçildi. Çocukluğumdan beri azınlıklar ezildiler, baskı gördüler...

       “Alo ben Süleyman Demirel"
       Azınlıklar da komedyenleri beslerler değil mi, mesela bir zamanlar “Marika" diye komşularımız olduğunu Nilgün Belgün’ün parodileriyle hatırlıyoruz. Azınlıklarla biraz da bu yüzden mi ilgilisiniz?
       Ben neyim ki? Ben de azınlığım. Başka bir şey söylemek istiyorum. Herhalde karanlık bir yere gittiğimi farkettiniz, kestiniz, ama bir şey anlatmak istiyorum. Bütün bu azınlıklar çekip giderken bu ülkenin başında Demirel vardı ya da Demirel’in de olduğu dönemde de bunlar oldu. Kaynağı, yürütücüsüdür demek istemiyorum ama bu sistemin bir parçasıdır. Ama Cumhurbaşkanlığı’nı bırakmadan bir kaç ay önce benim bir kanaldaki gösterimi seyretmiş. Ve ben New York’daydım, cep telefonumu uzaktan dinledim, bir mesaj var, “Süleyman Demirel sizinle görüşmek istiyor", benim gösterimi seyrettiğini, alındığı bir konuda benimle sohbet etmek istediğini düşündüm, Demirel sadece şunu söyledi: “Sizin gösterinizi izledim." Tuhaf değil mi? New York’tasın, karşında Türkiye’nin Cumhurbaşkanı konuşuyor ve diyor ki: “Orada bahsetmiş olduğunuz, babanız, köyünüz, çocukluğunuz ve en önemlisi bütün dinlerin, fikirlerin içiçe geçtiği o kardeşçesine dünyayı çok duygulanarak izledim. Bütün dünyanın ve Türkiye’nin özlemi bu. Keşke bu yaptığınız gösteriyi herkes izleseydi."

       “Haklıymışım baba"
       “Ve orada bir tek şey düşündüm. Babamla tek bir çatışmamız vardı. Babam Demokrat Parti’liydi, sonra da Demirelci oldu. Ve ben devrimciyken babamla birkaç defa fikir çatışması yaptık. Babama, ben bütün dinlerin, bütün halkların kardeş olduğu bir dünyayı özlediğimi söylemiştim. Ben yaşarken şimdi bu sözler Demirel’den bana geri geliyordu. Babamın mezarına gidip bir çiçek koymalıydım.
       Laf çok uzadı. Burada bırakalım. Acaba böyle bir şeyi bir yerlerde anlatmamı Süleyman Demirel ister miydi? Evet... İsterdi belki..."

       Şovmenler cuntasına alınmadı
       Bir şovmen olarak bu kadar başarınıza rağmen neden o şovmen denilince akla ilk gelen Cem Yılmaz, Okan Bayülgen, Yılmaz Erdoğan, Beyaz, Mehmet Ali Erbil’den oluşan cuntaya alınmadınız?
       Hiç ilgilendirmiyor beni bu. Hepsini seviyorum onların ama kime şovmen denilip kime denmediğiyle hiç ilgilenmiyorum. Mesela Cem’in yaptığı gösteriler bence Uğur Yücel’in gösterilerinden daha ileridedir. Şovmenlik benim tek durduğum yer olsaydı, bu çok fena bir şey olurdu, ama ben şovmenlikte durmuyorum ki. Çok geniş bir arazide dolaşıyorum. Yılmaz Erdoğan çok iyi bir yazar, iyi bir oyuncu ama gösterisini izledim, bir stand - up’çı, şovmen gibi değil. Gösterisinde çok bir şey yok, düşündüğümden daha sıcak, daha etkili buldum ama Yılmaz’ı, tabii sahici bir geçmişi var ve o geçmişinden besin alıyor, bu tarafını seviyorum, ama bir insan, neyse ya... Hayır hayır o kadar...